Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Elif, Lâm, Mîm, Sâd. (2. Bakara: 1, 23, 24)
2 Bu, inkârcıları uyarman için ve inananlara öğüt olmak üzere sana Allah tarafından gönderilmiş bir kitaptır; bu konuda yüreğinde bir şüphe ve sıkıntı olmasın.
3 Ey insanlar! Size Rabb'iniz tarafından indirilen öğüt ve ilkelere uyun, O'nu bırakıp da başka kurtarıcıların, velilerin peşinden gitmeyin. Kulağınıza küpe olması gereken bu öğütleri ne kadar da az düşünüyorsunuz.
4 Biz emrimize başkaldıran nice memleketleri helâk ettik de, geceleyin uyurlarken yahut gündüz vakti dinlenirlerken, azabımız ansızın başlarına çöküverdi.
5 Azabımız onlara gelip çattığı zaman, "Eyvah! Meğer biz ne kadar zalimmişiz!" demekten başka bir feryatları da olmadı.
6 Şundan hiç şüpheniz olmasın ki, kendilerine Peygamber ve davetçi gönderilenleri, bu çağrıya uyup uymadıkları konusunda Mahşer Günü muhakkak hesaba çekeceğiz. Onlara gönderilen davetçi ve Peygamberlere de görevlerini yerine getirip getirmediklerini mutlaka soracağız.
7 Sonra da, yaptıkları her şeyi kesin bir bilgi ile onlara bildireceğiz. Çünkü biz her an onların yanındaydık, olup bitenlerden asla habersiz değildik.
8 O gün tartı haktır. Yapılan bütün iyilik ve kötülükler ölçülecek ve herkese hak ettiği ceza veya mükâfat tam olarak verilecektir. Kimin iman ve iyilik tartıları ağır gelirse, işte onlar ebedî saadet ve kurtuluşa erenlerdir.
9 Kimin tartıları hafif gelirse, onlar da Kur'an'dan yüz çevirerek ayetlerimize haksızlık etmelerinden dolayı, kendilerini felâkete mahkûm etmiş olanlardır!
10 Gerçek şu ki, biz sizi yaratıp yeryüzüne yerleştirdik ve size orada yaşamanız için nice nimet ve imkânlar bahşettik. Buna rağmen, ne kadar da az şükrediyorsunuz.
11 Evet, sizi yarattık, sonra size mükemmel bir şekil verdik ve meleklere, "Tüm insanlığın temsilcisi olarak karşınızda duran Âdem'e secde edin, yani size üstünlüğünü kabul ederek önünde saygıyla eğilin!" dedik. Bunun üzerine, meleklerin hepsi Allah'ın emrine uyarak secde ettiler. Ancak aralarında yaşayan ve aslen bir cin olan İblis kibre kapıldı ve Allah'ın emrine başkaldırma pahasına, Âdem'e secde etmekten kaçındı.
12 Allah İblis'in niçin secde etmediğini bilmesine rağmen, insanlığa ibret olması için ona sordu: "Sana emrettiğim hâlde, Âdem'e secde etmekten seni alıkoyan nedir?" İblis, "Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni asil bir varlık olan ateşten, onu ise değersiz bir çamurdan yarattın. Bu yüzden, o aşağılık varlığa asla secde etmeyeceğim!" dedi.

Oysa gerçek üstünlük, ancak Allah'ın emrine itaatle mümkündü. Fakat İblis, bunu bile bile kibre kapılıp isyankârlığı tercih etti.
13 Bu yüzden Allah, "O hâlde, sana bahşettiğim yüce makamı ve içinde yaşadığın cenneti terk ederek in oradan! Çünkü orada öyle böbürlenmeye hakkın yok senin. Haydi, çık git! Bundan böyle, kibrinden vazgeçmediğin sürece zillet ve alçaklığa mahkûm edilmiş aşağılık bir varlıksın!" dedi.

İblis aslında Allah'ı inkâr etmemişti. Meleklerin, cennetin, cehennemin gerçekliğine de inanıyordu. Buna rağmen, kendisini üstün görüp Allah'ın emrine başkaldırması ve günahında ısrar etmesi sebebiyle kâfirlerden oldu ve ilâhî rahmetten uzaklaştırıldı.
14 Bunun üzerine İblis, "Allah'ım, insanların yeniden diriltilecekleri güne kadar bana süre ver ki, onları saptırayım ve önünde secde etmemi istediğin bu varlığın ne kadar değersiz olduğunu göstereyim!" dedi.
15 Allah, "Pekâlâ, Mahşer Gününe kadar değil ama tüm canlıların yok edileceği güne, Kıyamet Gününe kadar (15. Hicr: 36–38) sana süre verilmiştir!" dedi.

Allah dileseydi, İblis'i oracıkta yok edip işini bitirebilirdi. Fakat sonsuz ilim ve hikmeti gereğince, insanoğlunun çetin bir sınavdan geçerek olgunluk mertebelerinde yücelmesini, İblis'le yapacağı mücadele sayesinde içindeki gizli güç ve yetenekleri keşfedip geliştirmesini murat etti. Bunun için de İblis'e istediği süreyi verdi.
16 İblis, kendisine verilen bu uzun ömre şükredeceği yerde, kendi günahını Allah'a isnat ederek dedi ki: "Beni saptırmana karşılık, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım!"
17 "Sonra da, bazen açıktan açığa önlerinden, kimi zaman sinsice arkalarından, bazen Müslüman kimliğine bürünüp sağlarından, bazen de şehvet ve ihtiraslarını azdırarak sollarından yanlarına sokulacağım. Kısacası, onları aldatmak için her türlü yol ve yöntemi kullanarak dört bir yandan üzerlerine saldıracağım. Ve pek çoklarının nankör kimseler olduğunu göreceksin. Böylece, Âdem'in benden üstün olmadığını ve onun önünde secde etmemi bana emretmekle hikmet ve adaletten yoksun bir iş yaptığını sen de kabul edeceksin."
18 Bunun üzerine Allah, "Alçaltılmış ve ilâhî rahmetten kovulmuş olarak çık oradan!" dedi, "Çünkü melekler arasında, o yüce makamda bulunmaya hakkın yok senin! Yakında yeryüzüne inecek ve ilâhî sınavın gerçekleşmesi için insanları kötülüğe davet edeceksin. Fakat kullarımın üzerinde herhangi bir zorlayıcı gücün olmayacak (17. İsra: 65). Onlardan her kim sana uyacak olursa, hepinizi topluca cehenneme dolduracağım!"
19 "Ey Âdem! Sen ve eşin beraberce cennette yaşayın. Dilediğiniz yerden ve canınızın çektiği her çeşit meyveden bol bol yiyin. Fakat sınırsız bir özgürlüğe sahip olmadığınızı, size bu nimetleri bahşeden Allah'a muhtaç birer kul olduğunuzu asla unutmayın. Bunun için, iman ve itaatinizi sınamak üzere şimdilik size meyvesini yasakladığım şu ağaca —yani cinsellik ağacına— sakın yaklaşmayın, yoksa büyük bir günah işleyerek kendinize zulmetmiş olursunuz!"
20 Derken şeytan, birbirlerine kapalı olan mahrem yerlerini açıp kendilerine göstermek ve böylece şehvet duygularını kamçılayıp onları isyana sürüklemek için her ikisine fısıldayarak dedi ki: "Rabb'iniz size bu ağacı ancak, ondan tattığınız takdirde birer melek olacağınız yahut sonsuz hayata kavuşacağınız için yasakladı. Yoksa zevkinize göre davranıp cinsel arzularınızı tatmin etmenin ne günahı olabilir?"
21 Ve "Allah şahidimdir ki, bunu sırf sizin iyiliğiniz için yapıyorum!" diye onlara yemin etti.
22 Böylece ikisini aldatarak yasağı çiğnemelerine sebep oldu ve onları, içinde bulundukları o yüce makamdan aşağıya indirdi. Şöyle ki:

Âdem ile Havva sözü edilen ağaçtan tadar tatmaz, her ikisine de mahrem yerleri gözüktü. Bunun üzerine utanç duygusuna kapılarak mahrem yerlerini kapatmak için cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar. Bunun üzerine Rab'leri onlara şöyle seslendi: "Ben size o ağacın meyvesini yasaklamamış mıydım? Ve o şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır, dememiş miydim? Niçin emir ve uyarılarımı göz ardı edip kendinizi felâkete sürüklediniz?"

Böylece Âdem ile Havva, kıyamete kadar insanlara musallat olacak baş düşmanları İblis'le bu ilk karşılaşmalarında imtihanı kaybettiler. Fakat umutsuzluğa düşmediler. Günahlarını bir başka günahla telâfi yoluna da gitmediler. Aksine, hatalarını itiraf ederek Rab'lerine yönelip O'nun sonsuz merhametine sığındılar:
23 İkisi de, "Ey yüce Rabb'imiz!" dediler, "Biz kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet buyurmazsan, hiç şüphesiz kaybedenlerden olacağız."

Bunun üzerine Allah onları bağışladı. Sonra da, asıl yaratılış gayeleri olan halifelik görevini yerine getirmeleri için cennetten çıkarıp yeryüzüne gönderdi:
24 Allah, insana ve şeytana seslenerek, "Birbirinize düşman olarak cennetten çıkıp yeryüzüne inin! Artık yeryüzüne yerleşecek ve belli bir süreye kadar oranın nimetlerinden yararlanacaksınız." dedi.
25 Ve ekledi: "Orada yaşayacak, orada ölecek ve yeniden diriliş için yine oradan çıkarılacaksınız."
26 Ey Âdemoğulları! Size, hem mahrem yerlerinizi örtecek ve hem de güzel görünmenizi sağlayacak giysiler üretebilmeniz için gereken bilgi ve yeteneği bahşettik. Öyleyse, toplumda her türlü fuhşiyatın, sapık ilişkilerin ve cinsel sömürünün yaygınlaşmasına yol açan çıplaklık kültüründen uzak durun. Namus, iffet ve ahlâk gibi yüce değerleri pekiştirerek toplumsal çözülmenin ve yozlaşmanın önüne geçen, ayrıca sizi sıcaktan ve soğuktan koruyan ve daha zarif, daha güzel görünmenizi sağlayan elbiseler giyin. Fakat dış görünüşünüzü güzelleştirirken, kalp ve ruh güzelliğini de ihmal etmeyin. Unutmayın ki, elbiselerin en güzeli, kötülüklerden titizlikle kaçınarak dürüst ve erdemli bir insan olmak anlamına gelen takva elbisesidir.

İşte bunlar, Allah'ın ayetlerindendir. Bu ayetleri insanlara ulaştırın ki, düşünüp öğüt alsınlar.
27 Ey Âdemoğulları! Sakın şeytan, Âdem ve Havva adındaki ilk atalarınızın giysilerini üzerlerinden soyup mahrem yerlerini birbirlerine göstererek günah işlemelerine ve böylece cennetten çıkmalarına sebep olduğu gibi, sizi de kandırıp yoldan çıkarmasın!

Çok dikkatli olun! Zira şeytan ve dostları, sizin onları göremediğiniz bir boyuttan sizi görebilirler. Gerçek kimliklerini hissettirmeden ustalıkla aranıza sızar, hiç beklemediğiniz bir anda, akıl almaz yol ve yöntemlerle sizi aldatmaya çalışırlar. Üstelik insanlar arasından, onlarla işbirliği yapanlar da var. Doğrusu biz şeytanları, iman etmeyenlerin en yakın müttefiki, akıl hocası ve dostu hâline getirdik.

Bu yüzdendir ki:
28 Kâfirler ne zaman utanç verici bir iş yapsalar, sözgelimi Kâbe'yi çıplak olarak tavaf etmeye kalksalar, "Biz atalarımızdan böyle gördük, hem bunu bize emreden Allah'tır!" derler.

Onlara de ki: "Hayır! Allah çirkinliği ve edepsizliği emretmez! Aksine, güzelce örtünmenizi ve iffetli olmanızı emreder. Bu yüzden de, her insanı edep ve hayâ duygusuna sahip olarak yaratır. Ey inkârcılar! Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? O'nun emir ve hükümleri hakkında nasıl böyle cahilce konuşabiliyorsunuz?"
29 Ey İslâm davetçisi! De ki: "Rabb'im her türlü aşırılıktan kaçınmanızı, ölçülü ve dengeli davranarak adaleti yerine getirmenizi emretmiş ve sizden şunu istemiştir: Allah yolunda yapmanız gereken her işi, tam bir dikkat ve duyarlılık içinde yapın. Her secde makamında yüzünüzü kıble yönüne çevirin. Namaz kılarken, özellikle de ibadetin doruk noktaya ulaştığı secdeye varırken, tüm benliğinizle Rabb'inize yönelin. Tertemiz ve samimi bir inançla Allah'a bağlanarak O'na dua edin. Unutmayın ki, başlangıçta nasıl sizi O yarattıysa, yine sonunda O'na dönecek tüm yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz.
30 Bu uyarılar karşısında, insanlar farklı tavırlar gösterdiler. Allah da onlardan bir kısmını doğru yola iletti, bir kısmı ise sapıklığı hak etti. Çünkü onlar, cinlerden ve insanlardan birtakım şeytanları kendilerine Allah'tan başka rehber, yönetici ve dost edindiler. Üstelik bu hâlleriyle doğru yolda olduklarını sanıyorlar.
31 Ey Âdemoğulları! Hayatın her alanında, özellikle de her mescide gelişinizde, Kâbe'yi çıplak tavaf eden Arap müşriklerinin tam aksine, en güzel giysilerinizi giyinip süslerinizi takının. Dindarlığın ve takvanın ölçüsü olarak, kendinize ilâhî hükümleri ve aklı, sağduyuyu ölçü edinin. Bu ölçülere göre üstünüze başınıza, kılık kıyafetinize çekidüzen verin. Bilhassa giysilerin en güzeli olan takva elbisesini kuşanarak maddî ve manevî yönlerden kendinizi arındırın. Pejmürde bir hâlde dolaşarak veya kendinizi Allah'ın nimetlerinden yoksun bırakarak Allah'a yaklaşacağınızı sanmayın. Yiyin için, fakat harama yönelmek, yoksulun hakkını çiğnemek yahut ihtiyaçtan fazlasını harcayıp lükse kaçmak suretiyle israf etmeyin! Unutmayın ki, Allah israf edenleri sevmez!
32 Dünyanın güzelliklerinden ve meşru lezzetlerinden uzak durarak Allah'ın hoşnutluğunu kazanacaklarını sananlara de ki: "Allah'ın, kulları için yeraltı madenlerinden, denizlerin altından, bitki ve hayvanlardan çıkardığı süs eşyalarını ve tertemiz yiyecekleri haram kılan kimdir?"

Sözlerine devamla de ki: "Bunlar, aslında dünya hayatında kâfirler için değil, iman edenler için yaratılmış güzelliklerdir. Fakat imtihan hikmeti gereğince, hepsi bunlardan faydalanır. Diriliş Gününde ise bu nimetler yalnızca inananlara özgü olacak ve inkârcılar ondan mahrum bırakılacaktır."

Bakın, hakikat bilgisinin kıymetini bilen insanlar için, ayetleri işte böyle ayrıntılarıyla ve açıkça ortaya koyuyoruz!
33 De ki: "Gerçekte Rabb'im, ancak şunları haram kılmıştır:

İster açık ister gizli olsun, her türlü fuhuş ve ahlâksızlığı,

Allah'ın emir ve yasaklarını çiğneyerek günah işlemeyi,

Haksız yere başkalarının hak ve özgürlüklerine saldırmayı,

Haram helâl sınırlarını belirleme, değer yargıları oluşturma, emirlerine kayıtsız şartsız itaat edilme gibi konularda kendilerine yetki verildiğine dair Allah'ın Kitap veya Elçisi aracılığıyla hiçbir delil göndermediği varlıkları tanrısal niteliklerle yüceltip itaat edilecek mutlak otorite kabul ederek yahut servet, güç, makam, şöhret gibi değerleri hayatın biricik ölçüsü hâline getirerek O'na ortak koşmanızı,

Ve bilmediğiniz konularda Allah adına konuşmanızı haram kılmıştır!"

Bu haramları işleyen toplumlar, dünyada da âhirette de bunun cezasını çekeceklerdir. Fakat günah işlediler diye hemen helâk edilmeyecekler, kendilerine biraz mühlet verilecektir:
34 Her toplumun ilâhî-toplumsal yasalara göre belirlenmiş bir hayat süresi, yani bir eceli vardır. O ecelleri gelip çattı mı, ölüm vaktini ne bir an geciktirebilir, ne de öne alabilirler. Şu hâlde:
35 Ey Âdemoğulları! Şayet size kendi aranızdan, benim ayetlerimi size okuyan Peygamberler veya İslâm davetçileri gelecek olursa —ki her çağda gelecektir— her kim bu çağrıya uyarak kötülükten, günahtan sakınır ve davranışlarını düzeltirse, işte onlar Hesap Gününde ne korkuya kapılacaklar, ne de üzülecekler.
36 Ayetlerimizi yalan sayan ve buyruğumuza boyun eğmeyi gururlarına yediremeyerek onlara karşı büyüklük taslayanlara gelince, onlar da cehennem halkıdırlar ve sonsuza dek orada kalacaklardır.
37 Öyle ya, uydurduğu hükümleri Allah'a nispet ederek Allah adına yalan uyduran yahut O'nun ayetlerini inkâr edenlerden daha zalim kim olabilir? Bunlar, tüm canlılar için takdir edilmiş ilâhî yazgıdan paylarına düşeni alacak ve dünyanın gelip geçici nimetlerinden azıcık faydalanacaklardır.

Nihayet ölüm melekleri olan elçilerimiz canlarını almak üzere yanlarına gelince, onlara, "Allah'ı bırakıp da kendilerine yalvarıp yakardığınız varlıklar hani neredeler?" diye soracaklar. Buna karşılık onlar, pişmanlık ve çaresizlik içinde, "Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular!" diyecek ve hakikati inkâr etmiş olduklarına, son nefeslerinde bizzat kendileri şahitlik edecekler.
38 Ve Hesap Gününde Allah, "O hâlde, sizden önceki inkârcı cin ve insan toplulukları ile birlikte siz de girin ateşe!" diyecek.

Her topluluk ateşe girerken, dünyada imrenip peşinden gittikleri ve inanç yönüyle kardeşleri sayılan topluluğa lânetler yağdıracak. Nihayet hepsi birbiri ardınca gelip orada toplanınca, arkadan gelenler, önden giden ve sonrakilere yol gösteren öncü toplumlar hakkında, "Ey Rabb'imiz, bizi yoldan çıkaranlar işte bunlardı, onları iki kat ateş azabıyla cezalandır!" diyecekler.

Buna karşılık Allah, "Evet, sizden öncekiler hem kendileri yoldan çıktığı hem de arkadan gelenlere kötü örnek olup onların yoldan çıkmasına sebep olduğu için iki kat ceza çekecekler. Fakat siz de aynı şekilde başkalarının sapmasına sebep oldunuz. Bu yüzden, her birinize iki kat azap var. Fakat siz bunun farkında değilsiniz. Nicelerinin sizden etkilenip kötülüğe yöneldiğini de bilmiyorsunuz." diyecek.
39 Bunun üzerine öncekiler, sonrakilere diyecekler ki: "Sizin bizden bir üstünlüğünüz yok. Öyleyse, yaptıklarınızdan dolayı cehennem azabını bizimle birlikte tadın!"
40 Ayetlerimizi yalan sayan ve buyruğumuza boyun eğmeyi gururlarına yediremeyerek onlara karşı büyüklük taslayanlar var ya, göğün rahmet kapıları onlara asla açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçmedikçe, onlar da cennete giremeyeceklerdir. Devenin iğne deliğinden geçmesi nasıl mümkün değilse, inkârcıların da cehennemden çıkıp cennete girmeleri öyle imkânsızdır. İşte biz, suçluları böyle cezalandırırız.
41 Altlarında ateşten döşekler, üstlerinde de yine ateş, alev ve dumandan örtüler olacaktır. İşte zalimleri böyle cezalandırırız.
42 İman eden ve bu imanın gereği olarak güzel işler yapanlara gelince —ki biz hiç kimseye gücünün yetmeyeceği sorumluluğu yüklemeyiz—onlar da cennet halkıdırlar ve sonsuza dek orada kalacaklardır.
43 Onları cennete koyarken, kalplerinde haset, öfke ve kin namına ne varsa hepsini söküp almışızdır. Böylece, her türlü olumsuz duygu ve düşünceden arınmış olarak cennete girmişlerdir. Etraflarında yemyeşil ağaçlar ve türlü nimetler bulunmakta, altlarından ırmaklar akmaktadır.

Rab'lerine el açıp yalvararak, "Bizi bu harika cennet yurduna eriştiren Allah'a şükürler olsun! O bize yol göstermeseydi, biz kendi başımıza doğru yolu asla bulamazdık. İşte bizzat gözlerimizle görüyoruz ki, Rabb'imizin elçileri hakikati bildirmişler." derler.

Ve ardından, Allah tarafından şöyle nida edilir: "İşte dünyadaki gayret ve çabalarınızın karşılığı olarak size bahşedilen cennet budur!"
44 Cennet halkı cehennem halkına seslenerek: "Ey kâfirler! Biz Rabb'imizin bize verdiği bütün sözlerin gerçek olduğunu gördük. Nasıl, siz de Rabb'inizin verdiği sözlerin doğru çıktığını gördünüz mü?" diye sorarlar.

Cehennemdekiler ise, "Evet, bunu bizzat yaşayarak gördük!" derler. Bunun üzerine, aralarında bulunan bir çağrıcı melek şöyle seslenecek: "Allah'ın lâneti, zalimlerin üzerine olsun!"
45 "İnsanları Allah'ın yolundan engelleyen, sinsi propagandalarla doğru yolu çarpıtmaya çalışan ve ilâhî adaletin tecelli edeceği âhiret hayatını inkâr eden o zalimlerin üzerine!"
46 Cennet halkıyla cehennem halkı arasında, iki grubu birbirinden ayıran bir perde olarak yüksek bir sur (57. Hadid: 13) vardır. Bu surun Ârâf denilen burçları üzerinde ise, kendilerine daha baştan cennete kesinlikle girecekleri müjdesi verilen Peygamberler, şehitler ve âlimler gibi seçkin insanlar olacaktır. Allah'ın bu has kullarına bir lütuf ve ikram olarak, o günkü muhteşem manzarayı dışarıdan ve yukardan seyretme imkânı verilecektir. Bunlar cennetlik ve cehennemlik her insanı çehresinden tanıyacaklar. Henüz cennete girmemiş olan, fakat oraya gireceklerini ümit eden cennet halkına seslenerek, "Selâm sizlere! Müjdeler olsun, kurtuluşa erdiniz!" diyecekler.
47 Bakışları cehennem halkına doğru çevrilince de, "Aman ya Rab!" diye yalvaracaklar, "Bizi bu zalim toplulukla beraber eyleme!"
48 Surun yüksek burçlarında her yanı seyreden bu Ârâf halkı, simalarından tanıdıkları bazı cehennemlik kişilere şöyle seslenecekler: "Gördünüz ya, ne o güvendiğiniz malınız, servetiniz, ordularınız ve topluluğunuz kurtarabildi sizi, ne de o anlamsız gurur ve kibriniz!"

Sonra inkârcılara, dünyadayken alay edip aşağıladıkları zayıf müminleri göstererek soracaklar:
49 "Sizin bir zamanlar, ‘Allah lütuf ve rahmetini böyle yoksul ve çaresiz kimselere vermez!' diye yemin ettiğiniz insanlar bunlar mı?" diye soracaklar. Sonra o cennetliklere dönerek, "Haydi girin cennete, artık size korku yok ve siz üzülecek de değilsiniz." diyecekler.
50 Derken cehennem halkı, cennet halkına yalvararak, "Ne olur, bize biraz su verin yahut Allah'ın size bahşettiği yiyeceklerden birazını gönderin!" diye feryat edecekler. Cennetlikler ise onlara, "Hayır, Allah bu nimetleri kâfirlere yasaklamıştır!" diyecekler.
51 O kâfirler ki, Allah'ın kendilerine gönderdiği inanç sistemini ve hayat tarzını alay konusu yaparak dinlerini oyun ve eğlence hâline getirmişlerdi. Ayrıca, ilâhî ölçüleri reddedip nefislerini ilâhlaştırarak arzu ve heveslerini din hâline getirmişlerdi. Ve dünya hayatının o süs ve cazibesi onları aldatıp doğru yoldan saptırmıştı.

Onlar bu güne ulaşacaklarını nasıl göz ardı edip unuttular ve ayetlerimizi bile bile nasıl inkâr ettilerse, biz de bugün onları öyle göz ardı edip unutacağız.
52 Oysa biz onlara, iman edecek bir topluma yol gösterici ve rahmet kaynağı olarak tam bir hikmet ve bilgiyle bölümler hâlinde açıkladığımız mükemmel bir kitap göndermiştik.
53 Ama o zalimler, ayetlerimizi bilerek inkâr ettiler. Onlar Kur'an'a iman etmek için ille de onun haber verdiği kıyamet, mahşer, hesap, cehennem, azap gibi şeylerin gerçekleşmesini mi bekliyorlar?

İyi bilin ki, onun haber verdiği şeyler ortaya çıktığı gün, vaktiyle bunları hiçe sayıp unutmuş olanlar pişmanlık ve çaresizlik içinde şöyle diyeceklerdir:

"Eyvah, demek Rabb'imizin elçileri bize gerçeği bildirmişler!"

"Ah, keşke Allah katında sözü geçen şefaatçilerimiz olsaydı da, azaptan kurtulmamız için bize şefaat etselerdi."

"Yahut dünyaya geri gönderilseydik de, daha önce yaptıklarımızdan farklı işler yapsaydık!"

İşte, böylece kendi elleriyle kendilerini felâkete mahkûm ettiler ve şefaatçi diye uydurdukları o sahte ilâhları, onları yüzüstü bırakıp kayboldu.
54 Gerçek şu ki, sizin yegâne sahibiniz, efendiniz, yöneticiniz, yani Rabb'iniz Allah'tır! Milyarlarca galaksiden oluşan gökleri ve sayısız nimetlerle donatılmış yeryüzünü her biri milyonlarca yıl süren altı günde yaratan, fakat sonra bir kenara çekilip mahlûkatı kendi kaderiyle baş başa bırakmayan, aksine, gerek evreni idare etmek, gerekse inanç, hukuk ve ahlâk kurallarını belirlemek üzere kâinatın mutlak hâkimi olarak Egemenlik Tahtına oturan O'dur!

Gündüzü, durmaksızın kendisini takip eden gece ile bürüyüp örten O'dur.

Emrine ve koyduğu yasalara boyun eğen Güneş'i, Ay'ı ve diğer bütün yıldızları yaratan ve yönlendiren yine O'dur.

Dikkat edin, iyi dinleyin: Yaratma kudreti ve emretme yetkisi, tamamen ve yalnızca O'na aittir.

Tüm varlıkların gerçek sahibi ve Efendisi olan Allah, ne yücedir! Öyleyse:
55 Rabb'inize, gönülden bir yakarışla ve gizlice dua edin. Dua ederken, Allah'ı anarken bağırıp çağırarak veya bunu bir gösteriye dönüştürerek saygı sınırlarını aşmayın! Kuşkusuz O, sınırı aşanları sevmez.
56 İlâhî yasalarla yeryüzünde düzen ve denge kurulmuşken, orada sakın bozgunculuk çıkarmayın! Allah'ın azabından korkarak ve rahmetini ümit ederek O'na yalvarın. Korku anında ümitsizliğe, ümit anında gaflete kapılmayın.

Gerçek şu ki, Allah'ın bereket ve rahmeti, iyilik edenlere pek yakındır.
57 O Allah ki, engin lütuf ve rahmetinin tecellisi olan yağmurların önünde nimet ve bereket müjdecisi olarak rüzgârları gönderir.

Nihayet bu rüzgârlar, su taneciklerinden oluşan ve havadan daha ağır olan yağmur yüklü bulutları yüklenip kaldırınca, onu susuzluktan toprağı çatlamış, bitki örtüsü kurumuş ölü bir bölgeye sürükleriz.

O bulutlarla, çorak topraklara hayat veren yağmurlar yağdırır ve böylece orada çeşit çeşit ürünler yeşertiriz.

