Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Elif, Lâm, Mîm. Dinle, ey insanoğlu! Bak bunu sana Allah söylüyor. Bunları Allah sözü olarak dinle, başkasının sözüne benzetme. Senin gayet iyi tanıdığın ve şiirlerinde, yazılarında, hitâbelerinde ustalıkla kullandığın şu harflere bir bak. İlâhî kudret bu basit harfleri nasıl mükemmel bir uyumla yan yana dizdi de, olağanüstü güzelliği karşısında en büyük edebiyat ustalarının, âlimlerin, filozofların ister istemez secdeye kapandığı; bir tek sûresinin dahî benzerini yapmakta beşeriyetin acze düştüğü eşsiz, mucizevî bir kitap ortaya koydu:
2 Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Emirlerine kayıtsız şartsız boyun eğilmesi gereken mutlak otorite, eşi ortağı olmayan bir tek ilâh O'dur. Hayy'dır. Daima diridir, hayatın biricik kaynağıdır. Bu evrende O'nsuz ne bir varlıktan ne de hayattan söz edilebilir. Kayyûm'dur. Kâinatın nizamını elinde bulunduran, bütün varlıkları koruyup gözeten, yöneten ve yönlendirendir. Bütün mahlûkat, O'nun kudret ve iradesiyle varlık ve intizamını sürdürmektedir.
3 Ey Muhammed! Allah sana bu bitabı, kendisinden önceki kitapları ve peygamberleri onaylayan hak bir kelam olarak, hak ve hakikati ortaya koymak üzere, gerçeğin ve doğrunun ta kendisi olarak göndermiştir. Bu kitap, daha önce gönderilen peygamberleri ve onların getirdiği Tevrat, İncil, Zebur, Suhuflar gibi ilahi kitapları onaylamakta, fakat aynı zamanda, o kitapların zamanla değiştirilmiş, tahrif edilmiş olan kısımlarını düzelterek Hak Din'i yeniden ve tüm berraklığıyla ortaya koymaktadır.
4 Zaten insanlığa doğru yolu göstermek üzere daha önce Tevrat'ı ve İncil'i de O göndermişti. İşte şimdi de, doğruyu yanlıştan ayırt etmenin şaşmaz ölçüsü olan bu kitabı, Furkân'ı indirdi. Artık bunca açık delillerin gönderilmesinden sonra:

Allah'ın âyetlerini ve yol gösterici mesajlarını inkâr edenlere, çetin bir azap vardır!

Hiç kuşkusuz Allah azizdir, mutlak güç ve otorite sahibidir. Hakları çiğnenen, zulme uğrayan güçsüz ve çaresiz kulları adına intikam alandır!
5 Doğrusu ne yerde ne de gökte, hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. O yerde ve gökte, gizli ve açık, olmuş ve olacak her şeyi mükemmel ve kesin bir bilgiye bilir. Bunun içindir ki, O'nun indirdiği kitapta hak ve hakikatten başkası yer almaz.
6 Sizi rahimlerde yaratan ve dilediği gibi şekillendiren O'dur. Ana rahmine düştüğünüz andan itibaren hayatınızın her aşamasında size yardım eden, küçük büyük bütün ihtiyaçlarınızı karşılayan merhamet sahibi Allah'ın, en büyük ihtiyacınız olan hidayet konusuna sizi ihmal etmesi elbette düşünülemez.

O'ndan başka ilâh yoktur; O sonsuz kudret ve hikmet sahibidir. İşte size bu mükemmel biçimi veren Allah, aynı mükemmellikte bir Kitap gönderdi:
7 Sana bu muhteşem kitabı gönderen O'dur.

Kur'ân âyetleri, manalarının açıklığı bakımından iki grubu ayrılır: Onun büyük bir kısmı açık ve kesin anlamlı muhkem âyetlerdir ki, bunlar Kitabın özü, aslı, esası ve anasıdır. Diğerleri ise, mecazî anlamlar içeren müteşâbih âyetlerdir.

Muhkem; bozulmaya, yıkılmaya karşı korunan, sapasağlam ve dayanıklı olan demektir. Kur'ân hiçbir değişikliğe ve bozulmaya uğramayacak şekilde korunmuş ve sağlamlaştırılmış olduğundan, bu anlamda bütün âyetleri muhkemdir. (Hûd, 11/1; Hacc, 22/52; Muhammed, 47/20)

Terim olarak muhkem ise, anlamı açık ve kesin olan, hiçbir karışıklığa ve yanlış anlamaya yer vermeyen âyetlere denir. Bu anlamda Kur'ân âyetlerinin büyük bir kısmı muhkemdir. Kur'ân'ın yorumlanmasında ve anlaşılmasında, işte bu muhkem âyetler temel ölçü alınmalıdır.

Müteşâbih ise; aralarındaki fark neredeyse seçilemeyecek ölçüde birbirlerine benzeyen şeyler demektir. Kur'ân âyetleri, üslup ve ifade tarzı bakımından birbirlerine benzediğinden, bu anlamda da bütün âyetleri müteşâbihtir. (Zümer, 39/23)

Terim olarak müteşâbih ise, ilk göze çarpan yüzeysel anlamının ötesinde mecazi bir anlamı barındıran âyetlerdir. Bu tür âyetlerde, Allah'ın sıfatları, ölüm ötesi hayat, peygamberlik, vahiy, yaratılış gibi insanın algı ve tecrübe sınırlarını aşan konular, insanın tanıdığı, aşina olduğu kavram ve sembollerle ifade edilmiştir. Kur'ân'da bu anlamda az sayıda müteşâbih âyet vardır. Kur'ân'ı bâtıl iddiaları doğrultusunda çarpıtmak isteyen kimseler, daha çok müteşâbih âyetleri kullanma eğilimindedirler. Bu tür mecâzî içerikli âyetlerin yüzeysel anlamları çoğunlukla Kur'ân'ın genel ilkelerine aykırı olduğundan, bunlar ancak muhkem âyetler ölçü alınarak yorumlandıkları takdirde doğru anlaşılabilir. Örneğin, Allah'ın kudret ve yardımının müminlerle birlikte olduğunu son derece çarpıcı bir üslupla ifade eden "Allah'ın eli müminlerin elinin üzerindedir" âyetinden, Allah'ın haşa insanlar gibi bir ele sahip olduğu anlamı çıkarılamaz. Zira muhkem âyetlerde, "Allah'a yaratılmış hiçbir varlığa benzemediği" ifade edilmektedir. Bu bakımdan müteşâbih âyetler Kur'ân'ın bütünlüğü çerçevesinde yorumlanarak anlaşılmalıdır.