İşte biz, aynı hayat verici kudretimizle ölüleri de Mahşer Günü böyle diriltip çıkaracağız. Böyle canlı ve anlaşılır misallerle hakkı ortaya koyuyoruz ki, düşünüp ibret alasınız!

İşte Kur'an ayetleri de, tıpkı rahmet yağmurları gibi ölü kalplere hayat verir. Fakat gönlünü hakikate kapamış, kibir ve bencilliğin kölesi olmuş insanlar, bu rahmet hazinesinden bir şey alamazlar. Nitekim:
58 Toprağı güzelce işlenmiş, tohumu ekilmiş verimli arazi, yağmuru görür görmez Rabb'inin izniyle bereketli ürünler yetiştirir.

Ekime elverişli olmayan çorak ve bakımsız toprağa gelince, ne kadar yağmur yağarsa yağsın, çalı diken gibi cılız ve faydasız bitkilerden başka bir şey bitirmez.

Şükredecek bir toplum için, işte ayetleri böyle herkesin anlayacağı çeşitli ve zengin örneklerle açıklıyoruz.

İnsanlık tarihi boyunca, her Peygamber bu gerçeği dile getirmişti:
59 Gerçekten biz Nuh'u, kendi halkına ilâhî mesajı bildiren bir elçi olarak gönderdik. Nuh, "Ey halkım!" demişti, "Allah'a gönülden boyun eğin ve yalnızca O'na kulluk edin! Zira sizin O'ndan başka emrine kayıtsız şartsız itaat edeceğiniz bir efendiniz, bir ilâhınız yoktur! Doğrusu ben sizin için, zalimleri helak edecek olan büyük bir günün azabından korkuyorum!"
60 Halkın alın terini sömürerek kurdukları kölelik sisteminin yıkılacağından, böylece alışageldikleri lüks ve refah dolu yaşantının sona ereceğinden endişe eden toplumun ileri gelenleri, menfaatlerine aykırı gördükleri bu çağrıyı etkisiz kılmak amacıyla Nuh'un karşısına dikilerek, "Doğrusu biz seni, apaçık bir yanılgı ve sapma içinde görüyoruz!" dediler.
61 Nuh, "Ey halkım!" dedi, "Siz de gayet iyi bilirsiniz ki, benim bu sözlerimde bir yanılgı, bir sapma yoktur. Tam aksine ben, Âlemlerin Rabb'i tarafından görevlendirilmiş bir elçiyim. Bu durumda siz beni değil, bana bu görevi veren Rabb'imi suçlamış oluyorsunuz."
62 "Çünkü ben size kendi görüşlerimi veya kuruntularımı değil, doğrudan doğruya Rabb'imin mesajlarını iletiyor ve size güzelce öğüt veriyorum. Ayrıca, Allah tarafından bana vahiy aracılığıyla bildirilen ilim sayesinde, sizin bilmediğiniz kıyamet, âhiret, cennet, cehennem gibi gerçekleri biliyorum."
63 "Ey halkım! Sizi dehşet verici bir günün azabına karşı uyarsın da aklınızı başınıza alıp inkârdan, zulümden, ahlâksızlıktan sakınıp korunasınız ve böylece ilâhî lütuf ve merhamete lâyık olasınız diye kendi içinizden bir adam aracılığıyla Rabb'inizden size öğüt verici bir mesaj gelmesine mi şaşıyorsunuz? Evrenin her zerresini kontrol ve idare eden, tüm ihtiyaçlarınızı gözeterek yeryüzünü sayısız nimetlerle donatan Allah'ın, ruh dünyanızı ve toplumsal hayatınızı şekillendirmek üzere, seçtiği elçileri aracılığıyla size kanun ve ilkeler göndermesini niçin yadırgıyorsunuz?"
64 Fakat onlar, bunca öğüt ve uyarılara rağmen onu yalancılıkla suçladılar. Bunun üzerine, tüm ülkeyi sular altında bırakan büyük bir tufan gönderdik ve hem onu, hem de onunla birlikte gemiye binen müminleri boğulmaktan kurtardık. Ayetlerimizi inkâr edenleri ise sulara gömerek boğduk. Çünkü onlar, gerçekten kalpleri katılaşmış, gönül gözleri kör olmuş inatçı, zalim ve azgın bir toplum idiler.

Ve aradan yıllar geçti, yeni nesiller geldi. İsimler ve şekiller değişti, fakat değişmeyen tek şey vardı: Hak ile batılın amansız mücadelesi:
65 Ad kavmine de, kardeşleri gibi yakından tanıdıkları arkadaşları ve soydaşları Hud'u elçi olarak gönderdik. Hud, "Ey halkım!" dedi, "Allah'a gönülden boyun eğin ve yalnızca O'na kulluk edin! Zira sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur! Artık dürüst ve erdemlice bir hayat yaşayarak kötülükten, günahtan korunmayacak mısınız?"
66 Halkının ileri gelen inkârcıları, "Doğrusu biz senin dar kafalı bir çılgın, ham hayaller peşinde koşan bir meczup olduğunu düşünüyoruz. Bize öyle geliyor ki, sen yalancının birisin!" dediler.
67 Hud, "Ey halkım!" dedi, "Ben kesinlikle kendini bilmez veya dar kafalı biri değilim. Tam aksine, Âlemlerin Rabb'i tarafından gönderilmiş bir elçiyim."
68 "Ben size kendi görüşlerimi değil, doğrudan doğruya Rabb'imin mesajlarını iletiyorum. Emin olun ki, ben size güzelce öğüt veren ve iyiliğiniz için çırpınan gerçek bir dost, güvenilir bir kimseyim."
69 "Dehşet verici bir günün azabına karşı sizi uyarması için, kendi içinizden bir adam vasıtasıyla Rabb'inizden size öğüt verici bir mesajın gelmesine mi şaşıyorsunuz?"

"Unutmayın ki, Allah Nuh kavminin yok edilişinin ardından size büyük bir güç ve yetenek armağan ederek bu topraklarda egemen olmanızı sağlamıştı."

Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın ve bu nimetlerin şükrünü eda etmek üzere Rabb'inize gereğince kulluk edin ki, hem dünyada hem ahirette mutluluk ve kurtuluşa erebilesiniz."
70 Onlar bu güzel çağrıya karşılık şöyle dediler: "Sen bize bir tek Allah'a kulluk edelim ve atalarımızın tapmakta olduğu tanrıları bırakalım diye mi geldin? Gerektiğinde kendileri adına hükümler uydurup halkı çıkarlarımız doğrultusunda yönlendirebileceğimiz tanrıları bırakmamızı ve bir tek Allah'a kulluk etmemizi mi istiyorsun bizden? Bir de kalkmış, öğütlerini dinlemediğimiz takdirde dünya ve âhirette cezaya çarptırılacağımızı söylüyorsun. Eğer iddianda doğru isen, haydi bize savurduğun tehditleri gerçekleştir de görelim!"
71 Bunun üzerine Hud, "O hâlde," dedi, "Rabb'iniz tarafından inkârcılara vadedilen bir belânın ve dehşet verici bir gazabın tepenize inmesi artık kaçınılmaz olmuştur."

"Demek siz, kendilerine ilâhî bir yetki verildiğine dair haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, yetki alanlarını, kudret sınırlarını, verdikleri ve verecekleri hükümleri, kısaca sahip oldukları tüm özellikleri sizin ve atalarınızın belirleyerek uydurduğu hayal ürünü birtakım isimler hakkında benimle tartışıyorsunuz, öyle mi?"

"Madem küstahlıkta bu kadar ileri gittiniz, o hâlde başınıza gelecekleri bekleyin. Hiç şüphe yok ki, ben de sizinle birlikte beklemekteyim!"
72 Derken, engin lütuf ve rahmetimiz sayesinde onu ve beraberindeki müminleri zalimlerin elinden kurtardık.

Ayetlerimizi yalanlayıp inkârda diretenlere gelince, tam yedi gece sekiz gün süren korkunç bir fırtınayla (69. Hâkka: 7) hepsinin kökünü kazıdık!

Ve zamanla inkârcılık, yeniden ortaya çıktı. İşte, insanlığın yaşadığı ibret verici olaylardan bir başka kesit:
73 Sonra Semud halkına, kardeşleri gibi yakından tanıdıkları soydaşları Salih'i elçi olarak gönderdik.

Salih, "Ey halkım!" dedi, "Allah'a gönülden boyun eğin ve yalnızca O'na kulluk edin! Zira sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur!"

"Bakın, Rabb'inizden size, benim Peygamberliğimi kesin olarak ispatlayan apaçık bir mucize gelmiş bulunuyor:

Allah'ın sizi sınamak üzere gönderdiği şu deve, sizin için hem dürüstlük ve samimiyetinizi sınayan bir imtihan, hem de gerçek Peygamberi tanımanızı sağlayan apaçık bir mucizedir. Bu sahipsiz deveye karşı tavrınız, kaba kuvvete başvurarak zayıf ve çaresiz insanları ezme huyundan vazgeçip geçmediğinizi ortaya koyan bir ölçü olacaktır. O hâlde, onu bırakın Allah'ın arzında serbestçe otlasın ve sakın ona zarar vermeye kalkmayın, aksi hâlde can yakıcı bir azap sizi yakalayacaktır!"
74 "Unutmayın ki, Allah Âd kavminin yok edilişinin ardından, sizin Hicr bölgesinde egemen güç olmanızı sağladı ve size bu diyarda nice imkânlar bahşetti. Öyle ki, ülkenin geniş ovalarında muazzam saraylar dikiyor, dağlarını yontarak güvenli evler inşa ediyorsunuz.

Şu hâlde, Allah'ın nimetlerini hatırlayın da, yeryüzünde inkârı, zulmü, ahlâksızlığı yaygınlaştırarak bozgunculuk yapmayın!"
75 Salih'in bu çağrısına karşılık, halkı içerisinden, onların emeğini sömürerek elde ettikleri güç ve servetle küstahça üstünlük taslayan ve Allah'a boyun eğmeyi kibirlerine yediremeyen ileri gelenler, ezilmiş ve geri bırakılmış kesimdeki inançlı insanlara, "Siz gerçekten de Salih'in Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber olduğunu mu düşünüyorsunuz? Sakın o, sizi kullanarak iktidarı ele geçirmek isteyen bir maceraperest olmasın?" dediler.

Onlar da, "Doğrusu biz, onun aracılığıyla gönderilen o dosdoğru inanç sistemine yürekten inanıyoruz!" diye cevap verdiler.
76 Buna karşılık üstünlük taslayanlar, "Fakat biz, sizin bu inandıklarınızı kesinlikle reddediyoruz! Biz toplumsal ve bireysel hayatımızı Allah'tan gelen kurallarla değil, arzu ve heveslerimiz doğrultusunda belirlediğimiz kurallarla düzenleriz. Adalet, doğruluk, erdemlilik, fedakârlık, hak, hukuk gibi sözlerin bizim nazarımızda hiçbir değeri yoktur. Biz güç ve saltanata inanırız!" dediler.
77 Ardından da Rab'lerinin emrine başkaldırdılar Allah'a itaatin sembolü olarak ortalıkta dolaşan ve yaşadığı sürece Salih'in peygamberliğinin apaçık bir kanıtı olan deveyi kesip öldürdüler.

Üstelik Salih'e meydan okuyarak, "Ey Salih!" dediler, "Eğer sen gerçekten Peygamber isen, haydi bizi tehdit edip durduğun şu azabı getir de görelim!"
78 Bunun üzerine, Salih'i ve beraberindeki müminleri oradan çıkardık. İnkârcılara gelince, ansızın dehşet verici bir gürültüyle patlayarak şehrin altını üstüne getiren korkunç bir sarsıntı çarpıverdi onları. Böylece, düne kadar güven içinde oturdukları yurtlarında oldukları yere cansız bir hâlde serildiler.
79 Salih, uzaktan gördüğü bu dehşet verici manzara karşısında bakışlarını öteye çevirerek, "Ey benim isyankâr halkım, ne olurdu sözümü dinleyip zulüm ve haksızlıklardan vazgeçseydiniz! Oysa ben size Rabb'imin mesajını iletmiş, bu korkunç akıbetten kurtulmanız için size içtenlikle öğüt vermiştim! Ne var ki, siz öğüt verenlerden hiç hoşlanmıyorsunuz!" dedi.
80 Lut'u da, erkek erkeğe sapık ilişkilere giren azgın bir toplumu uyarması için görevlendirmiştik. Hani Lut halkına şöyle seslenmişti: "Ey halkım! Sizden önce dünyada hiç kimsenin yapmadığı bir hayâsızlığı mı yapıyorsunuz?"
81 "Aman Allah'ım! Demek siz kadınları bırakıyor da, cinsellik arzunuzu tatmin etmek için erkeklere yöneliyorsunuz, öyle mi? Doğrusu siz, gerçekten sınırı aşmış bir topluluksunuz!"
82 Fakat halkının bu uyarıya cevabı, "Çıkarın şunları şehrinizden! Bunlar ne kadar da temiz insanlarmış böyle!" demekten başka bir şey olmadı.

Böylece, Lut ile halkı arasında yıllar sürecek zorlu bir mücadele başladı. Fakat inkârcılar, tüm uyarılara rağmen ilâhî davetten yüz çevirdiler ve azıttıkça azıttılar.
83 Bunun üzerine, onu ve ailesini azap gelmeden önce şehirden çıkararak kurtardık. Ancak karısı hariç; çünkü o, kâfirlerin zulmünü onaylayarak o zalimlerle birlikte kalmayı tercih etmişti.
84 Ve o zalim insanların üzerine, helak edici azap taşlarını yağmur gibi yağdırdık! İşte bu ibret verici olaya bir bakın da, suçluların cezasının nasıl olduğunu görün.
85 Sonra Medyen halkına, kardeşleri gibi yakından tanıdıkları soydaşları Şuayb'ı elçi olarak gönderdik.

Şuayb, "Ey halkım!" dedi, "Allah'a gönülden boyun eğin ve yalnızca O'na kulluk edin! Zira sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur!"

"İşte Rabb'inizden size, hakikati tüm berraklığıyla ortaya koyan apaçık bir delil olarak ilâhî mesaj gelmiş bulunuyor."

"O hâlde, ölçü ve tartıda adaleti gözetin ve hiç kimsenin hakkını çiğnemeyin!"

"Yeryüzünde ilâhî yasalarla düzen ve denge kurulmuşken, sakın orada bozgunculuk çıkarmayın! İnsanı vahyin rehberliğinden uzaklaştırarak onu inkâr, zulüm ve ahlâksızlık bataklığına sürüklemeyin!"

"Eğer gerçekten inanıyorsanız, sizin dünya ve ahiret kurtuluşunuz için en hayırlısı budur."
86 "Ey halkım! İnananları baskı ve tehditlerle Allah'ın yolundan çevirmek ve iftiralarla, yalanlarla bu yolu insanların gözünde eğri göstermek için öyle her köşe başında pusuya yatmayın!"

"Hatırlayın, bir vakitler sayıca az idiniz de, Allah sizi çoğaltarak güçlü, zengin ve müreffeh bir toplum yaptı. Sizden önce yeryüzünde bozgunculuk çıkaranların sonu nice olmuş, insanlık tarihine bir bakın da ibret alın!"
87 "Ey halkım! Madem içinizden bir grup benim getirdiğim bu hakikate iman ederken bir kısmınız inkâr etti, o zaman Allah aramızda hükmünü verip zalimleri helak edinceye kadar bekleyin! Kuşkusuz O, hükmedenlerin en hayırlısıdır."
88 Şuayb'ın bu sözlerine karşılık, halkının büyüklük taslayan ileri gelenleri, "Ey Şuayb!" dediler, "Ya bizim hayat tarzımıza tamamen uyup dinimize dönersiniz ya da seni ve seninle birlikte iman edenleri yurdumuzdan sürüp çıkarırız! Ya bunu böylece kabul eder, bizi sever, bizimle birlikte bizim gibi aynı hayatı yaşarsınız ya da çeker gider, ülkemizi terk edersiniz!"

Bunun üzerine Şuayb, "Peki, biz istemesek de mi bizi dinimizden döndüreceksiniz? Zorla, baskıyla kalplerimize hükmedebileceğinizi mi sanıyorsunuz?" diye cevap verdi. Ve ekledi:
89 "Allah bizi şu batıl dininizden kurtardıktan sonra tutup ona yeniden dönecek olursak, gerçekten doğru ile yanlışı birbirine karıştırmış ve açıkça Allah'a iftira etmiş oluruz."

"Oysa her şeye kadir olan Rabb'imiz Allah sapmamızı dilemediği sürece —ki O asla bunu dilemez— bizim inkârcılığa dönmemiz söz konusu bile olamaz."

"Unutmayın, insanoğlunun bilgisi sınırlıdır, fakat Rabb'imizin sonsuz ilmi her şeyi kuşatmıştır."

"Bu yüzden biz, yalnızca O'na güveniriz."

Şuayb Peygamber hakikati bile bile reddeden bu inatçı kâfirlerin imana geleceğinden iyice ümit kesince, Allah'a el açıp söyle yalvardı:

"Ey Rabb'imiz, bizimle şu zalim halkımız arasında hükmünü ver. Hiç şüphesiz sen, hüküm verenlerin en hayırlısısın."
90 Halkının inkâr eden ileri gelenleri, müminleri ikna yoluyla dinlerinden vazgeçiremeyeceklerini anlayınca, bu kez onlara tehditler savurarak —ki küfrün değişmez mantığıdır bu—  "Eğer Şuayb'a itaat edecek olursanız, kesinlikle hüsrana uğrarsınız!" dediler.
91 Derken, ansızın dehşet verici bir gürültüyle patlayan ve şehrin altını üstüne getiren korkunç bir sarsıntı çarpıverdi onları; böylece, cansız bir hâlde oldukları yere serildiler.
92 Şuayb'ı yalancılıkla suçlayanlar... Onlar değildi sanki, düne kadar yurtlarında şen şakrak dolaşanlar!

Evet, Şuayb'ı yalanlayanlar... Asıl kendileri olmuştu, korkunç felâkete uğrayanlar!
93 Bunun üzerine Şuayb, gördüğü bu dehşet verici manzara karşısında yüzünü öteye çevirerek, "Ey benim isyankâr halkım!" dedi, "Ne olurdu, sözümü dinleyip zulümden vazgeçseydiniz! Oysa ben size Rabb'imin mesajını iletmiş ve bu feci akıbetten kurtarmak için içtenlikle öğüt vermiştim. Fakat böylesine azgın ve inkârcı bir toplum için artık nasıl üzülebilirim?"
94 Dinle, ey insan! Biz hangi ülkeye bir Peygamber veya davetçi gönderdiysek, mutlaka o ülke halkını yoksulluk ve benzeri sıkıntılarla imtihan etmişizdir ki, gaflet uykusundan uyansınlar da, ne kadar aciz olduklarını idrak ederek Allah'a yönelip O'na yalvarsınlar.
95 Derken bir süre sonra bu kötü durumu kaldırıp onun yerine güzellikler veririz. Nihayet refah seviyeleri iyice yükselince, yavaş yavaş azgınlaşmaya başlayarak, "Atalarımız da zaman zaman böyle sıkıntılı ve sevinçli anlar yaşamışlardı. Demek ki bu olaylar ilâhî bir uyarı, imtihan veya ceza değil, tamamen tesadüflere bağlı olarak öteden beri süregelen basit tabiat hadiseleri ve sosyal olaylardan ibaretmiş." derler. Böylece, Allah'ın emirlerini bir kenara atıp yeryüzünde fesat çıkarırlar. Bunun üzerine, hiç beklemedikleri bir anda, şiddetli bir azap ile onları ansızın yakalayıveririz!
96 Oysa helâk edilen ülkelerdeki toplumlar, elçilerinin getirdiği hakikate iman edip dürüst ve erdemlice davranarak kötülüklerden sakınmış olsalardı, onları elbette helâk etmezdik. Tam tersine, yerin ve göğün bütün nimet ve bereketlerini önlerine sererdik.

Ne var ki, onlar hakikati bile bile inkâr ettiler, biz de onları yaptıklarından dolayı cezalandırdık!
97 Peki, şu anda yeryüzünde hüküm süren dünya toplumları, geceleyin uyurlarken azabımızın ansızın gelip tepelerine çökmeyeceğinden nasıl emin olabiliyorlar?
98 Veya bu dünya toplumları, gündüz vakti dünyanın zevk ve nimetlerine dalmış bir hâlde oyalanıp dururlarken, azabımızın güpegündüz gelip çatmayacağından nasıl emin olabiliyorlar?
99 Evet, Allah'ın plânından ve bu plân uyarınca mutlaka gelecek olan azabından nasıl emin olabiliyorlar? Oysa ancak hüsrana mahkûm olmuş bir toplum, kendisini Allah'ın plânına karşı güvende hissedebilir.
100 Önceki nesillerin helâk oluşunun ardından bugün bu ülkelerde egemenlik sürenler şu gerçeği hâlâ kavrayamadılar mı ki, şayet dileseydik, işledikleri günahlar yüzünden pekâlâ onları da cezalandırabilirdik. Yahut kalplerini mühürlerdik de, değil hakikate iman etmek, onu işitemezlerdi bile.
101 Ey Peygamber ve onun izinden giden Müslüman! İşte böylece sana, geçmişte helâk edilmiş bu toplumların yaşadığı olaylardan bir bölümünü anlatıyoruz.

Gerçekten de Peygamberleri, hakikatin bütün delillerini ortaya koyarak onlara mucizeler göstermiş, apaçık deliller getirmişlerdi.

Ne var ki, onlar başlangıçta bir kere inkâr ettikleri hakikate, kibir ve inatları yüzünden bir türlü inanmaya yanaşmadılar.

Allah, hakikati bile bile reddeden bu gibi inkârcıların kalplerini işte böyle mühürler.
102 Çünkü biz onların çoğunda, en ufak bir doğruluk, dürüstlük ve vefakârlık görmedik. Tam tersine, pek çoklarının sözünde durmayan, ahlâksız ve yoldan çıkmış günahkâr kimseler olduğunu gördük.
103 Derken onların ardından, Musa'yı hakikati açıkça ortaya koyan mucize ve ayetlerimizle birlikte Firavuna ve onun önde gelen yöneticilerine gönderdik.

Fakat onlar, mucizeler karşısında düştükleri acizliği idrak etmelerine rağmen, emrimize isyan ederek ayetlerimize karşı zalimce bir tutum takındılar. O halde bak, bozguncuların sonu nasıl olmuş:
104 Musa, "Ey Firavun!" dedi, "Ben Mısır'ın ve tüm âlemlerin gerçek sahibi, efendisi ve Rabb'i olan Allah tarafından size gönderilmiş bir elçiyim!"
105 "Allah hakkında gerçek dışında bir şey söylememek, benim için bir insanlık ve kulluk borcudur. Benim görevim, Allah'ın bana bildirdiği hakikati dile getirmekten başka bir şey değildir.

Bakın, sözlerimin doğruluğunu ispatlamak üzere size Rabb'inizden apaçık bir delil getirdim.

O hâlde, şu köleleştirmiş olduğun İsrailoğulları'nı bırak da, benimle birlikte Mısır'dan çıkıp atalarının yurdu olan Filistin'e gelsinler."
106 Firavun, "Gerçekten bir mucize getirdiysen, haydi onu göster bakalım, eğer doğru söylüyorsan!" dedi.
107 Bunun üzerine Musa asasını yere atıverdi. Bir de ne görsünler, o cansız değnek, kocaman bir yılana dönüşmüş!
108 Ve elini koynuna sokup çıkardı; bir de ne görsünler, koynuna sokmadan önce normal olan eli, şimdi görenlere hayranlık verecek derecede ışıl ışıl, bembeyaz!

Böylece Firavunun ve adamlarının, Musa'nın doğru söylediğine dair en ufak bir kuşkuları kalmadı. Fakat kibir ve ihtirasları onları imandan alıkoydu. Bu yüzden Musa'nın davetini etkisiz kılmak amacıyla plânlar kurmaya başladılar:
109 Firavun'un halkından önde gelen toplumda söz sahibi kimseler, "Bu adam," dediler, "olsa olsa işini iyi bilen bir sihirbazdır."
110 "Tek amacı, tahtınızı ele geçirip sizi yurdunuzdan çıkarmak." Bunun üzerine Firavun, "Peki, teklifiniz nedir?" diye onlara sordu.
111 Dediler ki: "Yılana dönüşen bu asa Musa'nın elinde olduğu sürece, onu öldürmemize imkân yok. Hadi öldürdük diyelim, o zaman da İsrailoğulları isyan edecektir ki, bunu asla göze alamayız. İyisi mi, onu ve kardeşini bir süre oyala, bu arada tüm ülkeye haberciler gönder ki,"
112 "Bütün usta ve maharetli sihirbazları toplayıp senin huzuruna getirsinler. Sonra onları ve Musa'yı halkın huzurunda yarıştıralım. Nasıl olsa halk, sihirbazların göz boyaması ile Peygamberin mucizesi arasındaki farkı ayırt edemez. Ancak bu şekilde Musa'nın taraftar toplamasına engel olabiliriz."

Bu teklif kabul edildi ve plân uygulanmaya başlandı:
113 Ülkenin dört bir yanından getirilen sihirbazlar, Firavun'un huzuruna çıkarak, "Eğer Musa'ya karşı üstün gelirsek iyi bir ödülü hak etmiş oluruz değil mi?" diye sordular.
114 Firavun, "Elbette!" diye cevapladı, "Üstelik o zaman, en yakın ve en seçkin adamlarımdan olacaksınız."

Derken Musa ile sihirbazlar bir bayram sabahı, şehrin büyük meydanında toplanan halkın karşısına çıktılar:
115 Sihirbazlar, "Ey Musa! Maharetini göstermek için ilk önce sen mi asanı atmak istersin, yoksa önce biz mi elimizdeki büyü malzemelerini ortaya atalım?" diye sordular.
116 Musa kendinden emin bir şekilde, "Önce siz atın!" dedi. Sihirbazlar önceden hazırladıkları iplerini ve değneklerini meydanın ortasına atınca, insanların gözlerini boyayıp onları büyüleyerek dehşete düşürdüler. Böylece, gerçekten büyük ve etkileyici bir sihirbazlık gösterisi sundular. Zira attıkları sopalar ve ipler, ortalıkta hareket eden korkunç yılanlara, çıyanlara dönüşmüşlerdi. Bu manzara karşısında Musa bile korku içerisinde donakalmıştı.
117 Biz de Musa'ya, "Asanı meydandaki yılanların ortasına at!" diye vahyettik. Musa yeniden cesaret kazanarak asasını attı. Bir de ne görsünler, Musa'nın asası dev bir yılana dönüşmüş, büyücülerin gerçek gibi gösterdikleri yılan, çıyan türünden ne varsa hepsini birer birer yalayıp yutuyor!
118 Böylece, hakikat tüm berraklığıyla ortaya çıktı ve sihirbazların birer düzenbaz, Musa'nın ise gerçek bir Peygamber olduğu anlaşıldı. Ayrıca gerek Firavun'un, gerek sihirbazların yaptıkları işler, kurdukları hile ve entrikalar boşa gitmiş oldu.
119 İşte o anda, hepsi yenilgiye uğrayıp küçük düştüler. O hâlde, ey müminler! Siz de zamanınızın Musa'sı olup zalimlerin karşısına Allah'ın ayetleriyle çıktığınız takdirde, emin olun ki, çağdaş firavunların güç ve saltanatları Allah'ın ayetleri karşısında darmadağın olacak, böylece zalimler bir kez daha yenilgiye uğrayıp küçük düşeceklerdir. Hatta o zalimleri destekleyen ve onlar adına sizinle mücadele eden insanlar bile hakikatin gücü karşısında teslim olmaktan kendilerini alamayacaklardır. Tıpkı firavunun sihirbazları gibi:
120 Sihrin mahiyetini ve etki sınırlarını çok iyi bilen sihirbazlar, Musa'nın yaptığının bir sihir olmadığını anladılar. Gördükleri mucize karşısında derhâl secdeye kapandılar ve:
121 "İman ettik biz âlemlerin Rabb'ine!" dediler,
122 "Musa ile Harun'un davet ettikleri ve tüm varlıkların gerçek sahibi, yöneticisi, efendisi olan o âlemlerin Rabb'ine!"
123 Bu manzara karşısında çılgına dönen Firavun, "Ben size izin vermeden ona inandınız, öyle mi?" diye haykırdı, "Demek siz, ta başından beri Musa adına çalışan birer ajan idiniz! Nasıl da akıl edemedim? Aslında bütün bu olup bitenler, bu ülkenin halkını buradan sürüp çıkarmak ve böylece tahtımıza tacımıza el koymak için daha siz şehirde iken bana karşı hazırlamış olduğunuz sinsi bir tuzaktan ibaret! Fakat şimdi görürsünüz siz:"
124 "Otoriteme başkaldırma cüretinde bulunduğunuz için, yemin olsun ki, önce ellerinizi ayaklarınızı çaprazlama kesecek, sonra da hepinizi çarmıha gerip asacağım!"
125 Bu tehditler karşısında zerre kadar sarsılmayan sihirbazlar, "Hiç önemli değil!" diye cevap verdiler, "Biz zaten eninde sonunda Rabb'imize döneceğiz. Bu ha üç gün önce ha üç gün sonra olmuş, ne fark eder?"
126 "Belli ki, sen ancak, Rabb'imizin ayetleri bize ulaştığı anda onlara inandık diye bizden böylesine nefret ediyor ve sırf bu yüzden bizi cezalandırmak istiyorsun! Yoksa iddia ettiğin gibi bir komplo içerisinde olmadığımızı sen de adın gibi biliyorsun."

Sonra Allah'a el açıp şöyle yalvardılar:

"Ey Rabb'imiz! Senin uğrunda mücadele verirken başımıza geleceklere karşı bize dayanma gücü ver ve yalnızca sana boyun eğen Müslümanlar olarak canımızı al!"

Böylece, Firavunun saltanatını koruma adına Musa'ya meydan okuma cüretini gösteren sihirbazlar, ruhlarında müthiş bir devrim gerçekleştirerek müminler kervanına katılmış ve aynı günün akşamı şehitlik makamına ulaşmışlardı. Onların bu "şehâdeti" Firavun'un bütün suçlamalarını anlamsız kılmış ve Musa'nın (as) Peygamberliğini açıkça gözler önüne sermişti. Bunun üzerine:
127 Firavun'un soydaşları arasından önde gelen yönetici takımı, kraldan fazla kralcı kesilerek, "Ey firavun!" dediler, "Musa'yı ve taraftarlarını, birlik ve beraberliğimizi bozarak bu ülkede karışıklık çıkarsınlar da seni ve tanrılarını terk etsinler diye mi sağ bırakıyorsun?"

Firavun, "Merak etmeyin, İsrailoğulları'nın erkek çocuklarını öldürecek, kızlarını da hizmetimizde kullanmak üzere sağ bırakacağız ve yine tepelerinde ezici üstünlüğümüzü sürdüreceğiz!" dedi.
128 Bu arada Musa, halkına inanç ve kulluğun esaslarını öğreterek şöyle diyordu: "Ey halkım! Bütün kuvvet ve kudretin Allah'ın elinde olduğunu ve O dilemedikçe hiç kimsenin size bir şey yapamayacağını bilin. Yalnızca Allah'ın yardımına sığının ve O'nun yolunda zalimlere karşı mücadele verirken, tam bir direnç göstererek sabredin! Hiç şüphesiz yeryüzü Allah'ındır ve O, kullarından dilediğini orada egemen kılar. Unutmayın, dünyada da âhirette de mutlu son ve nihaî zafer, Allah'a saygıyla bağlanarak kötülüklerden titizlikle sakınan dürüst ve erdemli kimselerin olacaktır!"
129 Ama onlar, "Ey Musa!" diye yakındılar, "İyi hoş söylüyorsun da, sen bize Peygamber olarak gelmeden önce de eziyet çekiyorduk, şimdi sen bize geldikten sonra da aynı eziyeti fazlasıyla çekiyoruz! Güya bizi kurtarmaya gelmiştin, fakat uyuyan fitneyi uyandırdın ve Firavunu iyice azdırarak başımıza belâ ettin!"

Buna karşılık Musa, "Hele biraz daha sabredin kardeşlerim! Ümit ediyorum ki, Rabb'iniz düşmanlarınızı helâk edecek ve onların ardından yeryüzünde sizi egemen kılacaktır. İşte asıl zor imtihan o zaman başlayacaktır. O zaman Allah, sizi güç ve servet ile imtihan edecek ve bu nimetler karşısında nasıl davrandığınıza bakacaktır!" dedi.

Derken, ilâhî plân aşama aşama gerçekleşmeye başladı:
130 Gerçekten biz düşünüp ibret almaları için Mısır halkına kıtlıklar vererek ve orada yetişen ürünleri azaltarak Firavun ve yandaşlarını defalarca cezalandırdık.
131 Fakat ne zaman onlara bir iyilik erişse, "Bu nimet ve başarılar yalnızca bize aittir. Bunlar bizim doğru yolda olduğumuzun kanıtıdır ve sırf bizim bilgi ve becerimiz sayesinde gerçekleşmiştir!" derlerdi.

Başlarına bir belâ gelince de, Musa ve arkadaşlarının kendilerine uğursuzluk getirdiğini ileri sürerlerdi.

Hayır, aslında uğursuzlukları, yaptıkları kötülükler yüzünden onlara Allah tarafından verilmiş bir ceza ve uyarıdır. Ne var ki, pek çokları bunu bilmezler.
132 Böylece, Firavun ve adamları Musa'ya kafa tutarak, "Sen bizi büyülemek için hangi mucizeyi karşımıza getirirsen getir, yine de sana inanmayacağız!" dediler.
133 Biz de, her biri başlı başına birer mucize olarak, üzerlerine günlerce sel suları boşaltan tufanı, her yeri kaplayarak hayatı felç eden sürü sürü çekirgeleri, ürünleri mahveden zararlı böcekleri, nehirleri ve şehirleri dolduran kurbağaları ve içme sularını kızıla boyayan kanı gönderdik.

Fakat bütün bu uyarılara karşılık, küstahça kibirlenip sürekli suç işleyen bir topluma dönüştüler.
134 Ne zaman yukarıda sözü edilen belâlardan bir belâ başlarına çökse, her defasında "Ey Musa!" diye yalvarıyorlardı, "Sana verdiği sözün hürmetine, bizim için Rabb'ine yalvar da şu belâyı başımızdan kaldırsın! Yeminle söylüyoruz, eğer bu azabı bizden uzaklaştırırsan, sana kesinlikle iman edeceğiz ve İsrailoğulları'nın seninle birlikte Mısır'dan çıkıp gitmesine izin vereceğiz!"
135 Fakat başlarındaki azabı —geçici bir süre için— kaldırdığımız anda, hemen verdikleri sözden cayıveriyorlardı.
136 Biz de bunun üzerine, ayetlerimizi yalan sayıp göz ardı ettikleri için, hepsini cezalandırıp denizde boğduk!
137 O güne kadar ezilen, hor görülen ve güçsüz bırakılan mümin toplumu ise, her karış toprağını nimet ve bereketlerle donattığımız kutsal toprakların doğusuna batısına, yani Filistin diyarına egemen kıldık.

Ve böylece Rabb'inin İsrailoğulları'na vermiş olduğu o güzel söz, —zorluklara göğüs gererek sabretmeleri sayesinde— tam olarak gerçekleşmiş oldu. Zalimlere gelince:

Firavun ve adamlarının yaptıkları ve yükselttikleri her şeyi yerle bir ettik. Yani onları denizde boğduktan sonra, geride bıraktıkları saraylarını, köşklerini, dev sütunlar üzerinde yükselttikleri saltanatlarını, muhteşem güzellikteki bağlarını, bahçelerini, kısacası, ahireti kaybetme pahasına uğrunda mücadele ettikleri malı, serveti, şanı, şöhreti, saltanatı yıkıp yok ettik.

Musa ve arkadaşları için asıl imtihan, bundan sonra başlıyordu:
138 Biz İsrailoğulları'nı Kızıldeniz'den karşı tarafa geçirdikten sonra, birtakım putlara tapmakta olan bir toplulukla karşılaştılar.

Yüzyıllarca putperest bir toplumun esareti altında yaşamış olan bu insanlar, "Ey Musa!" dediler, "Bize de bunların tanrıları gibi görebileceğimiz, dokunabileceğimiz bir tanrı yap!"

Buna karşılık Musa: "Siz gerçekten de cahil bir toplumsunuz!" dedi.
139 "Çünkü sizin imrenerek kendinize model aldığınız bu insanların içinde bulundukları inanç sistemi yok olup gitmeye mahkûmdur, yaptıkları da tamamen boş ve yanlıştır!" Ve sözlerine devamla:
140 "Hem Allah sizleri tüm insanlara üstün kılmışken, nasıl olur da sizin için O'ndan başka kulluk ve ibadet edecek, hükmüne boyun eğecek bir tanrı arayabilirim?" dedi.
141 Ve onlara, Allah'ın şu sözlerini iletti: "Sizi Firavun hanedanından nasıl kurtardığımızı hatırlayın:

Hani onlar size en acı işkenceleri çektiriyor; soykırım yaparak neslinizi yok etmek için oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı hizmetçi olarak kullanmak üzere sağ bırakıyorlardı.

İşte bütün bunlarla, Rabb'iniz sizi eğitip olgunlaştırmak ve böylece insanlığı doğru yola ileten örnek ve öncü bir toplum yapmak üzere çetin bir sınavdan geçirmekteydi."
142 Derken Musa'ya Tevrat'ın ilk ayetlerini vermek üzere huzurumuza çağırmadan önce, oruç ve benzeri ibadetlerle bu büyük buluşmaya hazırlanması için ona Sina Dağı'nda otuz gün otuz gecelik bir süre belirledik, sonra buna bir on günlük ruhî hazırlık süresi daha ekledik. Böylece Rabb'inin ona belirlediği süre kırk geceye tamamlanmış oldu.

Musa, kendisiyle birlikte Sina Dağı'nın eteklerine kadar gelen kardeşi Harun'a, "Ben yokken bu halka sen önderlik edeceksin. Onlara güzellikle davran ve sakın bozguncuların yolundan gitme!" dedi.
143 Nihayet Musa, belirlediğimiz zamanda buluşma yerine geldi. Rabb'i kendisiyle konuşmaya başlayınca, bunun verdiği sonsuz zevk ve heyecanla, "Ey Rabb'im!" diye yalvardı, "Bana kendini göster ki, sana doyasıya bir bakayım!"

Buna karşılık Allah şöyle buyurdu: "Sen beni dünya gözüyle asla göremezsin! Çünkü buna dayanamazsın. Bunu daha iyi anlamak için şu dağa bak. Şimdi ona görüneceğim. Eğer o sapasağlam yerinde kalırsa, o zaman sen de beni görebilirsin demektir."

Ve Rabb'i dağa tecelli edip ona nurunu gösterince, onu paramparça etti ve Musa, bu olayın dehşetiyle bayılıp yere düştü.

Sonra ayılıp kendine gelince, "Ey Rabb'im!" dedi, "Sen her türlü noksanlıktan uzaksın, yücesin! Affına sığınarak sana yöneliyorum! Ve ben, seni dünya gözüyle görmenin imkânsız olduğunu görerek, sana senin istediğin gibi inananların ilkiyim!"
144 Bunun üzerine, Allah şöyle buyurdu: "Ey Musa! Hem verdiğim elçilik görevi, hem de arada hiçbir engel olmaksızın seninle Sina Dağı'nda özel konuşmam sayesinde seni insanlar arasından seçip yücelttim."

"O hâlde, sana verdiğim şu levhalarda yazılı olan emirlerime sımsıkı sarıl ve kulluk görevini en güzel şekilde yerine getirerek şükreden bir kul ol!"
145 Biz bu levhalara, ahlâk ve erdemliliğe dair çeşitli nasihatleri ve insanlığı dünya ve âhirette kurtuluşa iletecek her şeyin açıklamasını Musa için yazmıştık.

Ve buyurmuştuk ki: "Bunlara sıkıca sarıl! Halkına da emret, bunu en güzel şekilde tutsunlar."

"Yakında size, bir ibret ve imtihan olmak üzere yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim. Onlara da bu mesajı iletecek, hak ve hakikatin bayraktarlığını yapacaksınız."
146 Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri, kalplerini kör ederek ayetlerimden uzaklaştıracağım.

Çünkü onlar, hakikati ortaya koyan bütün mucizeleri görseler, yine de inanmazlar.

Doğru yolu görseler, onu izlenecek yol olarak benimsemezler.

Fakat azgınlık yolunu görünce, onu derhâl kendilerine yol edinirler.

Bütün bunlar da, ayetlerimizi yalan saymalarından ve onları göz ardı etmelerinden ileri gelmektedir.
147 Ayetlerimizi ve ahiretteki o büyük buluşmayı inkâr edenlerin İslâm'ı ortadan kaldırmak için gösterdikleri bütün gayret ve çalışmaları sonuçsuz kalacak ve onların sözde iyilikleri de boşa gidecektir. Onlar, bu feci akıbeti bizzat kendileri hazırlamışlardır. Öyle ya, yaptıklarından başka bir şeyin cezasını mı çekiyorlar?

Geçmişte yaşanan şu ibret verici örnek bunu ne güzel anlatıyor:
148 Musa'nın kavminden birçokları, onun vahiy almak üzere Sina Dağı'na çıkmasının hemen ardından, süs eşyalarından edindikleri ve rüzgârın etkisiyle böğürtü sesi çıkaran bir buzağı heykeline tapınmaya başladılar.

Peki, onlar taptıkları bu eski Mısır putunun kendileriyle konuşmaktan bile aciz olduğunu, hele onlara asla doğru yolu gösteremeyeceğini göremiyorlar mıydı? Evet, görmesine görüyorlardı, ama işlerine öyle geldiği için onu tanrı edindiler ve böylece bizzat kendilerine zulmetmiş oldular.
149 Sonra akılları başlarına gelip doğru yoldan sapmış olduklarını anlayınca, pişmanlık içinde kıvranarak, "Eyvah bize! Eğer Rabb'imiz bizlere merhamet edip günahımızı bağışlamazsa, kesinlikle kaybedenlerden olacağız!" diye feryat ettiler.
150 Nihayet Musa kavmine dönünce, öfkeli ve üzgün bir hâlde, "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabb'inizin emri gelinceye kadar bekleyemediniz mi?" diye çıkıştı.

Sonra bu öfkeyle, üzerinde ayetler yazılı olan levhaları yere attı ve yerine vekil bırakmış olduğu kardeşini saçından tutup sarsmaya başladı.

Kardeşi Harun, "Ey anacığımın oğlu! Bu insanlar beni güçsüz gördüler ve az kalsın canıma kıyacaklardı. Ne olur, düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim insanlarla bir tutma!" dedi. Sonra olup bitenleri bir bir anlattı.
151 Bunun üzerine Musa, "Ey Rabb'im!" diye yalvardı, "Beni de kardeşimi de bağışla ve bizi rahmetinle kuşat. Hiç kuşkusuz sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin."
152 "Buzağıyı tanrı edinenlere gelince, onların başına Rab'leri tarafından bir gazap çökecek ve dünya hayatında alçaklığa mahkûm olacaklar."

İşte biz, gerçeği çarpıtarak Allah adına yalanlar uyduranları böyle cezalandırırız.
153 Ancak kötü işler yaptıktan sonra pişman olup hakka iman edenlere gelince, onun bu samimi tövbe ve imanından sonra elbette Rabb'in çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
154 Nihayet Musa'nın öfkesi yatışınca, az önce öfkeyle attığı levhaları yerden aldı.

Bu levhalarda, Rab'lerinden korkanlar için dünya ve âhiret saadetinin yolunu gösteren hidayet ve rahmet kaynağı hükümler vardı.
155 Derken Musa, hep birlikte Allah'a yalvarıp bağışlanma dilemek üzere, belirlediğimiz ikinci bir buluşma için halkı arasından onları temsil edebilecek yetmiş kişi seçti. Sonra beraberce Sina Dağı'na çıkıp Rabb'in kelâmını işittiler. Fakat yine bazıları azgınlaşarak, "Ey Musa, biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız!" dediler. Üstelik bunu, tövbe etmek için geldikleri bir yerde söylüyorlardı.

Bunun üzerine onları o müthiş sarsıntı yakalayınca, Musa, "Ey Rabb'im!" diye yalvardı, "Dileseydin onları da beni de daha önce helâk edebilirdin. Bundan çok daha büyük günah işledikleri zaman bile onları affetmiştin. İşte bu engin şefkat ve merhametine sığınarak sana yalvarıyorum, bizi affet Allah'ım!

Aramızdaki bazı kendini bilmezlerin işlediği günahlar yüzünden bizleri helâk mi edeceksin?

Anlıyorum ki, bütün bunlar, aramızdaki ikiyüzlüleri ayıklamak üzere herkese hak ettiği karşılığı vererek dilediğini saptırdığın, dilediğini de doğru yola ilettiğin çetin bir imtihanından başka bir şey değil.

Bizim yegâne yardımcımız ve koruyucumuz sensin. Bizi bağışla, bize merhamet eyle ya Rab! Sen ki, bağışlayanların en hayırlısısın!"
156 "Bize hem bu dünyada, hem de ahirette iyilikler ve güzellikler nasip eyle. Affını ümit ederek yalnızca sana yöneldik Allah'ım!"

Buna karşılık, Allah şöyle buyurdu: "Azabım sınırlıdır, günahkârlardan dilediğimi onunla cezalandırırım. Rahmetime gelince, o her şeyi tamamen kuşatmıştır.

Rahmetimi, dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüklerden sakınan, zekâtını veren ve ayetlerime yürekten inanan kimselere nasip edeceğim.
157 Onlar ki, ellerindeki Tevrat'ta ve daha sonra İncil'de ismini ve özelliklerini yazılı buldukları Son Elçinin, okuma yazması bile olmadığı hâlde, kalbine nakşedilen Kur'an sayesinde insanlığı kurtuluşa iletecek bütün hidayet bilgilerini göğsünde toplayan Ahmed adındaki o ümmi Peygamberin (61. Saff: 6) izinden gidecekler.

O Peygamber onlara iyiliği ve güzelliği emredecek, kötü ve çirkin olan her şeyi yasaklayacak.

Kendilerine temiz ve yararlı şeyleri helâl, pis ve zararlı şeyleri ise haram kılacak.

Dinsizlerin ve sözde din adamlarının insanlara yükledikleri o anlamsız ve ağır sorumluluk yüklerini sırtlarından indirecek. Üzerlerindeki, insanlığı her alanda yücelmekten alıkoyan kölelik, cehalet,  bağnazlık gibi zincirleri söküp atacak.

Peygamberlerin vaktiyle müjdelemiş olduğu bu Son Elçiye iman eden, ona saygı gösteren, mücadelesinde ona yardımcı olan ve onunla birlikte gönderilen Kur'an adındaki ilâhî ışığın aydınlığında yürüyenler var ya, işte onlar dünyada da ahirette de kurtuluşa erenlerdir.
158 Ey Peygamber! İşte bu hakikati tüm insanlığa duyurmak üzere de ki: "Ey insanlar! Gerçekten ben, Allah'ın tüm insanlığa göndermiş olduğu elçisiyim. O Allah ki, göklerin ve yerin egemenliği yalnızca O'na aittir. O'ndan başka kulluk edilecek ve hükmüne boyun eğilecek bir otorite, bir ilâh yoktur. Hayat veren de, öldüren de yalnızca O'dur.

Şu hâlde, Allah'a ve Elçisine, şu ümmi Peygambere —ki bizzat kendisi de Allah'a ve O'nun bütün kutsal kitaplardaki sözlerine yürekten inanmaktadır— iman edin ve onun izinden gidin ki, doğru yolu bulabilesiniz.
159 Musa'nın halkı arasında, insanları hakikate yönelten ve bu hakikate dayanarak adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardı.
160 Biz İsrailoğulları'nı, Yakup Peygamberin on iki oğlundan türeyen oymaklar hâlinde on iki kabileye ayırdık.

Çölde giderlerken halkı Musa'dan su isteyince, ona, "Asanla şu kayaya vur!" diye emrettik. Musa asasıyla kayaya vurur vurmaz, derhâl oradan on iki pınar fışkırdı ve on iki boydan her biri diğerinin hakkına saldırmaksızın kendi su içeceği yeri kolayca öğrendi.

Ayrıca, çöllerin kavurucu sıcağından sizi korumak için bulutları üzerinize gölgelik yaptık ve "Size verdiğimiz güzel nimetlerden yiyin!" diyerek üzerinize kudret helvası ve bıldırcın gönderdik. Verimsiz çöllerde, gökten çiğ damlası gibi dökülen, yerden mantar gibi biten tatlı bir gıdayla sizi besledik ve gelip ayaklarınızın dibine düşen bıldırcın sürülerini size gönderdik. Ama bunca nimetlere karşılık nankörlük ettiler.

Onlar böyle yapmakla bize değil, ancak kendilerine kötülük ediyorlardı. Şöyle ki:
161 Hani, halkı zalim olan bir şehri fethedecekleri zaman onlara denilmişti ki:

"Şu şehre yerleşin ve nimetlerinden dilediğiniz gibi serbestçe yiyin için. Ama kapısından kibir ve çalımla değil, "Günahlarımızı bağışla ey Rabb'imiz!" diyerek alçakgönüllülükle ve saygıyla eğilerek girin ki, sizin günahlarınızı bağışlayalım. İşte böyle doğru ve yararlı davranış gösterenleri, fazlasıyla ödüllendireceğiz."
162 Ama içlerindeki zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Allah'ın sözlerini ya değiştirdiler ya da keyiflerince yorumlayarak kendi arzu ve heveslerine uydurdular. Biz de yaptıkları zulümlerden dolayı, onların üzerine gökten şiddetli bir azap indirdik.
163 Bir de onlara, deniz kıyısındaki o kasaba halkının durumunu sor:

Hani Allah İsrailoğulları'na cumartesi günü çalışmayı yasaklamıştı. Ama onlar, birtakım hileli yollarla cumartesi yasağını çiğniyorlardı. Çünkü cumartesi yasağına uyarak balık avını bırakıp tatil yaptıkları gün, balıklar akın akın ortaya çıkarak ta deniz kıyısına, yanlarına kadar geliyorlardı. Cumartesi dışındaki günlerde ise kıyıya gelmiyorlardı.

İşte, günah işlemeyi alışkanlık hâline getirdikleri için biz onları böyle çetin sınavlardan geçirerek imtihan ediyorduk.
164 O vakit içlerinden bir topluluk, kötülük yapanları engellemeye çalışanlara seslenerek, "Allah'ın zaten yeryüzünden silip helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azaba uğratacağı besbelli olan bir topluma hâlâ ne diye boşuna öğüt verip duruyorsunuz? Belli ki, bu adamların sizi dinlemeye niyetleri yok. Artık niçin onlara tebliğ edeceğiz diye çırpınıp duruyorsunuz?" demişti.

Doğruları anlatmaya kararlılıkla devam edenler, şöyle karşılık verdiler: "Biz, üzerimize düşeni yaptığımıza dair Rabb'inize karşı bir mazeret sunabilmek için onlara öğüt veriyoruz. Hem ne biliyorsunuz, bakarsınız öğüdümüzden etkilenirler de, dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek günahlardan vazgeçerler."
165 Derken o zalimler, kendilerine yapılan öğüt ve uyarıları göz ardı edip unutunca, kötülükleri engellemeye çalışanları bütün toplumu saran o büyük azaptan kurtardık. Zulmetmekte direnenleri ve onları uyarma görevini terk ederek zulme seyirci kalanları ise, işledikleri günahlardan dolayı şiddetli bir azap ile cezalandırdık. Şöyle ki:
166 Onlar, iyice azgınlaşarak kendilerine yasaklanan çirkin davranışları ısrarla yapmaya devam edince, biz de onlara, "Aşağılık maymunlar olun!" dedik. Böylece, onları şeklen maymunlara dönüştürdük ve üç gün sonra da helâk ettik. Onların izinden yürüyenleri ise, ihtirasları uğruna tüm insanî değerleri ayaklar altına alan açgözlü, onursuz ve kişiliksiz insanlar hâline getirdik.
167 Ve bu yüzden Rabb'in, şu kesin hükmünü ilan etti: "Yahudiler bu kötü huylarından vazgeçmedikleri sürece, ta Kıyamet Gününe kadar, onlara en ağır işkenceleri çektirecek zalim milletleri başlarına musallat edeceğim!"

Şüphesiz Rabb'in cezayı çabuk verendir. Dilerse tüm günahkârları derhâl yok edebilir. Fakat O, aynı zamanda çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.
168 Daha sonra onları, parçalanmış topluluklar hâlinde yeryüzüne dağıttık. İçlerinde iyileri de vardır, kötüleri de. Onları, doğru yola dönmeleri için kimi zaman çeşitli nimet ve güzelliklerle, bazen de belâ ve musibetlerle sürekli imtihan ettik.
169 Derken onların ardından, Kutsal Kitabın sorumluluğunu devralan bozuk bir nesil geldi. Onlar, Allah'ın ayetlerini gizleme veya bozup değiştirme karşılığında, şu değersiz dünyanın gelip geçici menfaatlerini alıyorlardı. Bütün bunları yaparken de, "Nasıl olsa tövbe edip bağışlanırız!" diyorlardı. Sonra güya tövbe ediyorlar, fakat karşılarına benzer bir menfaat çıkınca tövbelerini unutarak onu da alıyorlardı.

Peki onlardan, "Allah hakkında yalnızca gerçeği, doğruyu söyleyeceksiniz!" diye Kutsal Kitapta söz alınmamış mıydı? Üstelik onlar, kitaptaki bu hükümleri defalarca okumamışlar mıydı? Dürüst ve erdemlice bir hayat yaşayarak kötülüklerden sakınanlar için âhiret yurdu, bu dünyanın gelip geçici nimetlerinden daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
170 Kitaba sımsıkı sarılan ve namazı dosdoğru kılan kimselere gelince, biz iyilik yapanların mükâfatını elbette boşa çıkarmayız.

Kur'an'dan yüz çeviren İsrailoğulları'na hatırlat ki:
171 Hani Allah'a verdikleri sözün önemini iyice idrak etmeleri ve bu antlaşmayı bozdukları takdirde doğabilecek vahim sonuçları belleklerinde hep canlı tutmaları için, Sina Dağı'nı yerinden söküp tıpkı bir bulut gölgesi gibi üzerlerine kaldırmıştık da, koskoca dağı başlarına yıkılacak sanmışlardı. Bu hâldeyken, onlardan şu sözü almıştık:

"Size bahşettiğimiz Kitaba sımsıkı sarılın ve içindeki temel hayat prensiplerini sürekli aklınızda ve gündeminizde tutun ki, yeryüzünde adalet, barış ve huzuru sağlayarak kötülüklerden sakınıp korunabilesiniz."

Zaten her insan, daha kendisine ruh verilirken yaratılışına nakşedilen fıtrî özellikler sayesinde Rabb'ini yüreğinde hisseder ve doğal bir refleks olarak O'na bağlanma ihtiyacı duyar:
172 Çünkü Rabb'in, Âdemoğullarının bellerinden onların nesillerini ana rahminde yeni bir can olarak yaratırken, her birini ayrı ayrı alır ve onları bizzat kendileri hakkında şahit tutarak, "Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?" diye sorar. Onlar da lisanıhâl ile, "Elbette sen bizim efendimiz ve Rabb'imizsin! Biz buna şahidiz!" derler. Ve bu olay, Kıyamet Gününe kadar her insanın yaratılışında tekrar tekrar yaşanır.