Ama kalplerinde eğrilik bulunan kötü niyetli veya bilgisiz insanlar, Kur'ân'ın bildirdiği gerçekler konusunda insanları şüpheye düşürerek fitne çıkarmak ve Allah'ın kitabını keyiflerince yorumlayıpbatıl iddia ve önyargılarını Kur'ân'a onaylatmak amacıyla, muhkem âyetleri görmezlikten gelirler de, anlamını rahatça çarpıtabileceklerini düşündükleri bu müteşâbih âyetlerin peşine düşerler.

Oysa onların gerçek anlamını ve doğru yorumunu sadece Allah bilir. Ve bunu, kitabındaki muhkem âyetlerle size de açıkça bildirmiştir. O hâlde, birkaç anlama gelebilen bu müteşâbih âyetlerin doğru yorumunu Allah'tan, yani onun kitabındaki anlamı açık olan muhkem âyetlerden öğrenmelisiniz.

Nitekim ilimde derinleşmiş olanlar, "Biz Kur'ân'ı okuyup inceledik ve bu kitabın ilâhî bir kelam olduğunu idrak ederek ona tüm kalbimizle iman ettik. İnsanoğlunun dünyada ve âhirette kurtuluşa ermesi için uyması gereken kuralları harika bir üslupla ortaya koyan bu kitabın her bir âyeti, onun beşer üstü bir kaynaktan geldiğini hiçbir şüpheye yer vermeyecek biçimde ispatlamaktadır. Muhkem olsun müteşâbih olsun, Kur'ân âyetlerinin tümü Rabb'imiz tarafından gönderilmiştir." derler.

Ama ne var ki, akıl ve sağduyu sahibi olanlardan başkası, dürüst ve samimi bir kalple Kur'ân'ı okuyup da ondan öğüt almaz.

O temiz yürekli, derin kavrayışlı müminler Allah'a şöyle yalvarırlar:
8 "Ey Rabb'imiz! Bizi Kur'ân'la tanıştırıp doğru yola ilettikten sonra, kalplerimizi eğriltme! Kur'ân'ı doğru anlayıp onun hidayet nurlarıyla aydınlanmayı ve bu kitabı bir hayat programı olarak yaşamayı bizlere nasip eyle! Bize katından, dünyada ve âhirette başarıya, kurtuluşa iletecek bir rahmet bağışla! Doğrusu sen, sonsuz lütuf ve nimetleri cömertçe bağışlayansın!"
9 "Ey Rabb'imiz! Elbette sen, gerçekleşeceğinde asla şüphe olmayan bir gün hesap sormak için tüm insanlığı bir araya toplayacaksın. Hiç kuşku yok ki, Allah asla sözünden dönmez!"
10 Allah'ın âyetlerini inkâr edenlere gelince, o çok güvendikleri malları ve çocukları, yaniservetleri, saltanatları, orduları, sosyal ve ekonomik güçleri, onları Allah'ın azabından kurtaramayacaktır. İşte onlar, cehennemdeki korkunç ateşin yakıtıdırlar. Çünkü kendilerini cehenneme götürecek işler yaparak o ateşi bizzat kendielleriylehazırlamışlardır.
11 Bu inkârcıların gidişatı, tıpkı Firavun hanedanının ve onlardan önceki zalimlerin durumuna benziyor:

Onlar da Allah'ın âyetlerini yalanlamışlardı. Allah da günahlarından dolayı onları kıskıvrak yakalayıvermişti. Allah'ın cezalandırması gerçekten çok şiddetlidir.
12 Ey Peygamber! O inkârcılara de ki: "Hakk'ın karşısında ne kadar direnseniz de, hepiniz eninde sonunda yenilgiye uğrayacak ve topluca cehennemi boylayacaksınız; o ne fena bir döşektir!"
13 Nitekim Bedir Savaşı'nda karşı karşıya gelen iki toplulukta, size Allah'ın vaadini apaçıkgösteren bir delil vardı. Şöyle ki:

Hicretin ikinci yılında, İslâm ordusu ile Mekke müşrikleri Bedir'de karşı karşıya gelmişlerdi. 313 kahraman mücahitten oluşan bir grup Allah yolunda savaşıyordu; tam teçhizatlı 1000 askerden oluşan diğer grup ise, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyor ve küfrün, şirkin, zulmün egemen olması için savaşıyordu.

Savaşın ilk anlarında, iki ordu birbirine hücum etsin de ilahi vaad gerçekleşsin diye, Allah her iki tarafa da karşısındakini olduğundan daha az gösteriyordu (Enfâl, 8/44). Çarpışmanın kızıştığı sırada Allah'ın gönderdiği melekler müminlerin safında yerlerini alınca, kâfirler onları açık ve net olarak kendilerinin iki katı görüyorlardı.

İşte Allah, kullarından dilediğini böyle yardımıyla destekler.

Hiç kuşkusuz bunda, akıl ve gönül gözüyle hakikati görebilenler için Allah'ın kudret, hikmet ve adaletini gösteren nice deliller,nice ibretler vardır.

Evet, Allah'ın yardımıyla birçok zafer kazanacak, üstün başarılar elde edeceksiniz. Fakat er meydanlarında düşmanla göğüs göğüse çarpışmak kadar, belki ondan da çetin bir imtihan var ki, işte asıl kahramanlığı orada göstermelisiniz:
14 Güzelliğiyle büyüleyen kadınlara, göz aydınlığı ve gönül meyvesi çocuklara, yığın yığın altın ve gümüşlere, soylu ve endamlı atlara, etinden, sütünden vs. faydalandığınız evcil hayvanlara ve bağlara, bahçelere, ekinliklere karşı aşırı düşkünlük, insanoğluna çekici kılınmıştır.

Bütün bunlar, dünya hayatının basit ve gelip geçici nimetleridir. İnsan hayatının ve neslinin devamı için verilen bu nimetlerden uygun biçimde yararlanabilirsiniz; fakat onlara tutkuyla bağlanıp âhireti unutmamalısınız. Çünkü asıl ulaşılması gereken en güzel hedef, Allah katında sizi bekleyen ebedî âhiret hayatıdır.
15 Ey İslâm davetçisi! Dünyanın bu gelip geçici nimetlerine bağlanan gafillere de ki:

"Size bunlardan çok daha güzel, çok daha iyi olanı bildireyim mi? Kötülükten sakınanlar için Rablerinin katında, yemyeşil ağaçlarının altından ırmaklar çağıldayan ve sonsuza dek içerisinde yaşayacakları cennet bahçeleri, her türlü maddi ve manevi kirden arınmış, pırıl pırıl, tertemiz eşler ve hepsinin üzerinde ve ötesinde, Allah'ın "Hoş geldin sevgili kulum; ben senden razı oldum!" demesi ve ona hoşnutluğunu bildirmesi vardır."