İşte biz böylece her insanın ruhunun derinliklerine Rabb'ini tanıyıp emirlerine itaat etme duygusunu yerleştirdik ki, yarın Mahşer Gününde hesaba çekilirken, "Bizim bundan haberimiz yoktu!" demeyesiniz.
173 Yahut başka bir bahane öne sürerek, "Aslında Allah'a ilkönce ortak koşanlar biz değil atalarımızdı. Biz ise onların izinden giden ve yaptıklarını taklit eden bir nesilden başka bir şey değildik. Şu hâlde, hak dini reddeden ve uydurdukları batıl inanç ve ideolojileri kurumsallaştırarak batıla saplanan önceki kuşakların işledikleri günahlar yüzünden bizi de mi helâk edeceksin?" demeyesiniz diye, doğru yolu rahatlıkla bulmanızı sağlayacak imkân ve yeteneklerle sizleri donattık. Böylece, hangi olumsuz şartlarda yetişmiş olursa olsun her insan, vicdanının sesine kulak verdiği sürece doğruyu eğriyi birbirinden ayırt edebilecek ve kendisine tebliğ edilen hakikati kabullenmekte zorlanmayacaktır.
174 İşte biz, inkârcıların gaflet uykusundan uyanıp Rab'lerine dönmeleri için ayetlerimizi böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.
175 Ey Peygamber! Onlara, şu adamın ibret verici durumunu her zaman ve her toplumda ortaya çıkabilecek bir örnek olarak anlat: Biz ona mükemmel bir zekâ ve derin kavrayış yeteneği armağan etmiş, ayrıca ilim ve hikmet nurlarıyla kendisini aydınlatmıştık. Bunun da ötesinde, insanı hakikate ulaştıracak bütün delillerimizi önüne koymuş ve ayetlerimizi en üst seviyede anlama ve ilâhî Kitabın muhteşem güzelliklerini kavrama yeteneğini kendisine cömertçe bağışlamıştık. Fakat o, yersiz bir gurura kapılarak ayetleri elinin tersiyle bir kenara itiverdi. Böylece şeytan onu kandırıp peşine taktı ve sonunda, diğer birçokları gibi o da azgınlardan biri olup çıktı.
176 Eğer dileseydik, elbette onu ayetlerimiz sayesinde en şerefli makama yüceltebilirdik. Ne var ki, o ihtiras ve tutkularının peşine takılarak —sanki hiç ölmeyecekmiş gibi— şu gelip geçici dünyaya saplanıp kaldı.

Onun gibi azgın nankörlerin durumu, tıpkı saldırgan bir köpeğin hâline benzer: Kızıp kovmak için üzerine gitsen de dilini çıkarıp hırlar, kendi hâline bıraksan da…

İşte, ayetlerimizi yalanlayan kimselerin durumu aynen böyledir. Ey Müslüman, yoldan çıkan insanlara bu ibret verici örneği anlat ki, bu sayede öğüt alıp düşünsünler.
177 Evet, ayetlerimizi yalanlayan ve böylelikle kendilerine yazık eden toplumun durumu ne kötüdür!

Bu duruma düşmek istemiyorsanız, değer yargılarını Allah'tan, yani O'nun kitabından almalı ve o kitabın rehberliğinde hayat programınızı çizmelisiniz:
178 Allah kimi hidayete iletirse, o doğru yolu bulmuş demektir. Kimi de sapıklığa düşürürse, işte onlar da gerçek anlamda ziyana uğrayanlardır. Onların sapıklığa düşmelerinin sebebi de, akıl ve idraklerini doğru kullanmamalarıdır:
179 Doğrusu biz, cinler ve insanlar arasından, kalpleri ve akılları olup da onlarla gerçeği kavramayan, gözleri olup da onlarla doğruları görmeyen, kulakları olup da onlarla hakikati işitmeyen nicelerini bu inatçı, önyargılı ve kibirli tavırlarından dolayı cehennemlik yapmışızdır.

İşte onlar, inanç, ahlâk ve erdemlilikten yoksun olmaları yönüyle tıpkı hayvanlar gibidirler, hatta daha da aşağı… Çünkü bunlar, —hayvanların aksine— kendilerini hakikate ulaştıracak akıl ve idrak yeteneğine sahip oldukları hâlde özgür iradeleriyle inkâra saplanmışlardır. İşte gaflet bataklığında yüzenler bunlardır.

Çünkü onlar Allah'ı gereğince tanımazlar. Zayıf ve aciz varlıkları ilâhlık mertebesine yüceltirken, zayıflık ve acziyet ifade eden birçok insanî özelliği Allah'a yakıştırmaya cüret ederler. Oysaki:
180 En mükemmel özellikler, en güzel nitelikler ve isimler Allah'ındır. Öyleyse O'na bu güzel isimlerle seslenerek dua edin.

O'nun sıfat ve isimleri hakkında yanlış yola sapanları ve onların batıl inançlarını terk edin! Allah'ı tanımayıp O'na eksik ve çirkin sıfatlar yakıştıranlar, yaptıklarının cezasını eninde sonunda çekecekler.
181 Yaratmış olduğumuz kullar arasında, insanları daima hakikate yönelten ve bu hakikate dayanarak adaleti gerçekleştiren bir topluluk da vardır.
182 Ayetlerimizi yalanlamaya kalkışanları, hiç farkına varamayacakları bir şekilde adım adım felâkete sürükleyeceğiz.
183 Şimdilik onlara, akıllarını başlarına almaları için birazcık mühlet veriyorum. Fakat unutmayın ki, benim plânım çok sağlamdır.

Allah'ın Elçisini akıl hastası olarak göstermeye çalışan Mekke müşrikleri bu mühleti fırsat bilsinler de bir düşünsünler:
184 Onlar, çocukluğundan beri yakından tanıdıkları arkadaşlarında delilikten eser olmadığını hiç düşünmüyorlar mı? Bütün hayatı boyunca parlak zekâsı ve üstün kişiliğiyle gönlünüzde taht kurmuş olan bir insanı, alışık olmadığınız bir mesaj getirdi diye nasıl delilikle suçlayabilirsiniz? Hayır, tam aksine o, ancak Allah'tan aldığı mesajı size ileten apaçık bir uyarıcıdır.
185 Yahut bu inkârcılar, göklerin ve yerin nasıl muhteşem bir hükümranlık altında idare edildiğini görmüyorlar mı? Allah'ın yarattığı bunca varlıklara ibret nazarıyla hiç bakmıyorlar mı? Ve ecellerinin iyice yaklaşmış olabileceğini, nankörlükleri yüzünden azaba uğratılmalarının an meselesi olduğunu hiç akıllarına getirmiyorlar mı?

Bunlara da inanmıyorlarsa, artık hangi söze inanacaklar?

Yine de inanmazlarsa, o zaman sapıklığı hak ediyorlar demektir:
186 Allah kimi saptırmışsa, hiç kimse onu doğru yola iletemez. Allah böylelerini, kibirli, inatçı ve nankörce tavırlarından dolayı inkâr ve azgınlıkları içinde bocalar bir hâlde bırakır.

Bu bocalama yüzündendir ki, yanı başlarındaki binlerce mucizeyi görmezlikten gelirler de, mucize beklentisiyle, gaipten haber vermeni isterler:
187 Ey Peygamber! Sana, kıyametin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar.

De ki: "Onun bilgisi yalnızca Rabb'imin katındadır ve zamanı geldiğinde onu ortaya çıkaracak olan da sadece O'dur.

Bu öylesine korkunç bir hâdisedir ki, ne gökler dayanabilir onun dehşetine, ne de yeryüzü. O, hiç beklemediğiniz bir anda sizi ansızın yakalayacaktır."

Ey Peygamber! Sanki sen kıyametin ne zaman kopacağını biliyormuşsun gibi, sana onun vaktini soruyorlar.

Konunun önemine binaen tekrar ve tekrar de ki: "Onun bilgisi yalnız Allah'ın katındadır, fakat insanların çoğu bunu bilmezler."
188 Ey Muhammed! Peygamberlerin ancak birer fâni insan olduklarını, bu yüzden gaybı bilmelerinin söz konusu olmadığını öğretmek üzere onlara de ki: "Bakın, Allah izin vermedikçe, ben kendime dahi herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Ayrıca, Allah'tan başka hiç kimsenin bilemeyeceği sırlar âlemi olan gaybı bildiğimi de söylemiyorum.

Şayet gaybı bilmiş olsaydım, kendi adıma birçok faydalar elde ederdim ve başıma herhangi bir kötülük de gelmezdi. Fakat gördüğünüz gibi ne gaybı bilirim, ne de başıma gelecek kötülükleri savabilirim.

Zira ben, tanrısal niteliklere sahip olduğunu iddia eden bir meczup değil, sadece, inkârcıları başlarına gelecek belâ ve felâketlerle uyaran ve getirdiğim mesaja iman eden topluma ilâhî nimetleri müjdeleyen bir Peygamberim."

Ve işte uyarıyorum:
189 O Allah ki, sizi başlangıçta bir tek candan, Âdem'den yarattı ve yanında huzur bulsun diye, onunla aynı özden, aynı unsurdan Havva adındaki eşini yarattı. Ve insan nesli, bu ikisinden türeyip çoğalarak bugüne kadar sürüp geldi:

Böylece erkek eşini sarıp kucaklayınca, kadın minicik bir yük yüklenir ve onu karnında taşımaya başlar.

Nihayet hamilelik iyice ağırlaşıp doğum vakti yaklaşınca, ikisi de Rab'lerine el açıp, "Ey yüce Rabb'imiz! Eğer bize sağlıklı bir çocuk lütfedersen, kesinlikle sana şükreden kullar olacağız!" diye yalvarırlar.
190 Fakat Allah onlara sağlıklı bir çocuk bağışlayınca, Yaratıcının kendilerine lütfettiği bu çocuğun dünyaya gelmesinde başka güçlerin de pay sahibi olduğunu, dolayısıyla onlara da kulluk ve itaat edilmesi gerektiğini söyleyerek O'na ortaklar koşmaya başlarlar.

Oysa Allah, onların müşrikçe yaklaşımlarının ürünü olan ve içinde eksiklik, noksanlık, acizlik barındıran bütün sıfatların üzerinde ve ötesindedir, çok yücedir.
191 Onlar hiçbir şey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan varlıkları mı Allah'a ortak koşuyorlar?
192 Yani ne onlara yardım edebilecek, ne de kendilerini kurtarabilecek güce sahip olmayan o aciz varlıkları mı?
193 Size doğru yolu göstermeleri için onlara yalvarsanız, size cevap bile veremezler. Öyle ki, ha onlara dua etmişsiniz, ha etmemişsiniz, size hiçbir yararları dokunmayacak ve sizin için hiçbir şey değişmeyecektir.
194 Ey kâfirler! Allah'ı bırakıp da kendilerine kulluk edip yalvardıklarınız, tıpkı sizin gibi yaratılmış birer kuldur. Ancak siz ve atalarınız, onlar adına putlar, heykeller diktiniz ve zamanla bu putları ilâhlaştırarak önlerinde eğilmeye, onlara tapınmaya başladınız.

Eğer bu sözde ilâhların boyun eğilmeye, dua edilmeye lâyık varlıklar olduğuna dair iddianızda gerçekten samimi iseniz, haydi onlara dua edin de duanızı yerine getirsinler bakalım!
195 Hem nasıl olur da, kendinizden daha aşağı bir seviyede bulunan bu cansız taşlara, heykellere tapar ve onlardan medet umarsınız? Onların yürüyecekleri ayakları mı var, yoksa tutacakları elleri mi? Görecekleri gözleri mi var, yoksa işitecekleri kulakları mı?

Ey Müslüman! "İlâhlarımız aleyhinde konuşmaktan vazgeçmeyecek olursan, onların gazabına uğrayıp helâk olacaksın!" diyerek seni tehdit eden zalimlere meydan okuyarak de ki: "Haydi, Allah'a ortak koştuğunuz varlıkları yardımınıza çağırın. Sonra bütün hile ve entrikalarınızla çıkın karşıma ve yüreğiniz yetiyorsa, bir an bile göz açtırmayın bana!"
196 "Çünkü benim yegâne sığınağım, koruyucum, yardımcım ve dostum, bu Kitabı gönderen Allah'tır ve O, iyilik yapan kullarını asla yardımsız, çaresiz bırakmayacaktır. Zira O, iyilik yapanların dostu ve koruyucusudur."
197 "Allah'ın yanı sıra kendilerinden medet umarak yardıma çağırdığınız putlara veya emirlerine kayıtsız şartsız itaat ederek putlaştırdığınız efendilere, azizlere, önderlere ve diğer düzmece ilâhlara gelince, onlar ne size yardım edebilirler, ne de kendilerini Allah'ın azabından koruyabilirler."
198 Ey Peygamber! Sen onları ne kadar doğru yola çağırsan da, hakikat karşısında kör ve sağır kesilen bu insanlar çağrına kulak vermezler. Onların sana baktıklarını sanırsın, fakat inat ve önyargıları yüzünden gerçeği görmezler. Bu durumda yapman gereken şudur:
199 İçinde yetiştikleri olumsuz şartlardan dolayı hakikati görmekte zorluk çeken bu insanlara kaba ve sert davranma, sen af yolunu tut ve daima iyiliği emret. Hakikati bildikleri hâlde inatla karşı koyan cahillere aldırış etme! Bu çağrıya kulak verecek tertemiz gönüllere ulaşıncaya dek, bıkıp usanmadan tebliğine devam et! Fakat nihayet sen de bir insansın. İnatçı cahiller karşısında zaman zaman öfkene hâkim olamayabilirsin. Onun için:
200 Eğer şeytanî bir dürtü seni kışkırtıp anlamsız bir öfke ve heyecana sürükleyecek olursa, hemen Allah'a sığın ve O'nun bu konudaki tavsiyelerini hatırla! Unutma ki O, her şeyi işitendir, bilendir.
201 Çünkü dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüklerden sakınanlar, yüreklerinde insan bilincini kör eden şeytanî bir kışkırtı duyar duymaz, derhâl Kur'an'daki emir ve tavsiyeleri hatırlarlar ve işte o an, duygularının esiri olmaktan kurtulur ve gerçeği görürler.
202 Şeytanların yandaşlarına gelince, işte şeytanlar, ancak onları azgınlığa sürükleyebilir ve bunları bir kere avuçlarına aldılar mı, bir daha da yakalarını bırakmazlar.
203 Onlara arzu ve heveslerini okşayacak bir ayet veya istedikleri türden bir mucize getirmedin diye, "Madem Allah bizim arzu ve beklentilerimize uygun ayetler göndermiyor, bari sen bir şeyler uydursaydın ya!" derler.

Onlara de ki: "Ben ancak Rabb'im tarafından bana gönderilen emir ve direktiflere uyarım! Siz dünyada ve ahirette kurtuluşun yolunu gösteren mükemmel bir rehber, apaçık bir mucize mi istiyorsunuz? İşte bu Kur'an ayetleri, Rabb'inizden gelen, gönülleri ve hayatı aydınlatan deliller, basiretler ve inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet kaynağıdır.

Şu hâlde, ey insanlar!
204 Kur'an okunduğu zaman, tam bir saygı ve teslimiyetle ona kulak verin. Ve Kur'an bir konuda hüküm vermişse, ona alternatif görüşler öne sürmeyin, susup onu dinleyin ki, bu sayede ilâhî lütuf ve merhamete lâyık olabilesiniz!
205 Ey hakikat yolunun yolcusu! Gönlünün ta derinliklerinde, engin bir tevazu ile boyun büküp yalvararak ve O'nun ihtişam ve azameti karşısında titreyip ürpererek, fakat kendini bilmezlerin yaptığı gibi bağırıp çağırmadan, sesini yükseltmeden gece gündüz Rabb'ini an ve sakın kibrin ve zevk ü sefanın pençesine düşerek Rabb'ini unutan gafillerden olma!
206 Çünkü Rabb'inin katında yüksek derecelere sahip olanlar, O'na kullukta asla kibre kapılmazlar. Bilakis O'nun hayranlık verici yüceliğini övgüyle anar ve O'nun huzurunda saygıyla secdeye kapanırlar.

Ve Allah'ın huzurunda boyun eğenler, bakın ne yüce mertebelere erişecek, ne muhteşem ödüller ve ganimetler kazanacaklar:
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
الٓمٓصٓۜ 1
كِتَابٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ فَلَا يَكُنْ ف۪ي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنْذِرَ بِه۪ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ 2
اِتَّبِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَ 3
وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتاً اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ 4
فَمَا كَانَ دَعْوٰيهُمْ اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَٓا اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ 5
فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ 6
فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَٓائِب۪ينَ 7
وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ 8
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ 9
وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الْاَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَۜ قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ۟ 10
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ 11
قَالَ مَا مَنَعَكَ اَلَّا تَسْجُدَ اِذْ اَمَرْتُكَۜ قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۚ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ 12
قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ اَنْ تَتَكَبَّرَ ف۪يهَا فَاخْرُجْ اِنَّكَ مِنَ الصَّاغِر۪ينَ 13
قَالَ اَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ 14
قَالَ اِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَ 15
قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَۙ 16
ثُمَّ لَاٰتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ اَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَٓائِلِهِمْۜ وَلَا تَجِدُ اَكْثَرَهُمْ شَاكِر۪ينَ 17
قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُ۫ماً مَدْحُوراًۜ لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ اَجْمَع۪ينَ 18
وَيَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ 19
فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُ۫رِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْاٰتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهٰيكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هٰذِهِ الشَّجَرَةِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ اَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِد۪ينَ 20
وَقَاسَمَـهُمَٓا اِنّ۪ي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِح۪ينَۙ 21
فَدَلّٰيهُمَا بِغُرُورٍۚ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۜ وَنَادٰيهُمَا رَبُّهُمَٓا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَٓا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُب۪ينٌ 22
قَالَا رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ 23
قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ 24
قَالَ ف۪يهَا تَحْيَوْنَ وَف۪يهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟ 25
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاساً يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشاً۠ وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ 26
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاۜ اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَب۪يلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْۜ اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ 27
وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَاۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِۜ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ 28
قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ 29
فَر۪يقاً هَدٰى وَفَر۪يقاً حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ 30
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟ 31
قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ 32
قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ 33
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ 34
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ 35
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ 36
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ 37
قَالَ ادْخُلُوا ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِي النَّارِۜ كُلَّمَا دَخَلَتْ اُمَّةٌ لَعَنَتْ اُخْتَهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا ادَّارَكُوا ف۪يهَا جَم۪يعاًۙ قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَاباً ضِعْفاً مِنَ النَّارِۜ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلٰكِنْ لَا تَعْلَمُونَ 38
وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟ 39
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ 40
لَهُمْ مِنْ جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ 41
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ 42
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 43
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّۜ قَالُوا نَعَمْۚ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ 44
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَۜ 45
وَبَيْنَـهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِس۪يمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ 46
وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟ 47
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالاً يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ 48
اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ 49
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَف۪يضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۜ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ 50
اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْواً وَلَعِباً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ 51
وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ 52
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَـنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ 53
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ 54
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ 55
وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًۜ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ 56
وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَاباً ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ 57
وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۚ وَالَّذ۪ي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِداًۜ كَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ۟ 58
لَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ 59
قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ 60
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 61
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنْصَحُ لَكُمْ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ 62
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ 63
فَكَذَّبُوهُ فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً عَم۪ينَ۟ 64
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ 65
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي سَفَاهَةٍ وَاِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ 66
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي سَفَاهَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 67
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنَا۬ لَكُمْ نَاصِحٌ اَم۪ينٌ 68
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْۜ وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَصْۣـطَةًۚ فَاذْكُرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ 69
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 70
قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ اَتُجَادِلُونَن۪ي ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ 71
فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَمَا كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ۟ 72
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَـالِـحاًۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْۜ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 73
وَاذْ‌كُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّاَكُمْ فِي الْاَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِنْ سُهُولِهَا قُصُوراً وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتاًۚ فَاذْكُـرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ 74
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِمَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ اَتَعْلَمُونَ اَنَّ صَالِحاً مُرْسَلٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلَ بِه۪ مُؤْمِنُونَ 75
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا بِالَّـذ۪ٓي اٰمَنْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ 76
فَعَقَرُوا النَّاقَةَ وَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ وَقَالُوا يَا صَالِحُ ائْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ 77
فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَ 78
فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَـكُمْ وَلٰكِنْ لَا تُحِبُّونَ النَّاصِح۪ينَ 79
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ 80
اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ 81
وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ 82
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ 83
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ۟ 84
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَاۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ 85
وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَتَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ وَاذْكُرُٓوا اِذْ كُنْتُمْ قَل۪يلاً فَكَثَّرَكُمْۖ وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ 86
وَاِنْ كَانَ طَٓائِفَةٌ مِنْكُمْ اٰمَنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُرْسِلْتُ بِه۪ وَطَٓائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاصْبِرُوا حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ 87
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ 88
قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ وَمَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًۜ عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ رَبَّـنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ 89
وَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْباً اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ 90
فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۚۛ 91
اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ 92
فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَكُمْۚ فَكَيْفَ اٰسٰى عَلٰى قَوْمٍ كَافِر۪ينَ۟ 93
وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّٓا اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ 94
ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ حَتّٰى عَفَوْا وَقَالُوا قَدْ مَسَّ اٰبَٓاءَنَا الضَّرَّٓاءُ وَالسَّرَّٓاءُ فَاَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 95
وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْقُرٰٓى اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ وَلٰكِنْ كَذَّبُوا فَاَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ 96
اَفَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتاً وَهُمْ نَٓائِمُونَۜ 97
اَوَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ 98
اَفَاَمِنُوا مَكْرَ اللّٰهِۚ فَلَا يَأْمَنُ مَكْرَ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ۟ 99
اَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ اَهْلِهَٓا اَنْ لَوْ نَشَٓاءُ اَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْۚ وَنَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ 100
تِلْكَ الْقُرٰى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓائِهَاۚ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الْكَافِر۪ينَ 101
وَمَا وَجَدْنَا لِاَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍۚ وَاِنْ وَجَدْنَٓا اَكْثَرَهُمْ لَفَاسِق۪ينَ 102
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَظَلَمُوا بِهَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ 103
وَقَالَ مُوسٰى يَا فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ 104
حَق۪يقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَرْسِلْ مَعِيَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ 105
قَالَ اِنْ كُنْتَ جِئْتَ بِاٰيَةٍ فَأْتِ بِهَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 106
فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ 107
وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟ 108
قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ 109
يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْۚ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ 110
قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَاَرْسِلْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ 111
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ 112
وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْراً اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ 113
قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ 114
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْق۪ينَ 115
قَالَ اَلْقُواۚ فَلَمَّٓا اَلْقَوْا سَحَرُٓوا اَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَٓاؤُ۫ بِسِحْرٍ عَظ۪يمٍ 116
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ 117
فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ 118
فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِر۪ينَۚ 119
وَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۚ 120
قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ 121
رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ 122
قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ 123
لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ 124
قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ 125
وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاۜ رَبَّـنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً وَتَوَفَّـنَا مُسْلِم۪ينَ۟ 126
وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَۜ قَالَ سَنُقَتِّلُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَنَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ 127
قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَع۪ينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُواۚ اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِۚ يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ 128
قَالُٓوا اُو۫ذ۪ينَا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَأْتِيَنَا وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَاۜ قَالَ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ۟ 129
وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّن۪ينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ 130
فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ 131
وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ 132
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ 133
وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ 134
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ 135
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ 136
وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ بِمَا صَبَرُواۜ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ 137
وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ الْبَحْرَ فَاَتَوْا عَلٰى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَـنَٓا اِلٰهاً كَمَا لَهُمْ اٰلِهَةٌۜ قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ 138
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مُتَبَّرٌ مَا هُمْ ف۪يهِ وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 139
قَالَ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪يكُمْ اِلٰهاً وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ 140
وَاِذْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۚ يُقَتِّلُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟ 141
وَوٰعَدْنَا مُوسٰى ثَلٰث۪ينَ لَيْلَةً وَاَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ م۪يقَاتُ رَبِّه۪ٓ اَرْبَع۪ينَ لَيْلَةًۚ وَقَالَ مُوسٰى لِاَخ۪يهِ هٰرُونَ اخْلُفْن۪ي ف۪ي قَوْم۪ي وَاَصْلِحْ وَلَا تَتَّبِـعْ سَب۪يلَ الْمُفْسِد۪ينَ 142
وَلَمَّا جَٓاءَ مُوسٰى لِم۪يقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُۙ قَالَ رَبِّ اَرِن۪ٓي اَنْظُرْ اِلَيْكَۜ قَالَ لَنْ تَرٰين۪ي وَلٰكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰين۪يۚ فَلَمَّا تَجَلّٰى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكاًّ وَخَرَّ مُوسٰى صَعِقاًۚ فَلَمَّٓا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُؤْمِن۪ينَ 143
قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَات۪ي وَبِكَلَام۪يۘ فَخُذْ مَٓا اٰتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ 144
وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْاَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍۚ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَاۜ سَاُر۪يكُمْ دَارَ الْفَاسِق۪ينَ 145
سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِيَ الَّذ۪ينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ 146
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟ 147
وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسٰى مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌۜ اَلَمْ يَرَوْا اَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْد۪يهِمْ سَب۪يلاًۢ اِتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِم۪ينَ 148
وَلَمَّا سُقِطَ ف۪ٓي اَيْد۪يهِمْ وَرَاَوْا اَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّواۙ قَالُوا لَئِنْ لَمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ 149
وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ 150
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِاَخ۪ي وَاَدْخِلْنَا ف۪ي رَحْمَتِكَۘ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ۟ 151
اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ 152
وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَاٰمَنُواۘ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ 153
وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ وَف۪ي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ 154
وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلاً لِم۪يقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَـهَٓاءُ مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ 155
وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ قَالَ عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ 156
اَلَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ الَّذ۪ي يَجِدُونَهُ مَكْتُوباً عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِۘ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهٰيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَالْاَغْلَالَ الَّت۪ي كَانَتْ عَلَيْهِمْۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِه۪ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ۟ 157
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعاًۨ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۖ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ 158
وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ 159
وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً اُمَماًۜ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ 160
وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً نَغْفِرْ لَكُمْ خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ 161
فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلاً غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ۟ 162
وَسْـَٔلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۢ اِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ اِذْ تَأْت۪يهِمْ ح۪يتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعاً وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ لَا تَأْت۪يهِمْۚ كَذٰلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ 163
وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْماًۙۨ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداًۜ قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ 164
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ٓ اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ وَاَخَذْنَا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَـ۪ٔيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ 165
فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ 166
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۜ اِنَّ رَبَّكَ لَسَر۪يعُ الْعِقَابِۚ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ 167
وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْاَرْضِ اُمَماًۚ مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَۘ وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّـَٔاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ 168
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَاۚ وَاِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُۜ اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ م۪يثَاقُ الْكِتَابِ اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا ف۪يهِۜ وَالدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ 169
وَالَّذ۪ينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُصْلِح۪ينَ 170
وَاِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَاَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّٓوا اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْۚ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ۟ 171
وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ 172
اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ 173
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ 174
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ الَّـذ۪ٓي اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ 175
وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ 176
سَٓاءَ مَثَلاًۨ الْقَوْمُ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ 177
مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ 178
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَث۪يراً مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۘ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ 179
وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 180
وَمِمَّنْ خَلَقْنَٓا اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ۟ 181
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۚ 182
وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ 183
اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ 184
اَوَلَمْ يَنْظُرُوا ف۪ي مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۙ وَاَنْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ اَجَلُهُمْۚ فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ 185
مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَا هَادِيَ لَهُۜ وَيَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ 186
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪يۚ لَا يُجَلّ۪يهَا لِوَقْتِهَٓا اِلَّا هُوَۜ ثَقُلَتْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ لَا تَأْت۪يكُمْ اِلَّا بَغْتَةًۜ يَسْـَٔلُونَكَ كَاَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ 187
قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعاً وَلَا ضَراًّ اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟ 188
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ اِلَيْهَاۚ فَلَمَّا تَغَشّٰيهَا حَمَلَتْ حَمْلاً خَف۪يفاً فَمَرَّتْ بِه۪ۚ فَلَمَّٓا اَثْقَلَتْ دَعَوَا اللّٰهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ اٰتَيْتَنَا صَالِحاً لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ 189
فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمَا صَالِحاً جَعَلَا لَهُ شُرَكَٓاءَ ف۪يمَٓا اٰتٰيهُمَاۚ فَتَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ 190
اَيُشْرِكُونَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَۘ 191
وَلَا يَسْتَط۪يعُونَ لَهُمْ نَصْراً وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ 192
وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَتَّبِعُوكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْ اَدَعَوْتُمُوهُمْ اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ 193
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ عِبَادٌ اَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 194
اَلَهُمْ اَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۜ قُلِ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ ك۪يدُونِ فَلَا تُنْظِرُونِ 195
اِنَّ وَلِـِّيَ اللّٰهُ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْكِتَابَۘ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِح۪ينَ 196
وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ 197
وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُواۜ وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ 198
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ 199
وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ 200
اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ 201
وَاِخْوَانُهُمْ يَمُدُّونَهُمْ فِي الْغَيِّ ثُمَّ لَا يُقْصِرُونَ 202
وَاِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِاٰيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَاۜ قُلْ اِنَّـمَٓا اَتَّبِـعُ مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ مِنْ رَبّ۪يۚ هٰذَا بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ 203
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ 204
وَاذْكُرْ رَبَّكَ ف۪ي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخ۪يفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ 205
اِنَّ الَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ 206
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
الٓمٓصٓۜ
Elif, Lâm, Mîm, Sâd. (2. Bakara: 1, 23, 24)
1
كِتَابٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ فَلَا يَكُنْ ف۪ي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنْذِرَ بِه۪ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Bu, inkârcıları uyarman için ve inananlara öğüt olmak üzere sana Allah tarafından gönderilmiş bir kitaptır; bu konuda yüreğinde bir şüphe ve sıkıntı olmasın.
2
اِتَّبِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَ
Ey insanlar! Size Rabb'iniz tarafından indirilen öğüt ve ilkelere uyun, O'nu bırakıp da başka kurtarıcıların, velilerin peşinden gitmeyin. Kulağınıza küpe olması gereken bu öğütleri ne kadar da az düşünüyorsunuz.
3
وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتاً اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ
Biz emrimize başkaldıran nice memleketleri helâk ettik de, geceleyin uyurlarken yahut gündüz vakti dinlenirlerken, azabımız ansızın başlarına çöküverdi.
4
فَمَا كَانَ دَعْوٰيهُمْ اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَٓا اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Azabımız onlara gelip çattığı zaman, "Eyvah! Meğer biz ne kadar zalimmişiz!" demekten başka bir feryatları da olmadı.
5
فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ
Şundan hiç şüpheniz olmasın ki, kendilerine Peygamber ve davetçi gönderilenleri, bu çağrıya uyup uymadıkları konusunda Mahşer Günü muhakkak hesaba çekeceğiz. Onlara gönderilen davetçi ve Peygamberlere de görevlerini yerine getirip getirmediklerini mutlaka soracağız.
6
فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَٓائِب۪ينَ
Sonra da, yaptıkları her şeyi kesin bir bilgi ile onlara bildireceğiz. Çünkü biz her an onların yanındaydık, olup bitenlerden asla habersiz değildik.
7
وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
O gün tartı haktır. Yapılan bütün iyilik ve kötülükler ölçülecek ve herkese hak ettiği ceza veya mükâfat tam olarak verilecektir. Kimin iman ve iyilik tartıları ağır gelirse, işte onlar ebedî saadet ve kurtuluşa erenlerdir.
8
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ
Kimin tartıları hafif gelirse, onlar da Kur'an'dan yüz çevirerek ayetlerimize haksızlık etmelerinden dolayı, kendilerini felâkete mahkûm etmiş olanlardır!
9
وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الْاَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَۜ قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ۟
Gerçek şu ki, biz sizi yaratıp yeryüzüne yerleştirdik ve size orada yaşamanız için nice nimet ve imkânlar bahşettik. Buna rağmen, ne kadar da az şükrediyorsunuz.
10
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ
Evet, sizi yarattık, sonra size mükemmel bir şekil verdik ve meleklere, "Tüm insanlığın temsilcisi olarak karşınızda duran Âdem'e secde edin, yani size üstünlüğünü kabul ederek önünde saygıyla eğilin!" dedik. Bunun üzerine, meleklerin hepsi Allah'ın emrine uyarak secde ettiler. Ancak aralarında yaşayan ve aslen bir cin olan İblis kibre kapıldı ve Allah'ın emrine başkaldırma pahasına, Âdem'e secde etmekten kaçındı.
11
قَالَ مَا مَنَعَكَ اَلَّا تَسْجُدَ اِذْ اَمَرْتُكَۜ قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۚ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
Allah İblis'in niçin secde etmediğini bilmesine rağmen, insanlığa ibret olması için ona sordu: "Sana emrettiğim hâlde, Âdem'e secde etmekten seni alıkoyan nedir?" İblis, "Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni asil bir varlık olan ateşten, onu ise değersiz bir çamurdan yarattın. Bu yüzden, o aşağılık varlığa asla secde etmeyeceğim!" dedi.

Oysa gerçek üstünlük, ancak Allah'ın emrine itaatle mümkündü. Fakat İblis, bunu bile bile kibre kapılıp isyankârlığı tercih etti.
12
قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ اَنْ تَتَكَبَّرَ ف۪يهَا فَاخْرُجْ اِنَّكَ مِنَ الصَّاغِر۪ينَ
Bu yüzden Allah, "O hâlde, sana bahşettiğim yüce makamı ve içinde yaşadığın cenneti terk ederek in oradan! Çünkü orada öyle böbürlenmeye hakkın yok senin. Haydi, çık git! Bundan böyle, kibrinden vazgeçmediğin sürece zillet ve alçaklığa mahkûm edilmiş aşağılık bir varlıksın!" dedi.

İblis aslında Allah'ı inkâr etmemişti. Meleklerin, cennetin, cehennemin gerçekliğine de inanıyordu. Buna rağmen, kendisini üstün görüp Allah'ın emrine başkaldırması ve günahında ısrar etmesi sebebiyle kâfirlerden oldu ve ilâhî rahmetten uzaklaştırıldı.
13
قَالَ اَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Bunun üzerine İblis, "Allah'ım, insanların yeniden diriltilecekleri güne kadar bana süre ver ki, onları saptırayım ve önünde secde etmemi istediğin bu varlığın ne kadar değersiz olduğunu göstereyim!" dedi.
14
قَالَ اِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَ
Allah, "Pekâlâ, Mahşer Gününe kadar değil ama tüm canlıların yok edileceği güne, Kıyamet Gününe kadar (15. Hicr: 36–38) sana süre verilmiştir!" dedi.

Allah dileseydi, İblis'i oracıkta yok edip işini bitirebilirdi. Fakat sonsuz ilim ve hikmeti gereğince, insanoğlunun çetin bir sınavdan geçerek olgunluk mertebelerinde yücelmesini, İblis'le yapacağı mücadele sayesinde içindeki gizli güç ve yetenekleri keşfedip geliştirmesini murat etti. Bunun için de İblis'e istediği süreyi verdi.
15
قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَۙ
İblis, kendisine verilen bu uzun ömre şükredeceği yerde, kendi günahını Allah'a isnat ederek dedi ki: "Beni saptırmana karşılık, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım!"
16
ثُمَّ لَاٰتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ اَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَٓائِلِهِمْۜ وَلَا تَجِدُ اَكْثَرَهُمْ شَاكِر۪ينَ
"Sonra da, bazen açıktan açığa önlerinden, kimi zaman sinsice arkalarından, bazen Müslüman kimliğine bürünüp sağlarından, bazen de şehvet ve ihtiraslarını azdırarak sollarından yanlarına sokulacağım. Kısacası, onları aldatmak için her türlü yol ve yöntemi kullanarak dört bir yandan üzerlerine saldıracağım. Ve pek çoklarının nankör kimseler olduğunu göreceksin. Böylece, Âdem'in benden üstün olmadığını ve onun önünde secde etmemi bana emretmekle hikmet ve adaletten yoksun bir iş yaptığını sen de kabul edeceksin."
17
قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُ۫ماً مَدْحُوراًۜ لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ اَجْمَع۪ينَ
Bunun üzerine Allah, "Alçaltılmış ve ilâhî rahmetten kovulmuş olarak çık oradan!" dedi, "Çünkü melekler arasında, o yüce makamda bulunmaya hakkın yok senin! Yakında yeryüzüne inecek ve ilâhî sınavın gerçekleşmesi için insanları kötülüğe davet edeceksin. Fakat kullarımın üzerinde herhangi bir zorlayıcı gücün olmayacak (17. İsra: 65). Onlardan her kim sana uyacak olursa, hepinizi topluca cehenneme dolduracağım!"
18
وَيَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ
"Ey Âdem! Sen ve eşin beraberce cennette yaşayın. Dilediğiniz yerden ve canınızın çektiği her çeşit meyveden bol bol yiyin. Fakat sınırsız bir özgürlüğe sahip olmadığınızı, size bu nimetleri bahşeden Allah'a muhtaç birer kul olduğunuzu asla unutmayın. Bunun için, iman ve itaatinizi sınamak üzere şimdilik size meyvesini yasakladığım şu ağaca —yani cinsellik ağacına— sakın yaklaşmayın, yoksa büyük bir günah işleyerek kendinize zulmetmiş olursunuz!"
19
فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُ۫رِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْاٰتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهٰيكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هٰذِهِ الشَّجَرَةِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ اَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِد۪ينَ
Derken şeytan, birbirlerine kapalı olan mahrem yerlerini açıp kendilerine göstermek ve böylece şehvet duygularını kamçılayıp onları isyana sürüklemek için her ikisine fısıldayarak dedi ki: "Rabb'iniz size bu ağacı ancak, ondan tattığınız takdirde birer melek olacağınız yahut sonsuz hayata kavuşacağınız için yasakladı. Yoksa zevkinize göre davranıp cinsel arzularınızı tatmin etmenin ne günahı olabilir?"
20
وَقَاسَمَـهُمَٓا اِنّ۪ي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِح۪ينَۙ
Ve "Allah şahidimdir ki, bunu sırf sizin iyiliğiniz için yapıyorum!" diye onlara yemin etti.
21
فَدَلّٰيهُمَا بِغُرُورٍۚ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۜ وَنَادٰيهُمَا رَبُّهُمَٓا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَٓا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
Böylece ikisini aldatarak yasağı çiğnemelerine sebep oldu ve onları, içinde bulundukları o yüce makamdan aşağıya indirdi. Şöyle ki:

Âdem ile Havva sözü edilen ağaçtan tadar tatmaz, her ikisine de mahrem yerleri gözüktü. Bunun üzerine utanç duygusuna kapılarak mahrem yerlerini kapatmak için cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar. Bunun üzerine Rab'leri onlara şöyle seslendi: "Ben size o ağacın meyvesini yasaklamamış mıydım? Ve o şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır, dememiş miydim? Niçin emir ve uyarılarımı göz ardı edip kendinizi felâkete sürüklediniz?"

Böylece Âdem ile Havva, kıyamete kadar insanlara musallat olacak baş düşmanları İblis'le bu ilk karşılaşmalarında imtihanı kaybettiler. Fakat umutsuzluğa düşmediler. Günahlarını bir başka günahla telâfi yoluna da gitmediler. Aksine, hatalarını itiraf ederek Rab'lerine yönelip O'nun sonsuz merhametine sığındılar:
22
قَالَا رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
İkisi de, "Ey yüce Rabb'imiz!" dediler, "Biz kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet buyurmazsan, hiç şüphesiz kaybedenlerden olacağız."

Bunun üzerine Allah onları bağışladı. Sonra da, asıl yaratılış gayeleri olan halifelik görevini yerine getirmeleri için cennetten çıkarıp yeryüzüne gönderdi:
23
قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ
Allah, insana ve şeytana seslenerek, "Birbirinize düşman olarak cennetten çıkıp yeryüzüne inin! Artık yeryüzüne yerleşecek ve belli bir süreye kadar oranın nimetlerinden yararlanacaksınız." dedi.
24
قَالَ ف۪يهَا تَحْيَوْنَ وَف۪يهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟
Ve ekledi: "Orada yaşayacak, orada ölecek ve yeniden diriliş için yine oradan çıkarılacaksınız."
25
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاساً يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشاً۠ وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Ey Âdemoğulları! Size, hem mahrem yerlerinizi örtecek ve hem de güzel görünmenizi sağlayacak giysiler üretebilmeniz için gereken bilgi ve yeteneği bahşettik. Öyleyse, toplumda her türlü fuhşiyatın, sapık ilişkilerin ve cinsel sömürünün yaygınlaşmasına yol açan çıplaklık kültüründen uzak durun. Namus, iffet ve ahlâk gibi yüce değerleri pekiştirerek toplumsal çözülmenin ve yozlaşmanın önüne geçen, ayrıca sizi sıcaktan ve soğuktan koruyan ve daha zarif, daha güzel görünmenizi sağlayan elbiseler giyin. Fakat dış görünüşünüzü güzelleştirirken, kalp ve ruh güzelliğini de ihmal etmeyin. Unutmayın ki, elbiselerin en güzeli, kötülüklerden titizlikle kaçınarak dürüst ve erdemli bir insan olmak anlamına gelen takva elbisesidir.

İşte bunlar, Allah'ın ayetlerindendir. Bu ayetleri insanlara ulaştırın ki, düşünüp öğüt alsınlar.
26
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاۜ اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَب۪يلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْۜ اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
Ey Âdemoğulları! Sakın şeytan, Âdem ve Havva adındaki ilk atalarınızın giysilerini üzerlerinden soyup mahrem yerlerini birbirlerine göstererek günah işlemelerine ve böylece cennetten çıkmalarına sebep olduğu gibi, sizi de kandırıp yoldan çıkarmasın!

Çok dikkatli olun! Zira şeytan ve dostları, sizin onları göremediğiniz bir boyuttan sizi görebilirler. Gerçek kimliklerini hissettirmeden ustalıkla aranıza sızar, hiç beklemediğiniz bir anda, akıl almaz yol ve yöntemlerle sizi aldatmaya çalışırlar. Üstelik insanlar arasından, onlarla işbirliği yapanlar da var. Doğrusu biz şeytanları, iman etmeyenlerin en yakın müttefiki, akıl hocası ve dostu hâline getirdik.

Bu yüzdendir ki:
27
وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَاۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِۜ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Kâfirler ne zaman utanç verici bir iş yapsalar, sözgelimi Kâbe'yi çıplak olarak tavaf etmeye kalksalar, "Biz atalarımızdan böyle gördük, hem bunu bize emreden Allah'tır!" derler.

Onlara de ki: "Hayır! Allah çirkinliği ve edepsizliği emretmez! Aksine, güzelce örtünmenizi ve iffetli olmanızı emreder. Bu yüzden de, her insanı edep ve hayâ duygusuna sahip olarak yaratır. Ey inkârcılar! Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? O'nun emir ve hükümleri hakkında nasıl böyle cahilce konuşabiliyorsunuz?"
28
قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ
Ey İslâm davetçisi! De ki: "Rabb'im her türlü aşırılıktan kaçınmanızı, ölçülü ve dengeli davranarak adaleti yerine getirmenizi emretmiş ve sizden şunu istemiştir: Allah yolunda yapmanız gereken her işi, tam bir dikkat ve duyarlılık içinde yapın. Her secde makamında yüzünüzü kıble yönüne çevirin. Namaz kılarken, özellikle de ibadetin doruk noktaya ulaştığı secdeye varırken, tüm benliğinizle Rabb'inize yönelin. Tertemiz ve samimi bir inançla Allah'a bağlanarak O'na dua edin. Unutmayın ki, başlangıçta nasıl sizi O yarattıysa, yine sonunda O'na dönecek tüm yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz.
29
فَر۪يقاً هَدٰى وَفَر۪يقاً حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ
Bu uyarılar karşısında, insanlar farklı tavırlar gösterdiler. Allah da onlardan bir kısmını doğru yola iletti, bir kısmı ise sapıklığı hak etti. Çünkü onlar, cinlerden ve insanlardan birtakım şeytanları kendilerine Allah'tan başka rehber, yönetici ve dost edindiler. Üstelik bu hâlleriyle doğru yolda olduklarını sanıyorlar.
30
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟
Ey Âdemoğulları! Hayatın her alanında, özellikle de her mescide gelişinizde, Kâbe'yi çıplak tavaf eden Arap müşriklerinin tam aksine, en güzel giysilerinizi giyinip süslerinizi takının. Dindarlığın ve takvanın ölçüsü olarak, kendinize ilâhî hükümleri ve aklı, sağduyuyu ölçü edinin. Bu ölçülere göre üstünüze başınıza, kılık kıyafetinize çekidüzen verin. Bilhassa giysilerin en güzeli olan takva elbisesini kuşanarak maddî ve manevî yönlerden kendinizi arındırın. Pejmürde bir hâlde dolaşarak veya kendinizi Allah'ın nimetlerinden yoksun bırakarak Allah'a yaklaşacağınızı sanmayın. Yiyin için, fakat harama yönelmek, yoksulun hakkını çiğnemek yahut ihtiyaçtan fazlasını harcayıp lükse kaçmak suretiyle israf etmeyin! Unutmayın ki, Allah israf edenleri sevmez!
31
قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Dünyanın güzelliklerinden ve meşru lezzetlerinden uzak durarak Allah'ın hoşnutluğunu kazanacaklarını sananlara de ki: "Allah'ın, kulları için yeraltı madenlerinden, denizlerin altından, bitki ve hayvanlardan çıkardığı süs eşyalarını ve tertemiz yiyecekleri haram kılan kimdir?"

Sözlerine devamla de ki: "Bunlar, aslında dünya hayatında kâfirler için değil, iman edenler için yaratılmış güzelliklerdir. Fakat imtihan hikmeti gereğince, hepsi bunlardan faydalanır. Diriliş Gününde ise bu nimetler yalnızca inananlara özgü olacak ve inkârcılar ondan mahrum bırakılacaktır."

Bakın, hakikat bilgisinin kıymetini bilen insanlar için, ayetleri işte böyle ayrıntılarıyla ve açıkça ortaya koyuyoruz!
32
قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
De ki: "Gerçekte Rabb'im, ancak şunları haram kılmıştır:

İster açık ister gizli olsun, her türlü fuhuş ve ahlâksızlığı,

Allah'ın emir ve yasaklarını çiğneyerek günah işlemeyi,

Haksız yere başkalarının hak ve özgürlüklerine saldırmayı,

Haram helâl sınırlarını belirleme, değer yargıları oluşturma, emirlerine kayıtsız şartsız itaat edilme gibi konularda kendilerine yetki verildiğine dair Allah'ın Kitap veya Elçisi aracılığıyla hiçbir delil göndermediği varlıkları tanrısal niteliklerle yüceltip itaat edilecek mutlak otorite kabul ederek yahut servet, güç, makam, şöhret gibi değerleri hayatın biricik ölçüsü hâline getirerek O'na ortak koşmanızı,

Ve bilmediğiniz konularda Allah adına konuşmanızı haram kılmıştır!"

Bu haramları işleyen toplumlar, dünyada da âhirette de bunun cezasını çekeceklerdir. Fakat günah işlediler diye hemen helâk edilmeyecekler, kendilerine biraz mühlet verilecektir:
33
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
Her toplumun ilâhî-toplumsal yasalara göre belirlenmiş bir hayat süresi, yani bir eceli vardır. O ecelleri gelip çattı mı, ölüm vaktini ne bir an geciktirebilir, ne de öne alabilirler. Şu hâlde:
34
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Ey Âdemoğulları! Şayet size kendi aranızdan, benim ayetlerimi size okuyan Peygamberler veya İslâm davetçileri gelecek olursa —ki her çağda gelecektir— her kim bu çağrıya uyarak kötülükten, günahtan sakınır ve davranışlarını düzeltirse, işte onlar Hesap Gününde ne korkuya kapılacaklar, ne de üzülecekler.
35
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Ayetlerimizi yalan sayan ve buyruğumuza boyun eğmeyi gururlarına yediremeyerek onlara karşı büyüklük taslayanlara gelince, onlar da cehennem halkıdırlar ve sonsuza dek orada kalacaklardır.
36
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Öyle ya, uydurduğu hükümleri Allah'a nispet ederek Allah adına yalan uyduran yahut O'nun ayetlerini inkâr edenlerden daha zalim kim olabilir? Bunlar, tüm canlılar için takdir edilmiş ilâhî yazgıdan paylarına düşeni alacak ve dünyanın gelip geçici nimetlerinden azıcık faydalanacaklardır.

Nihayet ölüm melekleri olan elçilerimiz canlarını almak üzere yanlarına gelince, onlara, "Allah'ı bırakıp da kendilerine yalvarıp yakardığınız varlıklar hani neredeler?" diye soracaklar. Buna karşılık onlar, pişmanlık ve çaresizlik içinde, "Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular!" diyecek ve hakikati inkâr etmiş olduklarına, son nefeslerinde bizzat kendileri şahitlik edecekler.
37
قَالَ ادْخُلُوا ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِي النَّارِۜ كُلَّمَا دَخَلَتْ اُمَّةٌ لَعَنَتْ اُخْتَهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا ادَّارَكُوا ف۪يهَا جَم۪يعاًۙ قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَاباً ضِعْفاً مِنَ النَّارِۜ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلٰكِنْ لَا تَعْلَمُونَ
Ve Hesap Gününde Allah, "O hâlde, sizden önceki inkârcı cin ve insan toplulukları ile birlikte siz de girin ateşe!" diyecek.

Her topluluk ateşe girerken, dünyada imrenip peşinden gittikleri ve inanç yönüyle kardeşleri sayılan topluluğa lânetler yağdıracak. Nihayet hepsi birbiri ardınca gelip orada toplanınca, arkadan gelenler, önden giden ve sonrakilere yol gösteren öncü toplumlar hakkında, "Ey Rabb'imiz, bizi yoldan çıkaranlar işte bunlardı, onları iki kat ateş azabıyla cezalandır!" diyecekler.

Buna karşılık Allah, "Evet, sizden öncekiler hem kendileri yoldan çıktığı hem de arkadan gelenlere kötü örnek olup onların yoldan çıkmasına sebep olduğu için iki kat ceza çekecekler. Fakat siz de aynı şekilde başkalarının sapmasına sebep oldunuz. Bu yüzden, her birinize iki kat azap var. Fakat siz bunun farkında değilsiniz. Nicelerinin sizden etkilenip kötülüğe yöneldiğini de bilmiyorsunuz." diyecek.
38
وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟
Bunun üzerine öncekiler, sonrakilere diyecekler ki: "Sizin bizden bir üstünlüğünüz yok. Öyleyse, yaptıklarınızdan dolayı cehennem azabını bizimle birlikte tadın!"
39
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ
Ayetlerimizi yalan sayan ve buyruğumuza boyun eğmeyi gururlarına yediremeyerek onlara karşı büyüklük taslayanlar var ya, göğün rahmet kapıları onlara asla açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçmedikçe, onlar da cennete giremeyeceklerdir. Devenin iğne deliğinden geçmesi nasıl mümkün değilse, inkârcıların da cehennemden çıkıp cennete girmeleri öyle imkânsızdır. İşte biz, suçluları böyle cezalandırırız.
40
لَهُمْ مِنْ جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ
Altlarında ateşten döşekler, üstlerinde de yine ateş, alev ve dumandan örtüler olacaktır. İşte zalimleri böyle cezalandırırız.
41
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
İman eden ve bu imanın gereği olarak güzel işler yapanlara gelince —ki biz hiç kimseye gücünün yetmeyeceği sorumluluğu yüklemeyiz—onlar da cennet halkıdırlar ve sonsuza dek orada kalacaklardır.
42
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Onları cennete koyarken, kalplerinde haset, öfke ve kin namına ne varsa hepsini söküp almışızdır. Böylece, her türlü olumsuz duygu ve düşünceden arınmış olarak cennete girmişlerdir. Etraflarında yemyeşil ağaçlar ve türlü nimetler bulunmakta, altlarından ırmaklar akmaktadır.

Rab'lerine el açıp yalvararak, "Bizi bu harika cennet yurduna eriştiren Allah'a şükürler olsun! O bize yol göstermeseydi, biz kendi başımıza doğru yolu asla bulamazdık. İşte bizzat gözlerimizle görüyoruz ki, Rabb'imizin elçileri hakikati bildirmişler." derler.

Ve ardından, Allah tarafından şöyle nida edilir: "İşte dünyadaki gayret ve çabalarınızın karşılığı olarak size bahşedilen cennet budur!"
43
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّۜ قَالُوا نَعَمْۚ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ
Cennet halkı cehennem halkına seslenerek: "Ey kâfirler! Biz Rabb'imizin bize verdiği bütün sözlerin gerçek olduğunu gördük. Nasıl, siz de Rabb'inizin verdiği sözlerin doğru çıktığını gördünüz mü?" diye sorarlar.

Cehennemdekiler ise, "Evet, bunu bizzat yaşayarak gördük!" derler. Bunun üzerine, aralarında bulunan bir çağrıcı melek şöyle seslenecek: "Allah'ın lâneti, zalimlerin üzerine olsun!"
44
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَۜ
"İnsanları Allah'ın yolundan engelleyen, sinsi propagandalarla doğru yolu çarpıtmaya çalışan ve ilâhî adaletin tecelli edeceği âhiret hayatını inkâr eden o zalimlerin üzerine!"
45
وَبَيْنَـهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِس۪يمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ
Cennet halkıyla cehennem halkı arasında, iki grubu birbirinden ayıran bir perde olarak yüksek bir sur (57. Hadid: 13) vardır. Bu surun Ârâf denilen burçları üzerinde ise, kendilerine daha baştan cennete kesinlikle girecekleri müjdesi verilen Peygamberler, şehitler ve âlimler gibi seçkin insanlar olacaktır. Allah'ın bu has kullarına bir lütuf ve ikram olarak, o günkü muhteşem manzarayı dışarıdan ve yukardan seyretme imkânı verilecektir. Bunlar cennetlik ve cehennemlik her insanı çehresinden tanıyacaklar. Henüz cennete girmemiş olan, fakat oraya gireceklerini ümit eden cennet halkına seslenerek, "Selâm sizlere! Müjdeler olsun, kurtuluşa erdiniz!" diyecekler.
46
وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟
Bakışları cehennem halkına doğru çevrilince de, "Aman ya Rab!" diye yalvaracaklar, "Bizi bu zalim toplulukla beraber eyleme!"
47
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالاً يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ
Surun yüksek burçlarında her yanı seyreden bu Ârâf halkı, simalarından tanıdıkları bazı cehennemlik kişilere şöyle seslenecekler: "Gördünüz ya, ne o güvendiğiniz malınız, servetiniz, ordularınız ve topluluğunuz kurtarabildi sizi, ne de o anlamsız gurur ve kibriniz!"

Sonra inkârcılara, dünyadayken alay edip aşağıladıkları zayıf müminleri göstererek soracaklar:
48
اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ
"Sizin bir zamanlar, ‘Allah lütuf ve rahmetini böyle yoksul ve çaresiz kimselere vermez!' diye yemin ettiğiniz insanlar bunlar mı?" diye soracaklar. Sonra o cennetliklere dönerek, "Haydi girin cennete, artık size korku yok ve siz üzülecek de değilsiniz." diyecekler.
49
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَف۪يضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۜ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ
Derken cehennem halkı, cennet halkına yalvararak, "Ne olur, bize biraz su verin yahut Allah'ın size bahşettiği yiyeceklerden birazını gönderin!" diye feryat edecekler. Cennetlikler ise onlara, "Hayır, Allah bu nimetleri kâfirlere yasaklamıştır!" diyecekler.
50
اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْواً وَلَعِباً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
O kâfirler ki, Allah'ın kendilerine gönderdiği inanç sistemini ve hayat tarzını alay konusu yaparak dinlerini oyun ve eğlence hâline getirmişlerdi. Ayrıca, ilâhî ölçüleri reddedip nefislerini ilâhlaştırarak arzu ve heveslerini din hâline getirmişlerdi. Ve dünya hayatının o süs ve cazibesi onları aldatıp doğru yoldan saptırmıştı.

Onlar bu güne ulaşacaklarını nasıl göz ardı edip unuttular ve ayetlerimizi bile bile nasıl inkâr ettilerse, biz de bugün onları öyle göz ardı edip unutacağız.
51
وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Oysa biz onlara, iman edecek bir topluma yol gösterici ve rahmet kaynağı olarak tam bir hikmet ve bilgiyle bölümler hâlinde açıkladığımız mükemmel bir kitap göndermiştik.
52
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَـنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
Ama o zalimler, ayetlerimizi bilerek inkâr ettiler. Onlar Kur'an'a iman etmek için ille de onun haber verdiği kıyamet, mahşer, hesap, cehennem, azap gibi şeylerin gerçekleşmesini mi bekliyorlar?