Hiç kuşkusuz Allah, kullarının her hâl ve hareketini görmektedir ve yaptıkları iyiliklerin karşılığını onlara muhakkak verecektir.
16 Onlar ki, "Ey Rabb'imiz! Biz sana ve gönderdiğin âyetlere yürekten iman ettik; günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru!" diye dua ederler.
17 Özellikle de hak yolunda kararlılık gösteren, zorluk ve sıkıntılar karşısında dayanıp direnerek sabreden, niyet ve davranışlarında dosdoğru olan, Allah'ın iradesine gönülden boyun eğen, Allah'ın bahşettiği rızkı O'nun yolunda harcayan ve ruhların en dingin, en duyarlı olduğu o seher vakitlerinde Rablerine el açıp yalvararak bağışlanma dileyen o seçkin kullarını görmektedir ve onları dünyada ilâhî yardım, âhirette ebedî cennet nimetleriyle mutlaka ödüllendirecektir.

Sakın bu vaat ve uyarıları gerçekliği şüpheli, temelsiz ve şahitsiz kuru iddialar sanmayın:
18 Bizzat Allah, kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik eder; melekler ve adalet ölçüsünü gözeten ilim adamları da bu gerçeğe şahitlik ederler: O'ndan başka ilâh yoktur! Gerçek anlamda kudret ve hikmet sahibi ancak O'dur!

Peki, bir olan Allah; her biri diğeriyle çelişen, mensupları arasında bitmez tükenmez kavgalar yaşanan Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık gibi farklı dinler göndermiş olabilir mi?
19 Gerçek şu ki, Allah katında kabul gören ve insanoğlunu dünya ve ahirette mutluluğa ulaştıracak yegâne din, İslâm'dır. İslâm, kişisel çıkarları, arzu ve ihtirasları terk edip Allah'ın hükmüne kayıtsız şartsız boyun eğerek barış, esenlik ve güvenliğe ulaşmak demektir. İslâm, doğrudan doğruya Allah tarafından gönderilen ve peygamberlerce uygulamalı olarak insanlığa sunulan mükemmel hayat nizamıdır. İşte Âdem'den bu yana bütün peygamberler, insanlığa bu dini tebliğ etmişlerdir. Ama ne var ki:

Kendilerine daha önce Tevrat, Zebur, İncil gibi kitap verilenler, onlara Allah katından ilim ve hikmet dolu âyetler geldikten sonra, sırf aralarındaki çıkar çatışmaları, kin, ihtiras, azgınlık ve çekememezlik yüzünden hak dinde ayrılığa ve anlaşmazlığa düştüler. Yoksa peygamberler onlara ayrılık ve düşmanlığı emretmiş değildi. Fakat onlar peygamberlerin bıraktığı ilkelere aykırı davrandılar. Böylece her ümmet, bir sonraki peygamberi inkâr etti. Bununla da kalmayıp, peygamberlerin getirdiği inanç sistemini terk ederek onun yerine kendi uydurdukları hurafeleri din hâline getirdiler. Nihayet Allah, Son Elçisini göndererek hakikati yeniden ve açıkça ortaya koydu.

Artık her kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, şunu iyi bilsin ki, mahşer günü Allah hesabı çabuk görendir!
20 Ey Muhammed! Eğer bunca delillere rağmen, yine de hakikati kabullenmeye yanaşmayıp seninle tartışmaya girişirlerse, onlara de ki:

"Ben, tüm benliğimle Allah'a teslim oldum, benim izimden gelenler de tüm kalpleriyle O'na teslim olup gönülden boyun eğmişlerdir."

Ey Peygamber! Kendilerine vaktiyle kitap verilmiş olan Yahudilere, Hristiyanlara ve ilâhî vahiy bilgisinden yoksun olan, âhiret ve nübüvvet gerçeğini tümüyle inkâr eden ümmilere de ki:

"Siz de Son Elçisi aracılığıyla gönderdiği hükümlere iman ederek Allah'a boyun eğip Müslüman olmak ve böylece ebedî kurtuluşu kazanmak istemez misiniz?"

Eğer kibir, bencillik, bağnazlık ve haksız önyargılardan kurtularak hakikate teslim olurlarsa, doğru yolu bulmuş olurlar. Ama eğer yüz çevirirlerse, bundan dolayı üzülme. Bir sonraki toplumsal aşamanıza uygun emirler (Tevbe, 9/29) gelinceye kadar, onları inkârlarıyla baş başa bırak. Çünkü bu aşamada senin görevin, yalnızca ilâhî mesajı ulaştırmaktan ibarettir.

Hiç kuşkusuz Allah, kulları görmektedir ve hak ettikleri karşılığı onlara mutlaka verecektir.
21 O hâlde, ey İslâm davetçisi! Allah'ın âyetlerini tamamen veya kısmen inkâr eden, gerek açıkça suikast düzenleyerek ve gerekse toplum içindeki itibar ve etkinliklerini yok etmeye çalışarak haksız yere peygamberleri öldüren ve o peygamberlerin getirdiği ilkelere bağlı kalarak hakkı, hukuku, doğruluğu ve adaleti savunan insanlara hayat hakkı tanımayan zalimler ve inkârcılar yok mu; işte onlara can yakıcı bir azabı müjdele!
22 Onlar, dünyaya ve âhirete yönelik çalışmaları boşa giden ve kendilerini dünyada zillet ve meskenetten, âhirette ise cehennem azabından kurtaracak hiçbir yardımcıları olmayan kimselerdir. Bunların kendilerini Allah'ın özel ve seçkin kulları olarak nitelendirmeleri neticeyi değiştirmeyecektir:
23 Kendilerine Tevrat, Zebur, İncil gibi kitaptan bir pay verilmiş olan Yahudi ve Hristiyanlara baksana: Aralarında çıkan anlaşmazlıklarda hüküm vermesi için Allah'ın kitabına çağrılıyorlar; fakat içlerinden bir grup, inandıklarını iddia ettikleri kitabın hükmünü reddederek arkasını dönüp gidiyor.
24 Çünkü onlar, "Hepimiz peygamber torunları ve Allah'ın imtiyazlı kullarıyız. Bunun için, en büyük günahları işlesek ve Tevrat'ta geleceği müjdelenen Son Peygamber'i inkâr etsek bile cehenneme girmeyiz. Girsek de, sayılı birkaç gün dışında bize asla ateş dokunmayacaktır! Günahımızın cezasını kısa bir süre çektikten sonra nasıl olsa cennete gireceğiz!" dediler.

Allah adına uydurdukları bu bâtıl inançlar ve saçma iddialar, dinleri hakkında onları büyük bir kibir, gaflet ve aldanışa sürüklemiştir.
25 Peki, gerçekleşeceğinde asla şüphe olmayan ve hiç kimseye haksızlık edilmeksizin herkese yaptıklarının karşılığının tastamam verileceği gün onları bir araya topladığımız zaman, acaba hâlleri nice olacak? O gün yalan ve iftiraları onları kurtaramayacak, son pişmanlıkları da fayda vermeyecek. Onun için yol yakınken tövbe etsinler, zulüm ve inkârdan vaz geçip hakka teslim olsunlar.
26 Ey İslam davetçisi! Allah'ın verdiği güç, servet ve saltanatla şımarıp azgınlaşan ve bunlara sahip olmayı doğru yolda olmanın ölçüsü sayan o kâfirlere karşılık, sen Rabb'ine tevazu ile yalvararak de ki:

"Ey mülkün ve her türlü güç, kudret, saltanat ve otoritenin gerçek sahibi olan Allah'ım!"

 "Sen yeryüzünde mülkü ve egemenliği dilediğine verir, dilediğinden çekip alırsın!"

"Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın!"

"Her türlü nimet, lütuf ve iyilik yalnızca senin elindedir. Hiç kuşku yok ki, senin her şeye gücün yeter!"
27 "Sen geceyi kısaltıp gündüze katar, gündüzü kısaltıp geceye katarsın."

"Ölüden diriyi çıkarır, diriden ölüyü çıkarırsın."

"Ve hiç umulmadık imkânlar yaratarak, dilediğine sınırsız nimetler bahşedersin."

Mademki mülkün gerçek sahibi Allah'tır, o hâlde müminler yalnızca O'na güvenmelidirler:
28 İnananlar, din kardeşleri olan müminleri bırakıp da Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaş açan kâfirleri kendilerine samimi dost, koruyucu, yönetici, yandaş, müttefik ve veli edinmesinler.

Dikkat edin; her kim böyle bir şey yapacak olursa, Allah ile bütün bağlarını koparmış olur.

Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeye karşı korunmak için onlardan görünmeniz, onlara dostunuzmuş gibi davranmanız hariç. Kâfirlerin kötülüklerine karşı kendinizi korumak için, Müslümanlara zarar vermemek şartıyla böyle bir tedbir alabilirsiniz. İslâm âlimlerinin ve yöneticilerinin emirleri doğrultusunda, kâfirlerin arasına sızarak müminler adına casusluk faaliyetlerinde bulunmak amacıyla da bu tür tedbirlere başvurulabilir.

Bununla birlikte, Allah asıl kendisinden korkmanızı size öğütlüyor! O hâlde, zalimlerin tehditlerinden korkmayın; asıl Allah'ın emirlerini çiğnemekten sakının! Unutmayın ki, eninde sonunda dönüş Allah'adır.
29 Ey İslâm davetçisi! De ki: "Kalplerinizdeki düşünce ve niyetleri gizleseniz de açığa vursanız da Allah onları bilir."

"Bunların da ötesinde, göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilmektedir."

"Hiç kuşku yok ki, Allah'ın her şeye gücü yeter." Dolayısıyla, zalimlerle dost olup müminlere düşmanlık besleyenlere Hesap Günü'nde cezalarını vermeye de kadirdir:
30 O Gün her insan, yapmış olduğu bütün iyilik ve kötülükleri karşısında hazır bulacak ve o kötülüklerin kendisinden uzak olmasını ne kadar da arzu edecek! Ama ne var ki, son pişmanlık fayda vermeyecek.

Dikkat edin; Allah, kendisine karşı gelmemeniz konusunda duyarlı ve dikkatli olmanızı size öğütlüyor. Hiç kuşkusuz Allah, emir ve yasaklarını dikkate alan kullarına karşı çok şefkatlidir. Fakat bu şefkatin tecelli etmesi için, kulların yapması gerekenler var:
31 Ey Muhammed! Allah'ı sevdiğini iddia eden ve O'nun sevgisini kazanmak isteyen kimselere de ki: "Eğer gerçekten Allah'ı seviyorsanız, O'nun emirlerini size ileten, açıklayan ve uygulayan bir Elçi olarak bana ve bana indirilen Kur'ân'a itaat edin ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Hiç kuşkusuz Allah, pişmanlıkla tövbe edildiği takdirde en büyük günahları bile bağışlayandır, merhamet edendir."
32 Peygamber'in Sünneti'ni dikkate almaksızın İslâm'ı yaşayabileceklerini zanneden gafillere de ki: "Allah'ın kitabına ve bu kitabın pratik açılımını, en mükemmel uygulamasını ortaya koyan Peygamber'e itaat edin!"

Ama eğer yüz çevirirlerse, şunu iyi bilsinler ki, Allah'ın kitabına veya Elçisi'ne karşı gelmek Allah'a karşı gelmek demektir. Bu da onu inkâr etmek anlamına gelir ki, Allah da inkâr edenleri sevmez! Sevmediği için de onları doğru yola iletmez.

Oysa Peygambere itaat edilmesi gerektiğini en iyi Yahudi ve Hristiyanların bilmesi gerekirdi. Zira daha önce nice peygamberler gelip geçmişti:
33 Gerçekten Allah, insanlığın ataları sayılan Âdem ile Nuh'u ve içinde birçok peygamberin yetiştiği İbrahim ailesini ve İmran [39] ailesini kötülüklerden, çirkinliklerden arındırıp güzel özelliklerle donatarak bütüninsanlık âlemine üstün bir örnek kılmıştır.
34 Birbirlerinin soyundan gelen ve tevhid sancağını elden ele taşıyan öncü bir nesil olarak.

Allah her şeyi işitendir, bilendir.

Yahudilerin yalancılıkla suçladığı, Hristiyanların ise aşırı yücelterek ilâhlaştırdığı İsa Peygamber'in gerçek hayat hikâyesine gelince:
35 Hani bir zamanlar, İmrân'ın Hanne binti Fâkûd adındaki hanımı Allah'a el açıp yalvararak, "Ya Rab!" demişti, "Karnımda taşıdığım ciğerparemi, biricik evladımı tüm varlığıyla senin hizmetine adadım, bu adağımı benden kabul eyle! Doğrusu sen her şeyi işiten, her şeyi bilensin!"
36 Nihayet Hanne çocuğunu doğurunca, —Allah onun ne doğurduğunu gayet iyi bildiği hâlde— durumunu O'na arz ederek, "Ey Rabb'im!" dedi, "Ben bir kız çocuğu dünyaya getirdim. Oysa erkek çocuk umuyordum. Çünkü erkek, kız gibi güçsüz ve korunmaya muhtaç değildir. Erkek çocuk kıza göre daha güçlü ve dayanıklı olduğu için benim adağıma daha uygun düşerdi. Ayrıca, mabet hizmetlerine yalnızca erkek çocuklar kabul ediliyor. Fakat ben yine de sözümü tutuyorum. Ona Meryem ismini veriyor, kendisini ve neslinden gelecek olanları o lânetlenmiş şeytanın kötülüklerine karşı sana emanet ediyorum."
37 Böylece Allah, Meryem'i kendi yolunda adanmış kıymetli bir adak olarak güzelce kabul buyurdu ve onu nadide bir çiçek gibi güzelce yetiştirdi. Çekilen kura sonucunda, mabedin koruyucularından biri olan Zekeriya Peygamber onun eğitim ve bakımını üstlendi.