İyi bilin ki, onun haber verdiği şeyler ortaya çıktığı gün, vaktiyle bunları hiçe sayıp unutmuş olanlar pişmanlık ve çaresizlik içinde şöyle diyeceklerdir:

"Eyvah, demek Rabb'imizin elçileri bize gerçeği bildirmişler!"

"Ah, keşke Allah katında sözü geçen şefaatçilerimiz olsaydı da, azaptan kurtulmamız için bize şefaat etselerdi."

"Yahut dünyaya geri gönderilseydik de, daha önce yaptıklarımızdan farklı işler yapsaydık!"

İşte, böylece kendi elleriyle kendilerini felâkete mahkûm ettiler ve şefaatçi diye uydurdukları o sahte ilâhları, onları yüzüstü bırakıp kayboldu.
53
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Gerçek şu ki, sizin yegâne sahibiniz, efendiniz, yöneticiniz, yani Rabb'iniz Allah'tır! Milyarlarca galaksiden oluşan gökleri ve sayısız nimetlerle donatılmış yeryüzünü her biri milyonlarca yıl süren altı günde yaratan, fakat sonra bir kenara çekilip mahlûkatı kendi kaderiyle baş başa bırakmayan, aksine, gerek evreni idare etmek, gerekse inanç, hukuk ve ahlâk kurallarını belirlemek üzere kâinatın mutlak hâkimi olarak Egemenlik Tahtına oturan O'dur!

Gündüzü, durmaksızın kendisini takip eden gece ile bürüyüp örten O'dur.

Emrine ve koyduğu yasalara boyun eğen Güneş'i, Ay'ı ve diğer bütün yıldızları yaratan ve yönlendiren yine O'dur.

Dikkat edin, iyi dinleyin: Yaratma kudreti ve emretme yetkisi, tamamen ve yalnızca O'na aittir.

Tüm varlıkların gerçek sahibi ve Efendisi olan Allah, ne yücedir! Öyleyse:
54
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ
Rabb'inize, gönülden bir yakarışla ve gizlice dua edin. Dua ederken, Allah'ı anarken bağırıp çağırarak veya bunu bir gösteriye dönüştürerek saygı sınırlarını aşmayın! Kuşkusuz O, sınırı aşanları sevmez.
55
وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًۜ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ
İlâhî yasalarla yeryüzünde düzen ve denge kurulmuşken, orada sakın bozgunculuk çıkarmayın! Allah'ın azabından korkarak ve rahmetini ümit ederek O'na yalvarın. Korku anında ümitsizliğe, ümit anında gaflete kapılmayın.

Gerçek şu ki, Allah'ın bereket ve rahmeti, iyilik edenlere pek yakındır.
56
وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَاباً ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
O Allah ki, engin lütuf ve rahmetinin tecellisi olan yağmurların önünde nimet ve bereket müjdecisi olarak rüzgârları gönderir.

Nihayet bu rüzgârlar, su taneciklerinden oluşan ve havadan daha ağır olan yağmur yüklü bulutları yüklenip kaldırınca, onu susuzluktan toprağı çatlamış, bitki örtüsü kurumuş ölü bir bölgeye sürükleriz.

O bulutlarla, çorak topraklara hayat veren yağmurlar yağdırır ve böylece orada çeşit çeşit ürünler yeşertiriz.

İşte biz, aynı hayat verici kudretimizle ölüleri de Mahşer Günü böyle diriltip çıkaracağız. Böyle canlı ve anlaşılır misallerle hakkı ortaya koyuyoruz ki, düşünüp ibret alasınız!

İşte Kur'an ayetleri de, tıpkı rahmet yağmurları gibi ölü kalplere hayat verir. Fakat gönlünü hakikate kapamış, kibir ve bencilliğin kölesi olmuş insanlar, bu rahmet hazinesinden bir şey alamazlar. Nitekim:
57
وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۚ وَالَّذ۪ي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِداًۜ كَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ۟
Toprağı güzelce işlenmiş, tohumu ekilmiş verimli arazi, yağmuru görür görmez Rabb'inin izniyle bereketli ürünler yetiştirir.

Ekime elverişli olmayan çorak ve bakımsız toprağa gelince, ne kadar yağmur yağarsa yağsın, çalı diken gibi cılız ve faydasız bitkilerden başka bir şey bitirmez.

Şükredecek bir toplum için, işte ayetleri böyle herkesin anlayacağı çeşitli ve zengin örneklerle açıklıyoruz.

İnsanlık tarihi boyunca, her Peygamber bu gerçeği dile getirmişti:
58
لَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Gerçekten biz Nuh'u, kendi halkına ilâhî mesajı bildiren bir elçi olarak gönderdik. Nuh, "Ey halkım!" demişti, "Allah'a gönülden boyun eğin ve yalnızca O'na kulluk edin! Zira sizin O'ndan başka emrine kayıtsız şartsız itaat edeceğiniz bir efendiniz, bir ilâhınız yoktur! Doğrusu ben sizin için, zalimleri helak edecek olan büyük bir günün azabından korkuyorum!"
59
قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Halkın alın terini sömürerek kurdukları kölelik sisteminin yıkılacağından, böylece alışageldikleri lüks ve refah dolu yaşantının sona ereceğinden endişe eden toplumun ileri gelenleri, menfaatlerine aykırı gördükleri bu çağrıyı etkisiz kılmak amacıyla Nuh'un karşısına dikilerek, "Doğrusu biz seni, apaçık bir yanılgı ve sapma içinde görüyoruz!" dediler.
60
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Nuh, "Ey halkım!" dedi, "Siz de gayet iyi bilirsiniz ki, benim bu sözlerimde bir yanılgı, bir sapma yoktur. Tam aksine ben, Âlemlerin Rabb'i tarafından görevlendirilmiş bir elçiyim. Bu durumda siz beni değil, bana bu görevi veren Rabb'imi suçlamış oluyorsunuz."
61
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنْصَحُ لَكُمْ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
"Çünkü ben size kendi görüşlerimi veya kuruntularımı değil, doğrudan doğruya Rabb'imin mesajlarını iletiyor ve size güzelce öğüt veriyorum. Ayrıca, Allah tarafından bana vahiy aracılığıyla bildirilen ilim sayesinde, sizin bilmediğiniz kıyamet, âhiret, cennet, cehennem gibi gerçekleri biliyorum."
62
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
"Ey halkım! Sizi dehşet verici bir günün azabına karşı uyarsın da aklınızı başınıza alıp inkârdan, zulümden, ahlâksızlıktan sakınıp korunasınız ve böylece ilâhî lütuf ve merhamete lâyık olasınız diye kendi içinizden bir adam aracılığıyla Rabb'inizden size öğüt verici bir mesaj gelmesine mi şaşıyorsunuz? Evrenin her zerresini kontrol ve idare eden, tüm ihtiyaçlarınızı gözeterek yeryüzünü sayısız nimetlerle donatan Allah'ın, ruh dünyanızı ve toplumsal hayatınızı şekillendirmek üzere, seçtiği elçileri aracılığıyla size kanun ve ilkeler göndermesini niçin yadırgıyorsunuz?"
63
فَكَذَّبُوهُ فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً عَم۪ينَ۟
Fakat onlar, bunca öğüt ve uyarılara rağmen onu yalancılıkla suçladılar. Bunun üzerine, tüm ülkeyi sular altında bırakan büyük bir tufan gönderdik ve hem onu, hem de onunla birlikte gemiye binen müminleri boğulmaktan kurtardık. Ayetlerimizi inkâr edenleri ise sulara gömerek boğduk. Çünkü onlar, gerçekten kalpleri katılaşmış, gönül gözleri kör olmuş inatçı, zalim ve azgın bir toplum idiler.

Ve aradan yıllar geçti, yeni nesiller geldi. İsimler ve şekiller değişti, fakat değişmeyen tek şey vardı: Hak ile batılın amansız mücadelesi:
64
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ
Ad kavmine de, kardeşleri gibi yakından tanıdıkları arkadaşları ve soydaşları Hud'u elçi olarak gönderdik. Hud, "Ey halkım!" dedi, "Allah'a gönülden boyun eğin ve yalnızca O'na kulluk edin! Zira sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur! Artık dürüst ve erdemlice bir hayat yaşayarak kötülükten, günahtan korunmayacak mısınız?"
65
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي سَفَاهَةٍ وَاِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Halkının ileri gelen inkârcıları, "Doğrusu biz senin dar kafalı bir çılgın, ham hayaller peşinde koşan bir meczup olduğunu düşünüyoruz. Bize öyle geliyor ki, sen yalancının birisin!" dediler.
66
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي سَفَاهَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Hud, "Ey halkım!" dedi, "Ben kesinlikle kendini bilmez veya dar kafalı biri değilim. Tam aksine, Âlemlerin Rabb'i tarafından gönderilmiş bir elçiyim."
67
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنَا۬ لَكُمْ نَاصِحٌ اَم۪ينٌ
"Ben size kendi görüşlerimi değil, doğrudan doğruya Rabb'imin mesajlarını iletiyorum. Emin olun ki, ben size güzelce öğüt veren ve iyiliğiniz için çırpınan gerçek bir dost, güvenilir bir kimseyim."
68
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْۜ وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَصْۣـطَةًۚ فَاذْكُرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
"Dehşet verici bir günün azabına karşı sizi uyarması için, kendi içinizden bir adam vasıtasıyla Rabb'inizden size öğüt verici bir mesajın gelmesine mi şaşıyorsunuz?"

"Unutmayın ki, Allah Nuh kavminin yok edilişinin ardından size büyük bir güç ve yetenek armağan ederek bu topraklarda egemen olmanızı sağlamıştı."

Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın ve bu nimetlerin şükrünü eda etmek üzere Rabb'inize gereğince kulluk edin ki, hem dünyada hem ahirette mutluluk ve kurtuluşa erebilesiniz."
69
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Onlar bu güzel çağrıya karşılık şöyle dediler: "Sen bize bir tek Allah'a kulluk edelim ve atalarımızın tapmakta olduğu tanrıları bırakalım diye mi geldin? Gerektiğinde kendileri adına hükümler uydurup halkı çıkarlarımız doğrultusunda yönlendirebileceğimiz tanrıları bırakmamızı ve bir tek Allah'a kulluk etmemizi mi istiyorsun bizden? Bir de kalkmış, öğütlerini dinlemediğimiz takdirde dünya ve âhirette cezaya çarptırılacağımızı söylüyorsun. Eğer iddianda doğru isen, haydi bize savurduğun tehditleri gerçekleştir de görelim!"
70
قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ اَتُجَادِلُونَن۪ي ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ
Bunun üzerine Hud, "O hâlde," dedi, "Rabb'iniz tarafından inkârcılara vadedilen bir belânın ve dehşet verici bir gazabın tepenize inmesi artık kaçınılmaz olmuştur."

"Demek siz, kendilerine ilâhî bir yetki verildiğine dair haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, yetki alanlarını, kudret sınırlarını, verdikleri ve verecekleri hükümleri, kısaca sahip oldukları tüm özellikleri sizin ve atalarınızın belirleyerek uydurduğu hayal ürünü birtakım isimler hakkında benimle tartışıyorsunuz, öyle mi?"

"Madem küstahlıkta bu kadar ileri gittiniz, o hâlde başınıza gelecekleri bekleyin. Hiç şüphe yok ki, ben de sizinle birlikte beklemekteyim!"
71
فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَمَا كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ۟
Derken, engin lütuf ve rahmetimiz sayesinde onu ve beraberindeki müminleri zalimlerin elinden kurtardık.

Ayetlerimizi yalanlayıp inkârda diretenlere gelince, tam yedi gece sekiz gün süren korkunç bir fırtınayla (69. Hâkka: 7) hepsinin kökünü kazıdık!

Ve zamanla inkârcılık, yeniden ortaya çıktı. İşte, insanlığın yaşadığı ibret verici olaylardan bir başka kesit:
72
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَـالِـحاًۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْۜ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sonra Semud halkına, kardeşleri gibi yakından tanıdıkları soydaşları Salih'i elçi olarak gönderdik.

Salih, "Ey halkım!" dedi, "Allah'a gönülden boyun eğin ve yalnızca O'na kulluk edin! Zira sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur!"

"Bakın, Rabb'inizden size, benim Peygamberliğimi kesin olarak ispatlayan apaçık bir mucize gelmiş bulunuyor:

Allah'ın sizi sınamak üzere gönderdiği şu deve, sizin için hem dürüstlük ve samimiyetinizi sınayan bir imtihan, hem de gerçek Peygamberi tanımanızı sağlayan apaçık bir mucizedir. Bu sahipsiz deveye karşı tavrınız, kaba kuvvete başvurarak zayıf ve çaresiz insanları ezme huyundan vazgeçip geçmediğinizi ortaya koyan bir ölçü olacaktır. O hâlde, onu bırakın Allah'ın arzında serbestçe otlasın ve sakın ona zarar vermeye kalkmayın, aksi hâlde can yakıcı bir azap sizi yakalayacaktır!"
73
وَاذْ‌كُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّاَكُمْ فِي الْاَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِنْ سُهُولِهَا قُصُوراً وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتاًۚ فَاذْكُـرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
"Unutmayın ki, Allah Âd kavminin yok edilişinin ardından, sizin Hicr bölgesinde egemen güç olmanızı sağladı ve size bu diyarda nice imkânlar bahşetti. Öyle ki, ülkenin geniş ovalarında muazzam saraylar dikiyor, dağlarını yontarak güvenli evler inşa ediyorsunuz.

Şu hâlde, Allah'ın nimetlerini hatırlayın da, yeryüzünde inkârı, zulmü, ahlâksızlığı yaygınlaştırarak bozgunculuk yapmayın!"
74
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِمَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ اَتَعْلَمُونَ اَنَّ صَالِحاً مُرْسَلٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلَ بِه۪ مُؤْمِنُونَ
Salih'in bu çağrısına karşılık, halkı içerisinden, onların emeğini sömürerek elde ettikleri güç ve servetle küstahça üstünlük taslayan ve Allah'a boyun eğmeyi kibirlerine yediremeyen ileri gelenler, ezilmiş ve geri bırakılmış kesimdeki inançlı insanlara, "Siz gerçekten de Salih'in Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber olduğunu mu düşünüyorsunuz? Sakın o, sizi kullanarak iktidarı ele geçirmek isteyen bir maceraperest olmasın?" dediler.

Onlar da, "Doğrusu biz, onun aracılığıyla gönderilen o dosdoğru inanç sistemine yürekten inanıyoruz!" diye cevap verdiler.
75
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا بِالَّـذ۪ٓي اٰمَنْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ
Buna karşılık üstünlük taslayanlar, "Fakat biz, sizin bu inandıklarınızı kesinlikle reddediyoruz! Biz toplumsal ve bireysel hayatımızı Allah'tan gelen kurallarla değil, arzu ve heveslerimiz doğrultusunda belirlediğimiz kurallarla düzenleriz. Adalet, doğruluk, erdemlilik, fedakârlık, hak, hukuk gibi sözlerin bizim nazarımızda hiçbir değeri yoktur. Biz güç ve saltanata inanırız!" dediler.
76
فَعَقَرُوا النَّاقَةَ وَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ وَقَالُوا يَا صَالِحُ ائْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
Ardından da Rab'lerinin emrine başkaldırdılar Allah'a itaatin sembolü olarak ortalıkta dolaşan ve yaşadığı sürece Salih'in peygamberliğinin apaçık bir kanıtı olan deveyi kesip öldürdüler.

Üstelik Salih'e meydan okuyarak, "Ey Salih!" dediler, "Eğer sen gerçekten Peygamber isen, haydi bizi tehdit edip durduğun şu azabı getir de görelim!"
77
فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَ
Bunun üzerine, Salih'i ve beraberindeki müminleri oradan çıkardık. İnkârcılara gelince, ansızın dehşet verici bir gürültüyle patlayarak şehrin altını üstüne getiren korkunç bir sarsıntı çarpıverdi onları. Böylece, düne kadar güven içinde oturdukları yurtlarında oldukları yere cansız bir hâlde serildiler.
78
فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَـكُمْ وَلٰكِنْ لَا تُحِبُّونَ النَّاصِح۪ينَ
Salih, uzaktan gördüğü bu dehşet verici manzara karşısında bakışlarını öteye çevirerek, "Ey benim isyankâr halkım, ne olurdu sözümü dinleyip zulüm ve haksızlıklardan vazgeçseydiniz! Oysa ben size Rabb'imin mesajını iletmiş, bu korkunç akıbetten kurtulmanız için size içtenlikle öğüt vermiştim! Ne var ki, siz öğüt verenlerden hiç hoşlanmıyorsunuz!" dedi.
79
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ
Lut'u da, erkek erkeğe sapık ilişkilere giren azgın bir toplumu uyarması için görevlendirmiştik. Hani Lut halkına şöyle seslenmişti: "Ey halkım! Sizden önce dünyada hiç kimsenin yapmadığı bir hayâsızlığı mı yapıyorsunuz?"
80
اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ
"Aman Allah'ım! Demek siz kadınları bırakıyor da, cinsellik arzunuzu tatmin etmek için erkeklere yöneliyorsunuz, öyle mi? Doğrusu siz, gerçekten sınırı aşmış bir topluluksunuz!"
81
وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
Fakat halkının bu uyarıya cevabı, "Çıkarın şunları şehrinizden! Bunlar ne kadar da temiz insanlarmış böyle!" demekten başka bir şey olmadı.

Böylece, Lut ile halkı arasında yıllar sürecek zorlu bir mücadele başladı. Fakat inkârcılar, tüm uyarılara rağmen ilâhî davetten yüz çevirdiler ve azıttıkça azıttılar.
82
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Bunun üzerine, onu ve ailesini azap gelmeden önce şehirden çıkararak kurtardık. Ancak karısı hariç; çünkü o, kâfirlerin zulmünü onaylayarak o zalimlerle birlikte kalmayı tercih etmişti.
83
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ۟
Ve o zalim insanların üzerine, helak edici azap taşlarını yağmur gibi yağdırdık! İşte bu ibret verici olaya bir bakın da, suçluların cezasının nasıl olduğunu görün.
84
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَاۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ
Sonra Medyen halkına, kardeşleri gibi yakından tanıdıkları soydaşları Şuayb'ı elçi olarak gönderdik.

Şuayb, "Ey halkım!" dedi, "Allah'a gönülden boyun eğin ve yalnızca O'na kulluk edin! Zira sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur!"

"İşte Rabb'inizden size, hakikati tüm berraklığıyla ortaya koyan apaçık bir delil olarak ilâhî mesaj gelmiş bulunuyor."

"O hâlde, ölçü ve tartıda adaleti gözetin ve hiç kimsenin hakkını çiğnemeyin!"

"Yeryüzünde ilâhî yasalarla düzen ve denge kurulmuşken, sakın orada bozgunculuk çıkarmayın! İnsanı vahyin rehberliğinden uzaklaştırarak onu inkâr, zulüm ve ahlâksızlık bataklığına sürüklemeyin!"

"Eğer gerçekten inanıyorsanız, sizin dünya ve ahiret kurtuluşunuz için en hayırlısı budur."
85
وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَتَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ وَاذْكُرُٓوا اِذْ كُنْتُمْ قَل۪يلاً فَكَثَّرَكُمْۖ وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ
"Ey halkım! İnananları baskı ve tehditlerle Allah'ın yolundan çevirmek ve iftiralarla, yalanlarla bu yolu insanların gözünde eğri göstermek için öyle her köşe başında pusuya yatmayın!"

"Hatırlayın, bir vakitler sayıca az idiniz de, Allah sizi çoğaltarak güçlü, zengin ve müreffeh bir toplum yaptı. Sizden önce yeryüzünde bozgunculuk çıkaranların sonu nice olmuş, insanlık tarihine bir bakın da ibret alın!"
86
وَاِنْ كَانَ طَٓائِفَةٌ مِنْكُمْ اٰمَنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُرْسِلْتُ بِه۪ وَطَٓائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاصْبِرُوا حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ
"Ey halkım! Madem içinizden bir grup benim getirdiğim bu hakikate iman ederken bir kısmınız inkâr etti, o zaman Allah aramızda hükmünü verip zalimleri helak edinceye kadar bekleyin! Kuşkusuz O, hükmedenlerin en hayırlısıdır."
87
قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ
Şuayb'ın bu sözlerine karşılık, halkının büyüklük taslayan ileri gelenleri, "Ey Şuayb!" dediler, "Ya bizim hayat tarzımıza tamamen uyup dinimize dönersiniz ya da seni ve seninle birlikte iman edenleri yurdumuzdan sürüp çıkarırız! Ya bunu böylece kabul eder, bizi sever, bizimle birlikte bizim gibi aynı hayatı yaşarsınız ya da çeker gider, ülkemizi terk edersiniz!"

Bunun üzerine Şuayb, "Peki, biz istemesek de mi bizi dinimizden döndüreceksiniz? Zorla, baskıyla kalplerimize hükmedebileceğinizi mi sanıyorsunuz?" diye cevap verdi. Ve ekledi:
88
قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ وَمَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًۜ عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ رَبَّـنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ
"Allah bizi şu batıl dininizden kurtardıktan sonra tutup ona yeniden dönecek olursak, gerçekten doğru ile yanlışı birbirine karıştırmış ve açıkça Allah'a iftira etmiş oluruz."

"Oysa her şeye kadir olan Rabb'imiz Allah sapmamızı dilemediği sürece —ki O asla bunu dilemez— bizim inkârcılığa dönmemiz söz konusu bile olamaz."

"Unutmayın, insanoğlunun bilgisi sınırlıdır, fakat Rabb'imizin sonsuz ilmi her şeyi kuşatmıştır."

"Bu yüzden biz, yalnızca O'na güveniriz."

Şuayb Peygamber hakikati bile bile reddeden bu inatçı kâfirlerin imana geleceğinden iyice ümit kesince, Allah'a el açıp söyle yalvardı:

"Ey Rabb'imiz, bizimle şu zalim halkımız arasında hükmünü ver. Hiç şüphesiz sen, hüküm verenlerin en hayırlısısın."
89
وَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْباً اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ
Halkının inkâr eden ileri gelenleri, müminleri ikna yoluyla dinlerinden vazgeçiremeyeceklerini anlayınca, bu kez onlara tehditler savurarak —ki küfrün değişmez mantığıdır bu—  "Eğer Şuayb'a itaat edecek olursanız, kesinlikle hüsrana uğrarsınız!" dediler.
90
فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۚۛ
Derken, ansızın dehşet verici bir gürültüyle patlayan ve şehrin altını üstüne getiren korkunç bir sarsıntı çarpıverdi onları; böylece, cansız bir hâlde oldukları yere serildiler.
91
اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ
Şuayb'ı yalancılıkla suçlayanlar... Onlar değildi sanki, düne kadar yurtlarında şen şakrak dolaşanlar!

Evet, Şuayb'ı yalanlayanlar... Asıl kendileri olmuştu, korkunç felâkete uğrayanlar!
92
فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَكُمْۚ فَكَيْفَ اٰسٰى عَلٰى قَوْمٍ كَافِر۪ينَ۟
Bunun üzerine Şuayb, gördüğü bu dehşet verici manzara karşısında yüzünü öteye çevirerek, "Ey benim isyankâr halkım!" dedi, "Ne olurdu, sözümü dinleyip zulümden vazgeçseydiniz! Oysa ben size Rabb'imin mesajını iletmiş ve bu feci akıbetten kurtarmak için içtenlikle öğüt vermiştim. Fakat böylesine azgın ve inkârcı bir toplum için artık nasıl üzülebilirim?"
93
وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّٓا اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ
Dinle, ey insan! Biz hangi ülkeye bir Peygamber veya davetçi gönderdiysek, mutlaka o ülke halkını yoksulluk ve benzeri sıkıntılarla imtihan etmişizdir ki, gaflet uykusundan uyansınlar da, ne kadar aciz olduklarını idrak ederek Allah'a yönelip O'na yalvarsınlar.
94
ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ حَتّٰى عَفَوْا وَقَالُوا قَدْ مَسَّ اٰبَٓاءَنَا الضَّرَّٓاءُ وَالسَّرَّٓاءُ فَاَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Derken bir süre sonra bu kötü durumu kaldırıp onun yerine güzellikler veririz. Nihayet refah seviyeleri iyice yükselince, yavaş yavaş azgınlaşmaya başlayarak, "Atalarımız da zaman zaman böyle sıkıntılı ve sevinçli anlar yaşamışlardı. Demek ki bu olaylar ilâhî bir uyarı, imtihan veya ceza değil, tamamen tesadüflere bağlı olarak öteden beri süregelen basit tabiat hadiseleri ve sosyal olaylardan ibaretmiş." derler. Böylece, Allah'ın emirlerini bir kenara atıp yeryüzünde fesat çıkarırlar. Bunun üzerine, hiç beklemedikleri bir anda, şiddetli bir azap ile onları ansızın yakalayıveririz!
95
وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْقُرٰٓى اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ وَلٰكِنْ كَذَّبُوا فَاَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Oysa helâk edilen ülkelerdeki toplumlar, elçilerinin getirdiği hakikate iman edip dürüst ve erdemlice davranarak kötülüklerden sakınmış olsalardı, onları elbette helâk etmezdik. Tam tersine, yerin ve göğün bütün nimet ve bereketlerini önlerine sererdik.

Ne var ki, onlar hakikati bile bile inkâr ettiler, biz de onları yaptıklarından dolayı cezalandırdık!
96
اَفَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتاً وَهُمْ نَٓائِمُونَۜ
Peki, şu anda yeryüzünde hüküm süren dünya toplumları, geceleyin uyurlarken azabımızın ansızın gelip tepelerine çökmeyeceğinden nasıl emin olabiliyorlar?
97
اَوَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ
Veya bu dünya toplumları, gündüz vakti dünyanın zevk ve nimetlerine dalmış bir hâlde oyalanıp dururlarken, azabımızın güpegündüz gelip çatmayacağından nasıl emin olabiliyorlar?
98
اَفَاَمِنُوا مَكْرَ اللّٰهِۚ فَلَا يَأْمَنُ مَكْرَ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ۟
Evet, Allah'ın plânından ve bu plân uyarınca mutlaka gelecek olan azabından nasıl emin olabiliyorlar? Oysa ancak hüsrana mahkûm olmuş bir toplum, kendisini Allah'ın plânına karşı güvende hissedebilir.
99
اَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ اَهْلِهَٓا اَنْ لَوْ نَشَٓاءُ اَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْۚ وَنَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ
Önceki nesillerin helâk oluşunun ardından bugün bu ülkelerde egemenlik sürenler şu gerçeği hâlâ kavrayamadılar mı ki, şayet dileseydik, işledikleri günahlar yüzünden pekâlâ onları da cezalandırabilirdik. Yahut kalplerini mühürlerdik de, değil hakikate iman etmek, onu işitemezlerdi bile.
100
تِلْكَ الْقُرٰى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓائِهَاۚ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الْكَافِر۪ينَ
Ey Peygamber ve onun izinden giden Müslüman! İşte böylece sana, geçmişte helâk edilmiş bu toplumların yaşadığı olaylardan bir bölümünü anlatıyoruz.

Gerçekten de Peygamberleri, hakikatin bütün delillerini ortaya koyarak onlara mucizeler göstermiş, apaçık deliller getirmişlerdi.

Ne var ki, onlar başlangıçta bir kere inkâr ettikleri hakikate, kibir ve inatları yüzünden bir türlü inanmaya yanaşmadılar.

Allah, hakikati bile bile reddeden bu gibi inkârcıların kalplerini işte böyle mühürler.
101
وَمَا وَجَدْنَا لِاَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍۚ وَاِنْ وَجَدْنَٓا اَكْثَرَهُمْ لَفَاسِق۪ينَ
Çünkü biz onların çoğunda, en ufak bir doğruluk, dürüstlük ve vefakârlık görmedik. Tam tersine, pek çoklarının sözünde durmayan, ahlâksız ve yoldan çıkmış günahkâr kimseler olduğunu gördük.
102
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَظَلَمُوا بِهَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ
Derken onların ardından, Musa'yı hakikati açıkça ortaya koyan mucize ve ayetlerimizle birlikte Firavuna ve onun önde gelen yöneticilerine gönderdik.

Fakat onlar, mucizeler karşısında düştükleri acizliği idrak etmelerine rağmen, emrimize isyan ederek ayetlerimize karşı zalimce bir tutum takındılar. O halde bak, bozguncuların sonu nasıl olmuş:
103
وَقَالَ مُوسٰى يَا فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ
Musa, "Ey Firavun!" dedi, "Ben Mısır'ın ve tüm âlemlerin gerçek sahibi, efendisi ve Rabb'i olan Allah tarafından size gönderilmiş bir elçiyim!"
104
حَق۪يقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَرْسِلْ مَعِيَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ
"Allah hakkında gerçek dışında bir şey söylememek, benim için bir insanlık ve kulluk borcudur. Benim görevim, Allah'ın bana bildirdiği hakikati dile getirmekten başka bir şey değildir.

Bakın, sözlerimin doğruluğunu ispatlamak üzere size Rabb'inizden apaçık bir delil getirdim.

O hâlde, şu köleleştirmiş olduğun İsrailoğulları'nı bırak da, benimle birlikte Mısır'dan çıkıp atalarının yurdu olan Filistin'e gelsinler."
105
قَالَ اِنْ كُنْتَ جِئْتَ بِاٰيَةٍ فَأْتِ بِهَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Firavun, "Gerçekten bir mucize getirdiysen, haydi onu göster bakalım, eğer doğru söylüyorsan!" dedi.
106
فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ
Bunun üzerine Musa asasını yere atıverdi. Bir de ne görsünler, o cansız değnek, kocaman bir yılana dönüşmüş!
107
وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟
Ve elini koynuna sokup çıkardı; bir de ne görsünler, koynuna sokmadan önce normal olan eli, şimdi görenlere hayranlık verecek derecede ışıl ışıl, bembeyaz!

Böylece Firavunun ve adamlarının, Musa'nın doğru söylediğine dair en ufak bir kuşkuları kalmadı. Fakat kibir ve ihtirasları onları imandan alıkoydu. Bu yüzden Musa'nın davetini etkisiz kılmak amacıyla plânlar kurmaya başladılar:
108
قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ
Firavun'un halkından önde gelen toplumda söz sahibi kimseler, "Bu adam," dediler, "olsa olsa işini iyi bilen bir sihirbazdır."
109
يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْۚ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
"Tek amacı, tahtınızı ele geçirip sizi yurdunuzdan çıkarmak." Bunun üzerine Firavun, "Peki, teklifiniz nedir?" diye onlara sordu.
110
قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَاَرْسِلْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ
Dediler ki: "Yılana dönüşen bu asa Musa'nın elinde olduğu sürece, onu öldürmemize imkân yok. Hadi öldürdük diyelim, o zaman da İsrailoğulları isyan edecektir ki, bunu asla göze alamayız. İyisi mi, onu ve kardeşini bir süre oyala, bu arada tüm ülkeye haberciler gönder ki,"
111
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ
"Bütün usta ve maharetli sihirbazları toplayıp senin huzuruna getirsinler. Sonra onları ve Musa'yı halkın huzurunda yarıştıralım. Nasıl olsa halk, sihirbazların göz boyaması ile Peygamberin mucizesi arasındaki farkı ayırt edemez. Ancak bu şekilde Musa'nın taraftar toplamasına engel olabiliriz."

Bu teklif kabul edildi ve plân uygulanmaya başlandı:
112
وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْراً اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ
Ülkenin dört bir yanından getirilen sihirbazlar, Firavun'un huzuruna çıkarak, "Eğer Musa'ya karşı üstün gelirsek iyi bir ödülü hak etmiş oluruz değil mi?" diye sordular.
113
قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ
Firavun, "Elbette!" diye cevapladı, "Üstelik o zaman, en yakın ve en seçkin adamlarımdan olacaksınız."

Derken Musa ile sihirbazlar bir bayram sabahı, şehrin büyük meydanında toplanan halkın karşısına çıktılar:
114
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْق۪ينَ
Sihirbazlar, "Ey Musa! Maharetini göstermek için ilk önce sen mi asanı atmak istersin, yoksa önce biz mi elimizdeki büyü malzemelerini ortaya atalım?" diye sordular.
115
قَالَ اَلْقُواۚ فَلَمَّٓا اَلْقَوْا سَحَرُٓوا اَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَٓاؤُ۫ بِسِحْرٍ عَظ۪يمٍ
Musa kendinden emin bir şekilde, "Önce siz atın!" dedi. Sihirbazlar önceden hazırladıkları iplerini ve değneklerini meydanın ortasına atınca, insanların gözlerini boyayıp onları büyüleyerek dehşete düşürdüler. Böylece, gerçekten büyük ve etkileyici bir sihirbazlık gösterisi sundular. Zira attıkları sopalar ve ipler, ortalıkta hareket eden korkunç yılanlara, çıyanlara dönüşmüşlerdi. Bu manzara karşısında Musa bile korku içerisinde donakalmıştı.
116
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ
Biz de Musa'ya, "Asanı meydandaki yılanların ortasına at!" diye vahyettik. Musa yeniden cesaret kazanarak asasını attı. Bir de ne görsünler, Musa'nın asası dev bir yılana dönüşmüş, büyücülerin gerçek gibi gösterdikleri yılan, çıyan türünden ne varsa hepsini birer birer yalayıp yutuyor!
117
فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ
Böylece, hakikat tüm berraklığıyla ortaya çıktı ve sihirbazların birer düzenbaz, Musa'nın ise gerçek bir Peygamber olduğu anlaşıldı. Ayrıca gerek Firavun'un, gerek sihirbazların yaptıkları işler, kurdukları hile ve entrikalar boşa gitmiş oldu.
118
فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِر۪ينَۚ
İşte o anda, hepsi yenilgiye uğrayıp küçük düştüler. O hâlde, ey müminler! Siz de zamanınızın Musa'sı olup zalimlerin karşısına Allah'ın ayetleriyle çıktığınız takdirde, emin olun ki, çağdaş firavunların güç ve saltanatları Allah'ın ayetleri karşısında darmadağın olacak, böylece zalimler bir kez daha yenilgiye uğrayıp küçük düşeceklerdir. Hatta o zalimleri destekleyen ve onlar adına sizinle mücadele eden insanlar bile hakikatin gücü karşısında teslim olmaktan kendilerini alamayacaklardır. Tıpkı firavunun sihirbazları gibi:
119
وَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۚ
Sihrin mahiyetini ve etki sınırlarını çok iyi bilen sihirbazlar, Musa'nın yaptığının bir sihir olmadığını anladılar. Gördükleri mucize karşısında derhâl secdeye kapandılar ve:
120
قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
"İman ettik biz âlemlerin Rabb'ine!" dediler,
121
رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ
"Musa ile Harun'un davet ettikleri ve tüm varlıkların gerçek sahibi, yöneticisi, efendisi olan o âlemlerin Rabb'ine!"
122
قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Bu manzara karşısında çılgına dönen Firavun, "Ben size izin vermeden ona inandınız, öyle mi?" diye haykırdı, "Demek siz, ta başından beri Musa adına çalışan birer ajan idiniz! Nasıl da akıl edemedim? Aslında bütün bu olup bitenler, bu ülkenin halkını buradan sürüp çıkarmak ve böylece tahtımıza tacımıza el koymak için daha siz şehirde iken bana karşı hazırlamış olduğunuz sinsi bir tuzaktan ibaret! Fakat şimdi görürsünüz siz:"
123
لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ
"Otoriteme başkaldırma cüretinde bulunduğunuz için, yemin olsun ki, önce ellerinizi ayaklarınızı çaprazlama kesecek, sonra da hepinizi çarmıha gerip asacağım!"
124
قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ
Bu tehditler karşısında zerre kadar sarsılmayan sihirbazlar, "Hiç önemli değil!" diye cevap verdiler, "Biz zaten eninde sonunda Rabb'imize döneceğiz. Bu ha üç gün önce ha üç gün sonra olmuş, ne fark eder?"
125
وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاۜ رَبَّـنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً وَتَوَفَّـنَا مُسْلِم۪ينَ۟
"Belli ki, sen ancak, Rabb'imizin ayetleri bize ulaştığı anda onlara inandık diye bizden böylesine nefret ediyor ve sırf bu yüzden bizi cezalandırmak istiyorsun! Yoksa iddia ettiğin gibi bir komplo içerisinde olmadığımızı sen de adın gibi biliyorsun."

Sonra Allah'a el açıp şöyle yalvardılar:

"Ey Rabb'imiz! Senin uğrunda mücadele verirken başımıza geleceklere karşı bize dayanma gücü ver ve yalnızca sana boyun eğen Müslümanlar olarak canımızı al!"

Böylece, Firavunun saltanatını koruma adına Musa'ya meydan okuma cüretini gösteren sihirbazlar, ruhlarında müthiş bir devrim gerçekleştirerek müminler kervanına katılmış ve aynı günün akşamı şehitlik makamına ulaşmışlardı. Onların bu "şehâdeti" Firavun'un bütün suçlamalarını anlamsız kılmış ve Musa'nın (as) Peygamberliğini açıkça gözler önüne sermişti. Bunun üzerine:
126
وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَۜ قَالَ سَنُقَتِّلُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَنَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ
Firavun'un soydaşları arasından önde gelen yönetici takımı, kraldan fazla kralcı kesilerek, "Ey firavun!" dediler, "Musa'yı ve taraftarlarını, birlik ve beraberliğimizi bozarak bu ülkede karışıklık çıkarsınlar da seni ve tanrılarını terk etsinler diye mi sağ bırakıyorsun?"

Firavun, "Merak etmeyin, İsrailoğulları'nın erkek çocuklarını öldürecek, kızlarını da hizmetimizde kullanmak üzere sağ bırakacağız ve yine tepelerinde ezici üstünlüğümüzü sürdüreceğiz!" dedi.
127
قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَع۪ينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُواۚ اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِۚ يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ
Bu arada Musa, halkına inanç ve kulluğun esaslarını öğreterek şöyle diyordu: "Ey halkım! Bütün kuvvet ve kudretin Allah'ın elinde olduğunu ve O dilemedikçe hiç kimsenin size bir şey yapamayacağını bilin. Yalnızca Allah'ın yardımına sığının ve O'nun yolunda zalimlere karşı mücadele verirken, tam bir direnç göstererek sabredin! Hiç şüphesiz yeryüzü Allah'ındır ve O, kullarından dilediğini orada egemen kılar. Unutmayın, dünyada da âhirette de mutlu son ve nihaî zafer, Allah'a saygıyla bağlanarak kötülüklerden titizlikle sakınan dürüst ve erdemli kimselerin olacaktır!"
128
قَالُٓوا اُو۫ذ۪ينَا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَأْتِيَنَا وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَاۜ قَالَ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ۟
Ama onlar, "Ey Musa!" diye yakındılar, "İyi hoş söylüyorsun da, sen bize Peygamber olarak gelmeden önce de eziyet çekiyorduk, şimdi sen bize geldikten sonra da aynı eziyeti fazlasıyla çekiyoruz! Güya bizi kurtarmaya gelmiştin, fakat uyuyan fitneyi uyandırdın ve Firavunu iyice azdırarak başımıza belâ ettin!"

Buna karşılık Musa, "Hele biraz daha sabredin kardeşlerim! Ümit ediyorum ki, Rabb'iniz düşmanlarınızı helâk edecek ve onların ardından yeryüzünde sizi egemen kılacaktır. İşte asıl zor imtihan o zaman başlayacaktır. O zaman Allah, sizi güç ve servet ile imtihan edecek ve bu nimetler karşısında nasıl davrandığınıza bakacaktır!" dedi.

Derken, ilâhî plân aşama aşama gerçekleşmeye başladı:
129
وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّن۪ينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Gerçekten biz düşünüp ibret almaları için Mısır halkına kıtlıklar vererek ve orada yetişen ürünleri azaltarak Firavun ve yandaşlarını defalarca cezalandırdık.
130
فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Fakat ne zaman onlara bir iyilik erişse, "Bu nimet ve başarılar yalnızca bize aittir. Bunlar bizim doğru yolda olduğumuzun kanıtıdır ve sırf bizim bilgi ve becerimiz sayesinde gerçekleşmiştir!" derlerdi.

Başlarına bir belâ gelince de, Musa ve arkadaşlarının kendilerine uğursuzluk getirdiğini ileri sürerlerdi.

Hayır, aslında uğursuzlukları, yaptıkları kötülükler yüzünden onlara Allah tarafından verilmiş bir ceza ve uyarıdır. Ne var ki, pek çokları bunu bilmezler.
131
وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ
Böylece, Firavun ve adamları Musa'ya kafa tutarak, "Sen bizi büyülemek için hangi mucizeyi karşımıza getirirsen getir, yine de sana inanmayacağız!" dediler.
132
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ
Biz de, her biri başlı başına birer mucize olarak, üzerlerine günlerce sel suları boşaltan tufanı, her yeri kaplayarak hayatı felç eden sürü sürü çekirgeleri, ürünleri mahveden zararlı böcekleri, nehirleri ve şehirleri dolduran kurbağaları ve içme sularını kızıla boyayan kanı gönderdik.

Fakat bütün bu uyarılara karşılık, küstahça kibirlenip sürekli suç işleyen bir topluma dönüştüler.
133
وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ
Ne zaman yukarıda sözü edilen belâlardan bir belâ başlarına çökse, her defasında "Ey Musa!" diye yalvarıyorlardı, "Sana verdiği sözün hürmetine, bizim için Rabb'ine yalvar da şu belâyı başımızdan kaldırsın! Yeminle söylüyoruz, eğer bu azabı bizden uzaklaştırırsan, sana kesinlikle iman edeceğiz ve İsrailoğulları'nın seninle birlikte Mısır'dan çıkıp gitmesine izin vereceğiz!"
134
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ
Fakat başlarındaki azabı —geçici bir süre için— kaldırdığımız anda, hemen verdikleri sözden cayıveriyorlardı.
135
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ
Biz de bunun üzerine, ayetlerimizi yalan sayıp göz ardı ettikleri için, hepsini cezalandırıp denizde boğduk!
136
وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ بِمَا صَبَرُواۜ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ
O güne kadar ezilen, hor görülen ve güçsüz bırakılan mümin toplumu ise, her karış toprağını nimet ve bereketlerle donattığımız kutsal toprakların doğusuna batısına, yani Filistin diyarına egemen kıldık.

Ve böylece Rabb'inin İsrailoğulları'na vermiş olduğu o güzel söz, —zorluklara göğüs gererek sabretmeleri sayesinde— tam olarak gerçekleşmiş oldu. Zalimlere gelince:

Firavun ve adamlarının yaptıkları ve yükselttikleri her şeyi yerle bir ettik. Yani onları denizde boğduktan sonra, geride bıraktıkları saraylarını, köşklerini, dev sütunlar üzerinde yükselttikleri saltanatlarını, muhteşem güzellikteki bağlarını, bahçelerini, kısacası, ahireti kaybetme pahasına uğrunda mücadele ettikleri malı, serveti, şanı, şöhreti, saltanatı yıkıp yok ettik.

Musa ve arkadaşları için asıl imtihan, bundan sonra başlıyordu:
137
وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ الْبَحْرَ فَاَتَوْا عَلٰى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَـنَٓا اِلٰهاً كَمَا لَهُمْ اٰلِهَةٌۜ قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
Biz İsrailoğulları'nı Kızıldeniz'den karşı tarafa geçirdikten sonra, birtakım putlara tapmakta olan bir toplulukla karşılaştılar.

Yüzyıllarca putperest bir toplumun esareti altında yaşamış olan bu insanlar, "Ey Musa!" dediler, "Bize de bunların tanrıları gibi görebileceğimiz, dokunabileceğimiz bir tanrı yap!"

Buna karşılık Musa: "Siz gerçekten de cahil bir toplumsunuz!" dedi.
138
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مُتَبَّرٌ مَا هُمْ ف۪يهِ وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
"Çünkü sizin imrenerek kendinize model aldığınız bu insanların içinde bulundukları inanç sistemi yok olup gitmeye mahkûmdur, yaptıkları da tamamen boş ve yanlıştır!" Ve sözlerine devamla:
139
قَالَ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪يكُمْ اِلٰهاً وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
"Hem Allah sizleri tüm insanlara üstün kılmışken, nasıl olur da sizin için O'ndan başka kulluk ve ibadet edecek, hükmüne boyun eğecek bir tanrı arayabilirim?" dedi.
140
وَاِذْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۚ يُقَتِّلُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟
Ve onlara, Allah'ın şu sözlerini iletti: "Sizi Firavun hanedanından nasıl kurtardığımızı hatırlayın:

Hani onlar size en acı işkenceleri çektiriyor; soykırım yaparak neslinizi yok etmek için oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı hizmetçi olarak kullanmak üzere sağ bırakıyorlardı.

İşte bütün bunlarla, Rabb'iniz sizi eğitip olgunlaştırmak ve böylece insanlığı doğru yola ileten örnek ve öncü bir toplum yapmak üzere çetin bir sınavdan geçirmekteydi."
141
وَوٰعَدْنَا مُوسٰى ثَلٰث۪ينَ لَيْلَةً وَاَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ م۪يقَاتُ رَبِّه۪ٓ اَرْبَع۪ينَ لَيْلَةًۚ وَقَالَ مُوسٰى لِاَخ۪يهِ هٰرُونَ اخْلُفْن۪ي ف۪ي قَوْم۪ي وَاَصْلِحْ وَلَا تَتَّبِـعْ سَب۪يلَ الْمُفْسِد۪ينَ
Derken Musa'ya Tevrat'ın ilk ayetlerini vermek üzere huzurumuza çağırmadan önce, oruç ve benzeri ibadetlerle bu büyük buluşmaya hazırlanması için ona Sina Dağı'nda otuz gün otuz gecelik bir süre belirledik, sonra buna bir on günlük ruhî hazırlık süresi daha ekledik. Böylece Rabb'inin ona belirlediği süre kırk geceye tamamlanmış oldu.

Musa, kendisiyle birlikte Sina Dağı'nın eteklerine kadar gelen kardeşi Harun'a, "Ben yokken bu halka sen önderlik edeceksin. Onlara güzellikle davran ve sakın bozguncuların yolundan gitme!" dedi.
142
وَلَمَّا جَٓاءَ مُوسٰى لِم۪يقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُۙ قَالَ رَبِّ اَرِن۪ٓي اَنْظُرْ اِلَيْكَۜ قَالَ لَنْ تَرٰين۪ي وَلٰكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰين۪يۚ فَلَمَّا تَجَلّٰى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكاًّ وَخَرَّ مُوسٰى صَعِقاًۚ فَلَمَّٓا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُؤْمِن۪ينَ
Nihayet Musa, belirlediğimiz zamanda buluşma yerine geldi. Rabb'i kendisiyle konuşmaya başlayınca, bunun verdiği sonsuz zevk ve heyecanla, "Ey Rabb'im!" diye yalvardı, "Bana kendini göster ki, sana doyasıya bir bakayım!"

Buna karşılık Allah şöyle buyurdu: "Sen beni dünya gözüyle asla göremezsin! Çünkü buna dayanamazsın. Bunu daha iyi anlamak için şu dağa bak. Şimdi ona görüneceğim. Eğer o sapasağlam yerinde kalırsa, o zaman sen de beni görebilirsin demektir."

Ve Rabb'i dağa tecelli edip ona nurunu gösterince, onu paramparça etti ve Musa, bu olayın dehşetiyle bayılıp yere düştü.

Sonra ayılıp kendine gelince, "Ey Rabb'im!" dedi, "Sen her türlü noksanlıktan uzaksın, yücesin! Affına sığınarak sana yöneliyorum! Ve ben, seni dünya gözüyle görmenin imkânsız olduğunu görerek, sana senin istediğin gibi inananların ilkiyim!"
143
قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَات۪ي وَبِكَلَام۪يۘ فَخُذْ مَٓا اٰتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
Bunun üzerine, Allah şöyle buyurdu: "Ey Musa! Hem verdiğim elçilik görevi, hem de arada hiçbir engel olmaksızın seninle Sina Dağı'nda özel konuşmam sayesinde seni insanlar arasından seçip yücelttim."

"O hâlde, sana verdiğim şu levhalarda yazılı olan emirlerime sımsıkı sarıl ve kulluk görevini en güzel şekilde yerine getirerek şükreden bir kul ol!"
144
وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْاَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍۚ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَاۜ سَاُر۪يكُمْ دَارَ الْفَاسِق۪ينَ
Biz bu levhalara, ahlâk ve erdemliliğe dair çeşitli nasihatleri ve insanlığı dünya ve âhirette kurtuluşa iletecek her şeyin açıklamasını Musa için yazmıştık.

Ve buyurmuştuk ki: "Bunlara sıkıca sarıl! Halkına da emret, bunu en güzel şekilde tutsunlar."

"Yakında size, bir ibret ve imtihan olmak üzere yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim. Onlara da bu mesajı iletecek, hak ve hakikatin bayraktarlığını yapacaksınız."
145
سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِيَ الَّذ۪ينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلاًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ
Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri, kalplerini kör ederek ayetlerimden uzaklaştıracağım.

Çünkü onlar, hakikati ortaya koyan bütün mucizeleri görseler, yine de inanmazlar.

Doğru yolu görseler, onu izlenecek yol olarak benimsemezler.

Fakat azgınlık yolunu görünce, onu derhâl kendilerine yol edinirler.

Bütün bunlar da, ayetlerimizi yalan saymalarından ve onları göz ardı etmelerinden ileri gelmektedir.
146
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟
Ayetlerimizi ve ahiretteki o büyük buluşmayı inkâr edenlerin İslâm'ı ortadan kaldırmak için gösterdikleri bütün gayret ve çalışmaları sonuçsuz kalacak ve onların sözde iyilikleri de boşa gidecektir. Onlar, bu feci akıbeti bizzat kendileri hazırlamışlardır. Öyle ya, yaptıklarından başka bir şeyin cezasını mı çekiyorlar?

Geçmişte yaşanan şu ibret verici örnek bunu ne güzel anlatıyor:
147
وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسٰى مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌۜ اَلَمْ يَرَوْا اَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْد۪يهِمْ سَب۪يلاًۢ اِتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِم۪ينَ
Musa'nın kavminden birçokları, onun vahiy almak üzere Sina Dağı'na çıkmasının hemen ardından, süs eşyalarından edindikleri ve rüzgârın etkisiyle böğürtü sesi çıkaran bir buzağı heykeline tapınmaya başladılar.

Peki, onlar taptıkları bu eski Mısır putunun kendileriyle konuşmaktan bile aciz olduğunu, hele onlara asla doğru yolu gösteremeyeceğini göremiyorlar mıydı? Evet, görmesine görüyorlardı, ama işlerine öyle geldiği için onu tanrı edindiler ve böylece bizzat kendilerine zulmetmiş oldular.
148
وَلَمَّا سُقِطَ ف۪ٓي اَيْد۪يهِمْ وَرَاَوْا اَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّواۙ قَالُوا لَئِنْ لَمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Sonra akılları başlarına gelip doğru yoldan sapmış olduklarını anlayınca, pişmanlık içinde kıvranarak, "Eyvah bize! Eğer Rabb'imiz bizlere merhamet edip günahımızı bağışlamazsa, kesinlikle kaybedenlerden olacağız!" diye feryat ettiler.
149
وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Nihayet Musa kavmine dönünce, öfkeli ve üzgün bir hâlde, "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabb'inizin emri gelinceye kadar bekleyemediniz mi?" diye çıkıştı.

Sonra bu öfkeyle, üzerinde ayetler yazılı olan levhaları yere attı ve yerine vekil bırakmış olduğu kardeşini saçından tutup sarsmaya başladı.

Kardeşi Harun, "Ey anacığımın oğlu! Bu insanlar beni güçsüz gördüler ve az kalsın canıma kıyacaklardı. Ne olur, düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim insanlarla bir tutma!" dedi. Sonra olup bitenleri bir bir anlattı.
150
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِاَخ۪ي وَاَدْخِلْنَا ف۪ي رَحْمَتِكَۘ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ۟
Bunun üzerine Musa, "Ey Rabb'im!" diye yalvardı, "Beni de kardeşimi de bağışla ve bizi rahmetinle kuşat. Hiç kuşkusuz sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin."
151
اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ
"Buzağıyı tanrı edinenlere gelince, onların başına Rab'leri tarafından bir gazap çökecek ve dünya hayatında alçaklığa mahkûm olacaklar."

İşte biz, gerçeği çarpıtarak Allah adına yalanlar uyduranları böyle cezalandırırız.
152
وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَاٰمَنُواۘ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ancak kötü işler yaptıktan sonra pişman olup hakka iman edenlere gelince, onun bu samimi tövbe ve imanından sonra elbette Rabb'in çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
153
وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ وَف۪ي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ
Nihayet Musa'nın öfkesi yatışınca, az önce öfkeyle attığı levhaları yerden aldı.

Bu levhalarda, Rab'lerinden korkanlar için dünya ve âhiret saadetinin yolunu gösteren hidayet ve rahmet kaynağı hükümler vardı.
154
وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلاً لِم۪يقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَـهَٓاءُ مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ
Derken Musa, hep birlikte Allah'a yalvarıp bağışlanma dilemek üzere, belirlediğimiz ikinci bir buluşma için halkı arasından onları temsil edebilecek yetmiş kişi seçti. Sonra beraberce Sina Dağı'na çıkıp Rabb'in kelâmını işittiler. Fakat yine bazıları azgınlaşarak, "Ey Musa, biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız!" dediler. Üstelik bunu, tövbe etmek için geldikleri bir yerde söylüyorlardı.

Bunun üzerine onları o müthiş sarsıntı yakalayınca, Musa, "Ey Rabb'im!" diye yalvardı, "Dileseydin onları da beni de daha önce helâk edebilirdin. Bundan çok daha büyük günah işledikleri zaman bile onları affetmiştin. İşte bu engin şefkat ve merhametine sığınarak sana yalvarıyorum, bizi affet Allah'ım!

Aramızdaki bazı kendini bilmezlerin işlediği günahlar yüzünden bizleri helâk mi edeceksin?

Anlıyorum ki, bütün bunlar, aramızdaki ikiyüzlüleri ayıklamak üzere herkese hak ettiği karşılığı vererek dilediğini saptırdığın, dilediğini de doğru yola ilettiğin çetin bir imtihanından başka bir şey değil.

Bizim yegâne yardımcımız ve koruyucumuz sensin. Bizi bağışla, bize merhamet eyle ya Rab! Sen ki, bağışlayanların en hayırlısısın!"
155
وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ قَالَ عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ
"Bize hem bu dünyada, hem de ahirette iyilikler ve güzellikler nasip eyle. Affını ümit ederek yalnızca sana yöneldik Allah'ım!"

Buna karşılık, Allah şöyle buyurdu: "Azabım sınırlıdır, günahkârlardan dilediğimi onunla cezalandırırım. Rahmetime gelince, o her şeyi tamamen kuşatmıştır.

Rahmetimi, dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüklerden sakınan, zekâtını veren ve ayetlerime yürekten inanan kimselere nasip edeceğim.
156
اَلَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ الَّذ۪ي يَجِدُونَهُ مَكْتُوباً عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِۘ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهٰيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَالْاَغْلَالَ الَّت۪ي كَانَتْ عَلَيْهِمْۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِه۪ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ۟
Onlar ki, ellerindeki Tevrat'ta ve daha sonra İncil'de ismini ve özelliklerini yazılı buldukları Son Elçinin, okuma yazması bile olmadığı hâlde, kalbine nakşedilen Kur'an sayesinde insanlığı kurtuluşa iletecek bütün hidayet bilgilerini göğsünde toplayan Ahmed adındaki o ümmi Peygamberin (61. Saff: 6) izinden gidecekler.

O Peygamber onlara iyiliği ve güzelliği emredecek, kötü ve çirkin olan her şeyi yasaklayacak.

Kendilerine temiz ve yararlı şeyleri helâl, pis ve zararlı şeyleri ise haram kılacak.

Dinsizlerin ve sözde din adamlarının insanlara yükledikleri o anlamsız ve ağır sorumluluk yüklerini sırtlarından indirecek. Üzerlerindeki, insanlığı her alanda yücelmekten alıkoyan kölelik, cehalet,  bağnazlık gibi zincirleri söküp atacak.