Zekeriya ne zaman Meryem'i mabette ziyaret etse, yanında türlü türlü yiyecekler görürdü.

Bunun üzerine, hayret ve hayranlıkla ona sordu: "Ey Meryem, bunlar sana nereden geliyor?" Meryem de, "Bunlar Allah katındandır. Bu yiyecekleri yaratan ve bana ulaşmasını sağlayan Allah'tır. Çünkü Allah, dilediğine hiç beklemediği imkânlar yaratarak sınırsız nimetler bahşeder!" dedi.
38 İşte o sırada, Allah'ın özel koruması altındaki bu tertemiz çocuğu görüp imrenen Zekeriya, ilerlemiş yaşına rağmen Rabb'ine el açıp şöyle yalvardı:

"Ey Rabb'im, benden sonra İsrailoğulları'nın yoldan çıkacağından korkuyorum. Bu ümmetin, Meryem gibi tertemiz bir nesle ihtiyacı var. Sonsuz lütuf ve rahmetinle bana katından böyle hayırlı ve temiz bir nesil bağışla! Kuşku yok ki, sen bütün duaları işitir ve karşılığını verirsin."
39 Derken, Zekeriya mabette namaza durduğu bir sırada melekler ona şöyle seslendiler:

"Ey Zekeriya, sana müjdeler olsun! Allah sana şu ihtiyarlık çağında, ‘Dürüstlük ve erdemliliğiyle hep canlı kalacak, sürekli gönüllerde yaşayacak' anlamına gelen Yahya adında tertemiz bir çocuğunun olacağını müjdeliyor. Bu çocuk, Allah'ın kelimesini, yani ‘Ol!' emriyle babasız olarak yaratacağı İsa Mesih'i tasdik edecektir. İhtiyar bir baba ve kısır bir anneden doğmakla, Hz. İsa'nın da —Allah'ın dilemesiyle— babasız doğabileceğini en güzel bir örnek ve canlı bir şahit olarak fiilen gösterecek, büyüyünce de bizzat Hz. İsa'ya iman edip getirdiklerini onaylayacaktır. O, üzerinde önderlik ve büyüklük vasfını taşıyan bir efendi, son derece iffetli ve seçkin kullar arasında yer alan bir peygamber olacaktır."
40 Allah'tan ümmeti için hayırlı bir nesil isteyen, fakat bu dua karşılığında Allah'ın kendisine bir çocuk ihsan edeceğini hiç beklemeyenZekeriya hayretler içinde, "Ey Rabb'im!" dedi, "Bana ihtiyarlık gelip çatmışken, üstelik hanımım da kısır olduğu hâlde nasıl çocuğum olabilir?" (Meryem, 19/8)

Melek, "Öyle ama," dedi, "Allah dilediğini dilediği şekilde yaratır!"
41 Zekeriya, "Ey Rabb'im, oğlum olacağına dair bana bir alâmet göster ki, bundan iyice emin olayım ve halkım da buna inansın!" dedi.

Allah, "Senin alâmetin şudur ki, hasta olmadığın hâlde üç gün boyunca dilin tutulacak ve insanlarla ancak işaret diliyle konuşabileceksin.

Fakatbu hâlde bile, "Ne yapayım, dilim dönmüyordu, konuşamıyordum; bu yüzden insanlara hakkı tebliğ edemedim!" deme. El kol hareketleriyle bile olsa, O'nun âyetlerini sürekli gündemde tutarak Rabb'ini çokça zikret, hem kalbinle, hem davranışlarınla O'nun adını yücelterek gece gündüz tesbih et!" dedi.

Bu arada ilâhî kudret, Meryem'i büyük görev için hazırlıyordu:
42 Hani melekler, Meryem'e şöyle seslenmişlerdi: "Ey Meryem! Allah seni insanlar arasından seçip tertemiz kıldı ve yaşadığın çağdaki bütün kadınlar arasında seçkin ve üstün bir konuma yükseltti."
43 "Ey Meryem! Rabb'ine gönülden bağlılıkla kulluk et, O'nun huzurunda secdeye kapan ve kadınların mabede girmesini yasaklayan Yahudi din adamlarına rağmen cemaatle namaza katıl veRablerinin huzurundasaygıyla eğilerek rükû eden müminlerle birlikte sen de rükû et!"
44 Ey Muhammed! İşte bunlar senin daha önce hiç bilmediğin, fakat sana vahiyle bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa içlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye aralarındakura çekmek üzere kalemlerini suya attıkları sırada, hangisinin kalemi ilk önce akıntıya kapılıp gidecek de kurayı kazanacak diye merak ve heyecanla bekleşirlerken, sen onların yanında değildin. Onlar bu konuyu tartışırlarken de yanlarında bulunmuyordun. Dolayısıyla, insanoğlunun bilgi ve tecrübe sınırlarını aşan bu ve benzeri olayları bizzat görmüşçesine haber vermen, senin hak peygamber olduğunu gösteren delillerden biridir.
45 Hani melekler, "Ey Meryem!" demişlerdi, "Allah seni, kendi katından göndereceği bir kelimeyle, yani "Ol!" emriyle mucizevi bir şekilde rahminde yaratacağı bir çocuk ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir."

"Dünyada da âhirette de saygın, çok değerli bir kul ve Allah'a en yakın olanlardan, O'nun hoşnutluğuna ermişbüyükbir peygamberdir."
46 "Hem doğar doğmaz beşikte iken, hem de Allah'ın izniyle büyüyüp yetişkin bir adam olarak insanlarla konuşacak ve son derece erdemli ve iyiliksever bir kimse olacaktır."
47 Bu sözler üzerine Meryem şaşkınlıkla, "Ey Rabb'im, bana hiç erkek eli değmediği hâlde benim nasıl çocuğum olabilir?" diye sordu.

Melek dedi ki: "Allah dilerse elbette olur. İşte Allah böyle dilediğini dilediği şekilde yaratır!"