Peygamberlerin vaktiyle müjdelemiş olduğu bu Son Elçiye iman eden, ona saygı gösteren, mücadelesinde ona yardımcı olan ve onunla birlikte gönderilen Kur'an adındaki ilâhî ışığın aydınlığında yürüyenler var ya, işte onlar dünyada da ahirette de kurtuluşa erenlerdir.
157
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعاًۨ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۖ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Ey Peygamber! İşte bu hakikati tüm insanlığa duyurmak üzere de ki: "Ey insanlar! Gerçekten ben, Allah'ın tüm insanlığa göndermiş olduğu elçisiyim. O Allah ki, göklerin ve yerin egemenliği yalnızca O'na aittir. O'ndan başka kulluk edilecek ve hükmüne boyun eğilecek bir otorite, bir ilâh yoktur. Hayat veren de, öldüren de yalnızca O'dur.

Şu hâlde, Allah'a ve Elçisine, şu ümmi Peygambere —ki bizzat kendisi de Allah'a ve O'nun bütün kutsal kitaplardaki sözlerine yürekten inanmaktadır— iman edin ve onun izinden gidin ki, doğru yolu bulabilesiniz.
158
وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ
Musa'nın halkı arasında, insanları hakikate yönelten ve bu hakikate dayanarak adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardı.
159
وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً اُمَماًۜ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Biz İsrailoğulları'nı, Yakup Peygamberin on iki oğlundan türeyen oymaklar hâlinde on iki kabileye ayırdık.

Çölde giderlerken halkı Musa'dan su isteyince, ona, "Asanla şu kayaya vur!" diye emrettik. Musa asasıyla kayaya vurur vurmaz, derhâl oradan on iki pınar fışkırdı ve on iki boydan her biri diğerinin hakkına saldırmaksızın kendi su içeceği yeri kolayca öğrendi.

Ayrıca, çöllerin kavurucu sıcağından sizi korumak için bulutları üzerinize gölgelik yaptık ve "Size verdiğimiz güzel nimetlerden yiyin!" diyerek üzerinize kudret helvası ve bıldırcın gönderdik. Verimsiz çöllerde, gökten çiğ damlası gibi dökülen, yerden mantar gibi biten tatlı bir gıdayla sizi besledik ve gelip ayaklarınızın dibine düşen bıldırcın sürülerini size gönderdik. Ama bunca nimetlere karşılık nankörlük ettiler.

Onlar böyle yapmakla bize değil, ancak kendilerine kötülük ediyorlardı. Şöyle ki:
160
وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً نَغْفِرْ لَكُمْ خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ
Hani, halkı zalim olan bir şehri fethedecekleri zaman onlara denilmişti ki:

"Şu şehre yerleşin ve nimetlerinden dilediğiniz gibi serbestçe yiyin için. Ama kapısından kibir ve çalımla değil, "Günahlarımızı bağışla ey Rabb'imiz!" diyerek alçakgönüllülükle ve saygıyla eğilerek girin ki, sizin günahlarınızı bağışlayalım. İşte böyle doğru ve yararlı davranış gösterenleri, fazlasıyla ödüllendireceğiz."
161
فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلاً غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ۟
Ama içlerindeki zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Allah'ın sözlerini ya değiştirdiler ya da keyiflerince yorumlayarak kendi arzu ve heveslerine uydurdular. Biz de yaptıkları zulümlerden dolayı, onların üzerine gökten şiddetli bir azap indirdik.
162
وَسْـَٔلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۢ اِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ اِذْ تَأْت۪يهِمْ ح۪يتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعاً وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ لَا تَأْت۪يهِمْۚ كَذٰلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Bir de onlara, deniz kıyısındaki o kasaba halkının durumunu sor:

Hani Allah İsrailoğulları'na cumartesi günü çalışmayı yasaklamıştı. Ama onlar, birtakım hileli yollarla cumartesi yasağını çiğniyorlardı. Çünkü cumartesi yasağına uyarak balık avını bırakıp tatil yaptıkları gün, balıklar akın akın ortaya çıkarak ta deniz kıyısına, yanlarına kadar geliyorlardı. Cumartesi dışındaki günlerde ise kıyıya gelmiyorlardı.

İşte, günah işlemeyi alışkanlık hâline getirdikleri için biz onları böyle çetin sınavlardan geçirerek imtihan ediyorduk.
163
وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْماًۙۨ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداًۜ قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
O vakit içlerinden bir topluluk, kötülük yapanları engellemeye çalışanlara seslenerek, "Allah'ın zaten yeryüzünden silip helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azaba uğratacağı besbelli olan bir topluma hâlâ ne diye boşuna öğüt verip duruyorsunuz? Belli ki, bu adamların sizi dinlemeye niyetleri yok. Artık niçin onlara tebliğ edeceğiz diye çırpınıp duruyorsunuz?" demişti.

Doğruları anlatmaya kararlılıkla devam edenler, şöyle karşılık verdiler: "Biz, üzerimize düşeni yaptığımıza dair Rabb'inize karşı bir mazeret sunabilmek için onlara öğüt veriyoruz. Hem ne biliyorsunuz, bakarsınız öğüdümüzden etkilenirler de, dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek günahlardan vazgeçerler."
164
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ٓ اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ وَاَخَذْنَا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَـ۪ٔيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Derken o zalimler, kendilerine yapılan öğüt ve uyarıları göz ardı edip unutunca, kötülükleri engellemeye çalışanları bütün toplumu saran o büyük azaptan kurtardık. Zulmetmekte direnenleri ve onları uyarma görevini terk ederek zulme seyirci kalanları ise, işledikleri günahlardan dolayı şiddetli bir azap ile cezalandırdık. Şöyle ki:
165
فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ
Onlar, iyice azgınlaşarak kendilerine yasaklanan çirkin davranışları ısrarla yapmaya devam edince, biz de onlara, "Aşağılık maymunlar olun!" dedik. Böylece, onları şeklen maymunlara dönüştürdük ve üç gün sonra da helâk ettik. Onların izinden yürüyenleri ise, ihtirasları uğruna tüm insanî değerleri ayaklar altına alan açgözlü, onursuz ve kişiliksiz insanlar hâline getirdik.
166
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۜ اِنَّ رَبَّكَ لَسَر۪يعُ الْعِقَابِۚ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ve bu yüzden Rabb'in, şu kesin hükmünü ilan etti: "Yahudiler bu kötü huylarından vazgeçmedikleri sürece, ta Kıyamet Gününe kadar, onlara en ağır işkenceleri çektirecek zalim milletleri başlarına musallat edeceğim!"

Şüphesiz Rabb'in cezayı çabuk verendir. Dilerse tüm günahkârları derhâl yok edebilir. Fakat O, aynı zamanda çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.
167
وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْاَرْضِ اُمَماًۚ مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَۘ وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّـَٔاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Daha sonra onları, parçalanmış topluluklar hâlinde yeryüzüne dağıttık. İçlerinde iyileri de vardır, kötüleri de. Onları, doğru yola dönmeleri için kimi zaman çeşitli nimet ve güzelliklerle, bazen de belâ ve musibetlerle sürekli imtihan ettik.
168
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَاۚ وَاِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُۜ اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ م۪يثَاقُ الْكِتَابِ اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا ف۪يهِۜ وَالدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Derken onların ardından, Kutsal Kitabın sorumluluğunu devralan bozuk bir nesil geldi. Onlar, Allah'ın ayetlerini gizleme veya bozup değiştirme karşılığında, şu değersiz dünyanın gelip geçici menfaatlerini alıyorlardı. Bütün bunları yaparken de, "Nasıl olsa tövbe edip bağışlanırız!" diyorlardı. Sonra güya tövbe ediyorlar, fakat karşılarına benzer bir menfaat çıkınca tövbelerini unutarak onu da alıyorlardı.

Peki onlardan, "Allah hakkında yalnızca gerçeği, doğruyu söyleyeceksiniz!" diye Kutsal Kitapta söz alınmamış mıydı? Üstelik onlar, kitaptaki bu hükümleri defalarca okumamışlar mıydı? Dürüst ve erdemlice bir hayat yaşayarak kötülüklerden sakınanlar için âhiret yurdu, bu dünyanın gelip geçici nimetlerinden daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
169
وَالَّذ۪ينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُصْلِح۪ينَ
Kitaba sımsıkı sarılan ve namazı dosdoğru kılan kimselere gelince, biz iyilik yapanların mükâfatını elbette boşa çıkarmayız.

Kur'an'dan yüz çeviren İsrailoğulları'na hatırlat ki:
170
وَاِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَاَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّٓوا اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْۚ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ۟
Hani Allah'a verdikleri sözün önemini iyice idrak etmeleri ve bu antlaşmayı bozdukları takdirde doğabilecek vahim sonuçları belleklerinde hep canlı tutmaları için, Sina Dağı'nı yerinden söküp tıpkı bir bulut gölgesi gibi üzerlerine kaldırmıştık da, koskoca dağı başlarına yıkılacak sanmışlardı. Bu hâldeyken, onlardan şu sözü almıştık:

"Size bahşettiğimiz Kitaba sımsıkı sarılın ve içindeki temel hayat prensiplerini sürekli aklınızda ve gündeminizde tutun ki, yeryüzünde adalet, barış ve huzuru sağlayarak kötülüklerden sakınıp korunabilesiniz."

Zaten her insan, daha kendisine ruh verilirken yaratılışına nakşedilen fıtrî özellikler sayesinde Rabb'ini yüreğinde hisseder ve doğal bir refleks olarak O'na bağlanma ihtiyacı duyar:
171
وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ
Çünkü Rabb'in, Âdemoğullarının bellerinden onların nesillerini ana rahminde yeni bir can olarak yaratırken, her birini ayrı ayrı alır ve onları bizzat kendileri hakkında şahit tutarak, "Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?" diye sorar. Onlar da lisanıhâl ile, "Elbette sen bizim efendimiz ve Rabb'imizsin! Biz buna şahidiz!" derler. Ve bu olay, Kıyamet Gününe kadar her insanın yaratılışında tekrar tekrar yaşanır.

İşte biz böylece her insanın ruhunun derinliklerine Rabb'ini tanıyıp emirlerine itaat etme duygusunu yerleştirdik ki, yarın Mahşer Gününde hesaba çekilirken, "Bizim bundan haberimiz yoktu!" demeyesiniz.
172
اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ
Yahut başka bir bahane öne sürerek, "Aslında Allah'a ilkönce ortak koşanlar biz değil atalarımızdı. Biz ise onların izinden giden ve yaptıklarını taklit eden bir nesilden başka bir şey değildik. Şu hâlde, hak dini reddeden ve uydurdukları batıl inanç ve ideolojileri kurumsallaştırarak batıla saplanan önceki kuşakların işledikleri günahlar yüzünden bizi de mi helâk edeceksin?" demeyesiniz diye, doğru yolu rahatlıkla bulmanızı sağlayacak imkân ve yeteneklerle sizleri donattık. Böylece, hangi olumsuz şartlarda yetişmiş olursa olsun her insan, vicdanının sesine kulak verdiği sürece doğruyu eğriyi birbirinden ayırt edebilecek ve kendisine tebliğ edilen hakikati kabullenmekte zorlanmayacaktır.
173
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
İşte biz, inkârcıların gaflet uykusundan uyanıp Rab'lerine dönmeleri için ayetlerimizi böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.
174
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ الَّـذ۪ٓي اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ
Ey Peygamber! Onlara, şu adamın ibret verici durumunu her zaman ve her toplumda ortaya çıkabilecek bir örnek olarak anlat: Biz ona mükemmel bir zekâ ve derin kavrayış yeteneği armağan etmiş, ayrıca ilim ve hikmet nurlarıyla kendisini aydınlatmıştık. Bunun da ötesinde, insanı hakikate ulaştıracak bütün delillerimizi önüne koymuş ve ayetlerimizi en üst seviyede anlama ve ilâhî Kitabın muhteşem güzelliklerini kavrama yeteneğini kendisine cömertçe bağışlamıştık. Fakat o, yersiz bir gurura kapılarak ayetleri elinin tersiyle bir kenara itiverdi. Böylece şeytan onu kandırıp peşine taktı ve sonunda, diğer birçokları gibi o da azgınlardan biri olup çıktı.
175
وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Eğer dileseydik, elbette onu ayetlerimiz sayesinde en şerefli makama yüceltebilirdik. Ne var ki, o ihtiras ve tutkularının peşine takılarak —sanki hiç ölmeyecekmiş gibi— şu gelip geçici dünyaya saplanıp kaldı.

Onun gibi azgın nankörlerin durumu, tıpkı saldırgan bir köpeğin hâline benzer: Kızıp kovmak için üzerine gitsen de dilini çıkarıp hırlar, kendi hâline bıraksan da…

İşte, ayetlerimizi yalanlayan kimselerin durumu aynen böyledir. Ey Müslüman, yoldan çıkan insanlara bu ibret verici örneği anlat ki, bu sayede öğüt alıp düşünsünler.
176
سَٓاءَ مَثَلاًۨ الْقَوْمُ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ
Evet, ayetlerimizi yalanlayan ve böylelikle kendilerine yazık eden toplumun durumu ne kötüdür!

Bu duruma düşmek istemiyorsanız, değer yargılarını Allah'tan, yani O'nun kitabından almalı ve o kitabın rehberliğinde hayat programınızı çizmelisiniz:
177
مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Allah kimi hidayete iletirse, o doğru yolu bulmuş demektir. Kimi de sapıklığa düşürürse, işte onlar da gerçek anlamda ziyana uğrayanlardır. Onların sapıklığa düşmelerinin sebebi de, akıl ve idraklerini doğru kullanmamalarıdır:
178
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَث۪يراً مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۘ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Doğrusu biz, cinler ve insanlar arasından, kalpleri ve akılları olup da onlarla gerçeği kavramayan, gözleri olup da onlarla doğruları görmeyen, kulakları olup da onlarla hakikati işitmeyen nicelerini bu inatçı, önyargılı ve kibirli tavırlarından dolayı cehennemlik yapmışızdır.

İşte onlar, inanç, ahlâk ve erdemlilikten yoksun olmaları yönüyle tıpkı hayvanlar gibidirler, hatta daha da aşağı… Çünkü bunlar, —hayvanların aksine— kendilerini hakikate ulaştıracak akıl ve idrak yeteneğine sahip oldukları hâlde özgür iradeleriyle inkâra saplanmışlardır. İşte gaflet bataklığında yüzenler bunlardır.

Çünkü onlar Allah'ı gereğince tanımazlar. Zayıf ve aciz varlıkları ilâhlık mertebesine yüceltirken, zayıflık ve acziyet ifade eden birçok insanî özelliği Allah'a yakıştırmaya cüret ederler. Oysaki:
179
وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
En mükemmel özellikler, en güzel nitelikler ve isimler Allah'ındır. Öyleyse O'na bu güzel isimlerle seslenerek dua edin.

O'nun sıfat ve isimleri hakkında yanlış yola sapanları ve onların batıl inançlarını terk edin! Allah'ı tanımayıp O'na eksik ve çirkin sıfatlar yakıştıranlar, yaptıklarının cezasını eninde sonunda çekecekler.
180
وَمِمَّنْ خَلَقْنَٓا اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ۟
Yaratmış olduğumuz kullar arasında, insanları daima hakikate yönelten ve bu hakikate dayanarak adaleti gerçekleştiren bir topluluk da vardır.
181
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۚ
Ayetlerimizi yalanlamaya kalkışanları, hiç farkına varamayacakları bir şekilde adım adım felâkete sürükleyeceğiz.
182
وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ
Şimdilik onlara, akıllarını başlarına almaları için birazcık mühlet veriyorum. Fakat unutmayın ki, benim plânım çok sağlamdır.

Allah'ın Elçisini akıl hastası olarak göstermeye çalışan Mekke müşrikleri bu mühleti fırsat bilsinler de bir düşünsünler:
183
اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Onlar, çocukluğundan beri yakından tanıdıkları arkadaşlarında delilikten eser olmadığını hiç düşünmüyorlar mı? Bütün hayatı boyunca parlak zekâsı ve üstün kişiliğiyle gönlünüzde taht kurmuş olan bir insanı, alışık olmadığınız bir mesaj getirdi diye nasıl delilikle suçlayabilirsiniz? Hayır, tam aksine o, ancak Allah'tan aldığı mesajı size ileten apaçık bir uyarıcıdır.
184
اَوَلَمْ يَنْظُرُوا ف۪ي مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۙ وَاَنْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ اَجَلُهُمْۚ فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ
Yahut bu inkârcılar, göklerin ve yerin nasıl muhteşem bir hükümranlık altında idare edildiğini görmüyorlar mı? Allah'ın yarattığı bunca varlıklara ibret nazarıyla hiç bakmıyorlar mı? Ve ecellerinin iyice yaklaşmış olabileceğini, nankörlükleri yüzünden azaba uğratılmalarının an meselesi olduğunu hiç akıllarına getirmiyorlar mı?

Bunlara da inanmıyorlarsa, artık hangi söze inanacaklar?

Yine de inanmazlarsa, o zaman sapıklığı hak ediyorlar demektir:
185
مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَا هَادِيَ لَهُۜ وَيَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Allah kimi saptırmışsa, hiç kimse onu doğru yola iletemez. Allah böylelerini, kibirli, inatçı ve nankörce tavırlarından dolayı inkâr ve azgınlıkları içinde bocalar bir hâlde bırakır.

Bu bocalama yüzündendir ki, yanı başlarındaki binlerce mucizeyi görmezlikten gelirler de, mucize beklentisiyle, gaipten haber vermeni isterler:
186
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪يۚ لَا يُجَلّ۪يهَا لِوَقْتِهَٓا اِلَّا هُوَۜ ثَقُلَتْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ لَا تَأْت۪يكُمْ اِلَّا بَغْتَةًۜ يَسْـَٔلُونَكَ كَاَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Ey Peygamber! Sana, kıyametin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar.

De ki: "Onun bilgisi yalnızca Rabb'imin katındadır ve zamanı geldiğinde onu ortaya çıkaracak olan da sadece O'dur.

Bu öylesine korkunç bir hâdisedir ki, ne gökler dayanabilir onun dehşetine, ne de yeryüzü. O, hiç beklemediğiniz bir anda sizi ansızın yakalayacaktır."

Ey Peygamber! Sanki sen kıyametin ne zaman kopacağını biliyormuşsun gibi, sana onun vaktini soruyorlar.

Konunun önemine binaen tekrar ve tekrar de ki: "Onun bilgisi yalnız Allah'ın katındadır, fakat insanların çoğu bunu bilmezler."
187
قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعاً وَلَا ضَراًّ اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟
Ey Muhammed! Peygamberlerin ancak birer fâni insan olduklarını, bu yüzden gaybı bilmelerinin söz konusu olmadığını öğretmek üzere onlara de ki: "Bakın, Allah izin vermedikçe, ben kendime dahi herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Ayrıca, Allah'tan başka hiç kimsenin bilemeyeceği sırlar âlemi olan gaybı bildiğimi de söylemiyorum.

Şayet gaybı bilmiş olsaydım, kendi adıma birçok faydalar elde ederdim ve başıma herhangi bir kötülük de gelmezdi. Fakat gördüğünüz gibi ne gaybı bilirim, ne de başıma gelecek kötülükleri savabilirim.

Zira ben, tanrısal niteliklere sahip olduğunu iddia eden bir meczup değil, sadece, inkârcıları başlarına gelecek belâ ve felâketlerle uyaran ve getirdiğim mesaja iman eden topluma ilâhî nimetleri müjdeleyen bir Peygamberim."

Ve işte uyarıyorum:
188
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ اِلَيْهَاۚ فَلَمَّا تَغَشّٰيهَا حَمَلَتْ حَمْلاً خَف۪يفاً فَمَرَّتْ بِه۪ۚ فَلَمَّٓا اَثْقَلَتْ دَعَوَا اللّٰهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ اٰتَيْتَنَا صَالِحاً لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
O Allah ki, sizi başlangıçta bir tek candan, Âdem'den yarattı ve yanında huzur bulsun diye, onunla aynı özden, aynı unsurdan Havva adındaki eşini yarattı. Ve insan nesli, bu ikisinden türeyip çoğalarak bugüne kadar sürüp geldi:

Böylece erkek eşini sarıp kucaklayınca, kadın minicik bir yük yüklenir ve onu karnında taşımaya başlar.

Nihayet hamilelik iyice ağırlaşıp doğum vakti yaklaşınca, ikisi de Rab'lerine el açıp, "Ey yüce Rabb'imiz! Eğer bize sağlıklı bir çocuk lütfedersen, kesinlikle sana şükreden kullar olacağız!" diye yalvarırlar.
189
فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمَا صَالِحاً جَعَلَا لَهُ شُرَكَٓاءَ ف۪يمَٓا اٰتٰيهُمَاۚ فَتَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Fakat Allah onlara sağlıklı bir çocuk bağışlayınca, Yaratıcının kendilerine lütfettiği bu çocuğun dünyaya gelmesinde başka güçlerin de pay sahibi olduğunu, dolayısıyla onlara da kulluk ve itaat edilmesi gerektiğini söyleyerek O'na ortaklar koşmaya başlarlar.

Oysa Allah, onların müşrikçe yaklaşımlarının ürünü olan ve içinde eksiklik, noksanlık, acizlik barındıran bütün sıfatların üzerinde ve ötesindedir, çok yücedir.
190
اَيُشْرِكُونَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَۘ
Onlar hiçbir şey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan varlıkları mı Allah'a ortak koşuyorlar?
191
وَلَا يَسْتَط۪يعُونَ لَهُمْ نَصْراً وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ
Yani ne onlara yardım edebilecek, ne de kendilerini kurtarabilecek güce sahip olmayan o aciz varlıkları mı?
192
وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَتَّبِعُوكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْ اَدَعَوْتُمُوهُمْ اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ
Size doğru yolu göstermeleri için onlara yalvarsanız, size cevap bile veremezler. Öyle ki, ha onlara dua etmişsiniz, ha etmemişsiniz, size hiçbir yararları dokunmayacak ve sizin için hiçbir şey değişmeyecektir.
193
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ عِبَادٌ اَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Ey kâfirler! Allah'ı bırakıp da kendilerine kulluk edip yalvardıklarınız, tıpkı sizin gibi yaratılmış birer kuldur. Ancak siz ve atalarınız, onlar adına putlar, heykeller diktiniz ve zamanla bu putları ilâhlaştırarak önlerinde eğilmeye, onlara tapınmaya başladınız.

Eğer bu sözde ilâhların boyun eğilmeye, dua edilmeye lâyık varlıklar olduğuna dair iddianızda gerçekten samimi iseniz, haydi onlara dua edin de duanızı yerine getirsinler bakalım!
194
اَلَهُمْ اَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۜ قُلِ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ ك۪يدُونِ فَلَا تُنْظِرُونِ
Hem nasıl olur da, kendinizden daha aşağı bir seviyede bulunan bu cansız taşlara, heykellere tapar ve onlardan medet umarsınız? Onların yürüyecekleri ayakları mı var, yoksa tutacakları elleri mi? Görecekleri gözleri mi var, yoksa işitecekleri kulakları mı?

Ey Müslüman! "İlâhlarımız aleyhinde konuşmaktan vazgeçmeyecek olursan, onların gazabına uğrayıp helâk olacaksın!" diyerek seni tehdit eden zalimlere meydan okuyarak de ki: "Haydi, Allah'a ortak koştuğunuz varlıkları yardımınıza çağırın. Sonra bütün hile ve entrikalarınızla çıkın karşıma ve yüreğiniz yetiyorsa, bir an bile göz açtırmayın bana!"
195
اِنَّ وَلِـِّيَ اللّٰهُ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْكِتَابَۘ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِح۪ينَ
"Çünkü benim yegâne sığınağım, koruyucum, yardımcım ve dostum, bu Kitabı gönderen Allah'tır ve O, iyilik yapan kullarını asla yardımsız, çaresiz bırakmayacaktır. Zira O, iyilik yapanların dostu ve koruyucusudur."
196
وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ
"Allah'ın yanı sıra kendilerinden medet umarak yardıma çağırdığınız putlara veya emirlerine kayıtsız şartsız itaat ederek putlaştırdığınız efendilere, azizlere, önderlere ve diğer düzmece ilâhlara gelince, onlar ne size yardım edebilirler, ne de kendilerini Allah'ın azabından koruyabilirler."
197
وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُواۜ وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ
Ey Peygamber! Sen onları ne kadar doğru yola çağırsan da, hakikat karşısında kör ve sağır kesilen bu insanlar çağrına kulak vermezler. Onların sana baktıklarını sanırsın, fakat inat ve önyargıları yüzünden gerçeği görmezler. Bu durumda yapman gereken şudur:
198
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ
İçinde yetiştikleri olumsuz şartlardan dolayı hakikati görmekte zorluk çeken bu insanlara kaba ve sert davranma, sen af yolunu tut ve daima iyiliği emret. Hakikati bildikleri hâlde inatla karşı koyan cahillere aldırış etme! Bu çağrıya kulak verecek tertemiz gönüllere ulaşıncaya dek, bıkıp usanmadan tebliğine devam et! Fakat nihayet sen de bir insansın. İnatçı cahiller karşısında zaman zaman öfkene hâkim olamayabilirsin. Onun için:
199
وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Eğer şeytanî bir dürtü seni kışkırtıp anlamsız bir öfke ve heyecana sürükleyecek olursa, hemen Allah'a sığın ve O'nun bu konudaki tavsiyelerini hatırla! Unutma ki O, her şeyi işitendir, bilendir.
200
اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ
Çünkü dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüklerden sakınanlar, yüreklerinde insan bilincini kör eden şeytanî bir kışkırtı duyar duymaz, derhâl Kur'an'daki emir ve tavsiyeleri hatırlarlar ve işte o an, duygularının esiri olmaktan kurtulur ve gerçeği görürler.
201
وَاِخْوَانُهُمْ يَمُدُّونَهُمْ فِي الْغَيِّ ثُمَّ لَا يُقْصِرُونَ
Şeytanların yandaşlarına gelince, işte şeytanlar, ancak onları azgınlığa sürükleyebilir ve bunları bir kere avuçlarına aldılar mı, bir daha da yakalarını bırakmazlar.
202
وَاِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِاٰيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَاۜ قُلْ اِنَّـمَٓا اَتَّبِـعُ مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ مِنْ رَبّ۪يۚ هٰذَا بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Onlara arzu ve heveslerini okşayacak bir ayet veya istedikleri türden bir mucize getirmedin diye, "Madem Allah bizim arzu ve beklentilerimize uygun ayetler göndermiyor, bari sen bir şeyler uydursaydın ya!" derler.

Onlara de ki: "Ben ancak Rabb'im tarafından bana gönderilen emir ve direktiflere uyarım! Siz dünyada ve ahirette kurtuluşun yolunu gösteren mükemmel bir rehber, apaçık bir mucize mi istiyorsunuz? İşte bu Kur'an ayetleri, Rabb'inizden gelen, gönülleri ve hayatı aydınlatan deliller, basiretler ve inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet kaynağıdır.

Şu hâlde, ey insanlar!
203
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Kur'an okunduğu zaman, tam bir saygı ve teslimiyetle ona kulak verin. Ve Kur'an bir konuda hüküm vermişse, ona alternatif görüşler öne sürmeyin, susup onu dinleyin ki, bu sayede ilâhî lütuf ve merhamete lâyık olabilesiniz!
204
وَاذْكُرْ رَبَّكَ ف۪ي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخ۪يفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ
Ey hakikat yolunun yolcusu! Gönlünün ta derinliklerinde, engin bir tevazu ile boyun büküp yalvararak ve O'nun ihtişam ve azameti karşısında titreyip ürpererek, fakat kendini bilmezlerin yaptığı gibi bağırıp çağırmadan, sesini yükseltmeden gece gündüz Rabb'ini an ve sakın kibrin ve zevk ü sefanın pençesine düşerek Rabb'ini unutan gafillerden olma!
205
اِنَّ الَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ
Çünkü Rabb'inin katında yüksek derecelere sahip olanlar, O'na kullukta asla kibre kapılmazlar. Bilakis O'nun hayranlık verici yüceliğini övgüyle anar ve O'nun huzurunda saygıyla secdeye kapanırlar.

Ve Allah'ın huzurunda boyun eğenler, bakın ne yüce mertebelere erişecek, ne muhteşem ödüller ve ganimetler kazanacaklar:
206

Sureler

Mealler