"Bir şeyin olmasını diledi mi, ona sadece ‘Ol!' der; o da hemen oluverir."
48 "Senin çocuğun öyle büyük bir insan olacak ki, Allah ona hem kutsal kitapların özünü ve ilâhî bilgiyi pratik hayata uygulama bilgisi olan hikmeti, hem de Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek."
49 "Ve onu, İsrailoğulları'na şu gerçekleri bildiren bir elçi yapacak:"

‘Bakın, ben size Rabb'iniz tarafından peygamberliğimi kanıtlayan bir delil, bir mucize getirdim: Size çamurdan kuşa benzer bir şekil yapıp ona üfleyeceğim ve Allah'ın izniyle o derhâl gerçek bir kuş olup uçuverecek.'

YineAllah'ın izniyle, doğuştan kör olanları ve cüzzamlıları iyileştireceğim. Ve Allah'ın izniyle ölüleri dirilteceğim. Ayrıca, evlerinizde neler yiyip içtiğinizi ve neler saklayıp biriktirdiğinizi Rabb'imin vahyi sayesinde size haber vereceğim.'

‘Eğer gerçekten inanan kimseler iseniz ve hakikati olduğu gibi kabullenmeye niyetiniz varsa, elbette bunlar, size benim gerçek bir peygamber olduğumu kanıtlayan açık ve kesin birer delildir.'
50 ‘Ayrıca, benden önce indirilmiş olan Tevrat'ı —zamanla değiştirilmiş olan kısımlarını düzelterek— onaylamak ve bir zamanlar size yasak edilenlerin bir kısmını, kıyamete kadar sürecek evrensel hükümler olmadıkları için helâl kılmak amacıyla gönderildim.'

‘İşte, peygamberliğimi ispatlamak üzere size Rabb'inizden apaçık deliller ve mucizeler getirdim. O hâlde, Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!'
51 ‘Gerçek şu ki, Allah benim de Rabb'imdir, sizin de Rabb'inizdir. Öyleyse yalnızca O'na kulluk edin! İşte dosdoğru yol budur.'"
52 Yahudi din adamları ve yöneticileri, İsa'nın hak peygamber olduğunu ortaya koyan bunca mucizeleri gördükleri hâlde, iman etmeye yanaşmadılar. İsa, onların inkârda diretip kendisine karşı entrikalar kuracaklarını anlayınca, etrafındaki müminlere seslenerek, "Allah yolunda başlattığım mücadelede kimler bana canıyla malıyla destek ve yardımcı olacak?" diye sordu.

Bunun üzerine, havariler derhâl ileri atılarak dediler ki:

"Allah'ın Elçisi'nin yardımcıları biziz! Zira biz Allah'a yürekten iman etmişiz. Şahit ol ki, biz tüm benliğimizle Rabb'imizin emirlerine teslim olan, O'na boyun eğen kimseleriz!"
53 "Ey Rabb'imiz! Bize gönderdiğin bütün kitaplara, bütün vahiylere iman ettik ve senin mesajını bize ileten bu Peygamber'inemrine uyduk. O hâlde, bizi hakikate tanıklık eden şahitlerle birlikte yaz ya Rab!"
54 İsa Peygamber'i engellemenin artık mümkün olamayacağını gören Yahudi din adamları,onu Romalılara öldürtmek için haince bir tuzak kurdular. Allah da, İsa'yı Romalı askerlere ihbar eden hain Yehuda İskariyot'u tıpatıp İsa'ya benzeterek öldürmelerini sağlamak ve Elçisini koruyup kendi katına yükseltmek suretiyle, onların tuzaklarına karşı tuzak kurdu. Hem de hiçbir gücün karşı koyamayacağı ve daima en hayırlı neticeleri olan müthiş bir tuzak... Hiç kuşku yok ki, Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. Bu ilahi plan neticesinde, İsa Peygamber'i yakalamak üzere baskın düzenleyen Romalı askerler, onun yerine onu ihbar eden Yehuda İskariyot'u yakalayıp çarmıha gerdiler.
55 Allah o vakit İsa'ya demişti ki: "Ey İsa! Seni o zalimlerin elinden kurtaracağım (Nisa, 4/157-158). Sonra da ruhunla ve bedeninle farklı bir hayat boyutuna alarakseni vefat ettireceğim ve Kıyamet öncesinde Son Peygamber (as)'ın ümmeti olarak yeniden dünyaya göndermek üzere yüce semalara, kendi katıma yükselteceğim."

"Gerek sana bahşedeceğim ilâhî yardım ve gerekse Son Elçi'ye göndereceğim Kur'ân sayesinde, seni inkârcılarınkötülüklerinden ve çirkin iftiralarından koruyup arındıracağım. Böylece senin ne Yahudilerin iddia ettiği gibi bir yalancı ve ne de Hristiyanların iddia ettiği gibi Tanrı veya Tanrı'nın olmadığını, aksine, diğer peygamberler gibi bir peygamber ve seçkin bir kul olduğunu tüm insanlığa bildireceğim."

"Bu hakikatlere böylece iman ederek senin izinden giden gerçek müminleri, ta Diriliş Günü'ne kadar inkârcılardan üstün kılacağım."

"Sonra da hepiniz dönüp benim huzuruma geleceksiniz. İşte o zaman, dünyada iken anlaşmazlığa düştüğünüz her konuda aranızda nihaî hükmü vereceğim."
56 "Nankörlük edipâyetlerimi inkâr edenlere gelince; onları hem bu dünyada hem de âhirette şiddetle cezalandıracağım ve hiç kimse onlara yardım edemeyecek."
57 "İman edip güzel ve yararlı işler yapanlara gelince, Allah onların mükâfatlarını tam olarak verecektir.

Doğrusu Allah, zulüm ve haksızlık yapanları sevmez."
58 Ey Muhammed! İşte biz bunları, hakikati tüm berraklığıyla ortaya koyan ilâhî âyetler ve hikmetli öğütler olarak sana vahiy yoluyla okuyoruz:
59 Allah'a göre, babasız yaratılmış olması bakımından İsa'nın durumu, hem babasız hem de annesiz yaratılmış olan Âdem'in durumu gibidir: Allah onu topraktan yarattı, sonra ona ‘Ol!' dedi, o da hemen oluverdi. Ey Hristiyanlar! İşte İsa Peygamber de Âdem'in yaratılması gibi Allah'ın "Ol!" emriyle yaratılmış bir kuldur; asla Allah'ın oğlu değildir. İsa babasız yaratıldığı için Allah'ın oğlu olsaydı, anasız ve babasız olarak yaratılan Âdem'in buna daha lâyık olması gerekmez miydi? Oysa Âdem Allah'ın oğlu değil, diğer bütün insanlar gibi bir insan, bir kuldur ki, Hristiyanlar da bunu böyle kabul ederler. O hâlde, İsa Peygamber'den yıllarca sonra ortaya atılan ve kilisenin bir iman esası hâline getirdiği "İsa'nın Allah veya Allah'ın oğlu" iddiası bâtıl bir iddiadır.
60 Gerçek, sizden veya onlardan kaynaklanan kuruntu ve iddialar değil, Rabb'inden gelendir. Ve Rabb'inden sana, hakikatin ta kendisi olan bu Kur'ân gelmiştir. O hâlde, sakın şüpheye kapılanlardan olma!
61 Sana bu Kur'ân aracılığıyla gerçek ilim geldikten sonra, artık kim İsa'nın ilâh veya Allah'ın oğlu olduğunu iddia ederek onun hakkında seninle tartışmaya girişirse, onlara de ki:

"O hâlde gelin; hepimiz çocuklarımızı, eşlerimizi ve bütün halkımızı Allah'ın huzurunda şahitliğe çağırarak toplanalım. Sonra hep birlikte Rabb'imize dua edelim de, Allah'ın lânetinin aramızdan yalan söyleyenlerin üzerine olmasını ve yalancıların topyekün helâk edilmesini dileyelim!"

Yukarıdaki âyet, Necran Hristiyanlarından bir heyet ile Peygamber (s) arasında çıkan bir tartışma sonucunda nâzil olmuştur. Allah'ın Elçisi, Kur'ân'ın ortaya koyduğu bunca delilleri inatla reddederek Hz. İsa'nın ilahlığını savunan bu insanlara en son olarak âyette bildirilen teklifi sundu. Fakat onlar, bu işin akıbetinden korkarak lânetleşmeye yanaşmadılar. İslâm'ı kabul etmemekle birlikte, İslâm Devleti'nin egemenliğini tanıyan bir anlaşma imzaladıktan sonra yurtlarına döndüler.
62 Ey insanlar! İşte İsa'nın gerçek hayat hikâyesi budur. O ne Allah'tır, ne de Allah'ın oğlu! Çünkü Allah'tan başka tanrı yoktur, sonsuz kudret ve hikmet sahibi yalnızca O'dur.

Nitekim Hristiyanların bugün ellerinde bulunan muharref (bozulmuş, değiştirilmiş) İncillerde bile bu gerçek şöyle yer almaktadır: "İsa şöyle cevap verdi: (önceki Kutsal Kitaplarda) yazılmıştır ki; Rabb'in olan Allah'a tapacaksın ve yalnızca O'na kulluk edeceksin!" (Luka, 4/8; Matta, 4/10)
63 Yine de yüz çevirirlerse, şunu çok iyi bilsinler ki, Allah kimlerin bozgunculuk ettiğini çok iyi bilmektedir ve cezalarını da elbette verecektir!
64 Ey İslam davetçisi!Yahudi ve Hristiyanları tevhid ilkelerine davet ederek de ki: "Ey Kitap Ehli! Gelin, bütün peygamberlerin ve ilâhî kitapların ortak çağrısı olan temel prensipleri kendimize rehber edinerek sizinle bizim aramızdaki şu ortak ilkelerde buluşalım:

1. Allah'tan başka hiç kimseye tapmayalım. Yalnızca O'na kulluk ve ibadet edelim; bütün hayat prensiplerimizi O'nun kitabına göre oluşturalım.

2. Hiç kimseyi ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmayalım. Ne kadar Allah'a yakın ve saygıdeğer olurlarsa olsunlar, hiçbir peygamberi ve din adamını kutsallaştırıp ilah mertebesine yüceltmeyelim.

3. Allah'ın yanı sıra, içimizden birilerini her emrine kayıtsız şartsız itaat edilen yanılmaz otoriteler, Rabler edinmeyelim!"

Eğer bu çağrıya da olumsuz cevap vererek yüz çevirirlerse, deyin ki:

"Şahit olun ki, bizler Allah'ın iradesine gönülden boyun eğen Müslümanlarız!" İşte Yahudi, Hristiyan ve diğer inkarcı gruplarla bu temel ilkeler çerçevesinde diyaloga girmelisiniz. Onlarla müzakere ederken asla tevhid inancından taviz verilmemeli, bu inanca aykırı görüş ve iddialarına müsamaha göstermemelisiniz.
65 Ey Kitap Ehli! Neden İbrahim Peygamber'in Yahudi veya Hristiyan olduğunu iddia ederek onun hakkında tartışıyorsunuz?

Oysa Tevrat da İncil de ancak İbrahim'den sonra indirilmiştir. Sizin Yahudiliğiniz ve Hıristiyanlığınız, Tevrat ve İncil'in indirilmesinden yıllarca sonra ortaya çıktı. Oysa İbrahim (as) bu kitaplar gönderilmeden önce yaşadı. Bu durumda, İbrahim'in kendisinden sonra ortaya çıkan bir inanca mensup olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Yahudilik Tevrat'ın, Hristiyanlık ise İncil'in gönderilmesinden sonra zamanla değiştirilip bugünkü biçimini almış olduğuna göre, bu kitaplar indirilmeden çok önceleri yaşamış olan Hz. İbrahim'in Yahudi veya Hristiyan olduğunu nasıl iddia edebiliyorsunuz? Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?
66 Hadi diyelim ki, azçok bilginiz olan konularda yalan yanlış da olsa tartıştınız; peki İbrahim'in inanç sistemi gibi hiç bilmediğiniz konularda ne diye tartışıyorsunuz?

Oysa bu gibi gayb'a dair konuları ancak Allah bilir, siz bilemezsiniz. İşte her şeyi en iyi bilen Allah, size hakikati bildiriyor:
67 İbrahim ne bir Yahudi ne de Hristiyan idi. O ancak, her türlü bâtıl inanç ve davranıştan yüz çevirerek bir tek Allah'a boyun eğen hanif bir Müslüman idi. İbrahim Müslüman idi; zira Müslüman, yalnızca Hz. Muhammed' (s)in ümmeti olan kişi demek değildir. Bilakis Müslüman, Allah'ın gönderdiği bütün kitaplara ve peygamberlere iman ederek O'nun hükümlerine boyun eğen kişi demektir. Buna göre, bütün peygamberler ve ümmetleri Müslümandırlar. Allah'ın herhangi bir kitabını veya elçisini inkâr eden veya tevhid inancından sapan kişi ise, hangi peygambere tabi olduğunu iddia ederse etsin Müslüman değildir. İşte bu bakımdan İbrahim bir Müslüman'dı, asla Yahudi veya Hristiyan değildi. Zira bugünkü Yahudi ve Hristiyanların peygamberleri, azizleri ve melekleri tanrı gibi yüceltmelerine karşın, o hiçbir zaman Allah'a ortak koşmamıştı. Ayrıca Allah'ın herhangi bir elçisini veya kitabını asla inkâr etmemişti.
68 Bu durumda, insanların İbrahim'e en lâyık olanları; öncelikle onun zamanında kendisine uyanlar, onun tebliğ ettiği tevhid inancını yeniden canlandırıp insanlığa sunan bu Peygamber ve onun izinden giden müminlerdir. İşte İbrahim'in hakiki varisleri olup gerçek anlamda iman edenler bunlardır. Allah da inananların yardımcısı, dostu, koruyucusu ve velisidir. Bütün bunlara rağmen;
69 Kitap Ehli'nden bazıları, Kur'ân'ı ve son Elçiyi inkâr etmekle kalmaz, gerek kendi batıl inançlarına çağırarak gerekse kalplere şüphe tohumları ekerek sizi hak dinden saptırmak isterler. Oysa ancak kendilerini saptırıyorlar; fakatbunun farkında değiller.
70 Ey Kitap Ehli! Hz. Muhammed'in Kutsal Kitapta size müjdelenen Son Elçi olduğuna kesin kanaat getirip buna bizzat tanık olduğunuz hâlde, niçin Kur'ân'ı reddederek Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?
71 Ey Kitap Ehli! Niçin ilâhî hakikati bâtıl yorum ve iddialarınızla bulandırıp bile bile gerçeği gizliyorsunuz?
72 Kitap Ehli'nden bazıları, insanların İslâm'a yönelişini engellemek için sinsice bir plân hazırlayarak birbirlerine dediler ki:

"Müslümanları kandırıp inançlarında şüpheye düşürmek için, onlara indirilen Kur'ân âyetlerine günün başında iman edin; günün sonunda da, "Görüyorsunuz ya, aslında size ve Peygamber'inize karşı hiçbir önyargımız yok. Ne var ki, dininizi iyice araştırıp öğrendikçe, Muhammed'in Tevrat'ta bize müjdelenen son Peygamber olmadığını anladık. En güvenilir âlimlerimize de danıştık, meğer sizin inancınız doğru değilmiş!" diyerek onu inkâr edin, belki böylece şüpheye kapılıp dinlerinden dönerler."
73 "Bir de, kim olursa olsun ve hangi mucizeleri getirirse getirsin, sizin dininize uymayan ve yüzyıllardan beri oluşturduğumuz Yahudi şeriatını, dini gelenekleri kabul etmeyen hiç kimseye inanmayın!" diyorlar.

Ey Peygamber! Onlara de ki:

"Ne sizin ne de bizim kişisel görüş ve iddialarımız doğru yol olarak nitelendirilemez. Doğru yol, ancak Allah'ın gösterdiği yoldur. Ve Allah bu yolu, peygamberleri aracılığıyla tüm insanlığa bildirmiştir. Şu halde, O'nun gönderdiği bu son kitaba iman etmedikçe, doğru yolda olduğunuzu söyleyemezsiniz. Son Elçi apaçık delillerle gönderilmişken, neden ona imandan yüz çeviriyorsunuz? Size daha önce verilen peygamberlik, vahiy, önderlik gibi nimetlerin bir benzeri sizin ırkınızdan olmayan birine verildi diye mi kıskançlığa kapılıp böyle hırçınlaşıyorsunuz? Yoksa Müslümanlar Rabb'inizin huzurunda yapacağınız tartışmada sizi zor duruma sokacak türden deliller getirecekler diye mi korkuyorsunuz?"

Sözlerine devamla de ki: "Her türlü nimet ve lütuf, yalnızca Allah'ın elindedir, sizin veya bir başkasının tekelinde değil.Ve Allah onu, lâyık gördüğüne verir. Çünkü Allah, lütuf ve merhamet bakımından sınırsızdır ve kimlerin bu nimetleri hak ettiğini en iyi bilendir."
74 "O, rahmetini ve bu rahmetin tecellisi olan vahiy ve Peygamberlik nimetini yalnızca imtiyazlı bir ırka veya sınıfa değil, lâyık gördüğün bahşeder. Çünkü Allah, sonsuz lütuf sahibidir."

Gerçi bütün Yahudi ve Hristiyanlar aynı değildir:
75 Kitap Ehli'nden öyleleri vardır ki, ona yığın yığın hazineler emanet etsen bile onu sana geri öder.

Onlardan öyleleri de vardır ki, kendisine bir tek altın para dahi emanet etsen, başında dikilip durmadıkça onu sana geri ödemez.

Onların çoğu hak hukuk tanımaz, insanları aldatmayı ve onlara eziyet etmeyi meşru görürler.Bunun sebebi, "Yahudi inancına mensup olmayan o cahil ümmilere karşı işlediğimiz günahlardan dolayı bize bir sorumluluk yoktur. Çünkü Allah, Yahudi olmayan toplumları aldatmayı, onların hakkını yemeyi bize helâl kılmıştır!" demeleridir.

Tevrat'ta bu iddiayı destekleyecek bir hüküm olmadığını bile bile, bunun ilâhî kaynaklı bir inanç olduğunu öne sürerek Allah adına yalan söylüyorlar.
76 Hayır, doğrusu şudur ki, hangi dinden ve hangi ırktan olursa olsun, her kim Allah'a verdiği söze bağlılık gösterir ve günah işlemekten, zulüm ve haksızlık etmekten sakınırsa, şüphesiz Allah da sakınanları sever.
77 Allah'a verdikleri sözlerini ve yeminlerini, âhiret nimetlerine göre pek küçük bir kazanç olan servet, makam, şöhret gibi dünyalık çıkarlarla değiştirenler var ya, onlara âhiret nimetlerinden bir pay yoktur.

Diriliş Günü Allah onlarla rahmet lisanıyla konuşmayacak, yüzlerine bakmayacak ve onları günahlarından arındırmayacaktır. İşte onlara, can yakıcı bir azap vardır!

Yahudi din adamlarından bir kısmı, arzu ve heveslerine uygun bir din anlayışı ortaya koymak için, gerektiğinde kutsal kitapları olan Tevrat'ı bile tahrif etmekten çekinmezler:
78 Onlardan bir grup daha vardır ki, Tevrat adındaki kitabı okurlarken, kendi uydurdukları sözleri âyetlerin arasına karıştırarak dillerini eğip bükerler. Bunu da kitabı tefsir etmek için değil, kitaptan olmayan o sözleri kitaba ait metinler sanasınız diye yaparlar.

İlâhî üslûbu taklit ederek Tevrat'a eklediklerio sözler Allah katından olmadığı hâlde, "Bunlar Allah katındandır!" diyerek Allah adına bile bile yalan söylerler. Böylece, Allah'ın sözlerinin arasına kendi sözlerini karıştırarak arzu ve heveslerine uygun hükümler çıkarmaya çalışırlar.

Hristiyanlara gelince, onların "Kendisini tanrı edinmemizi bize İsa Mesih emretmişti!" sözleri çirkin bir iftiradan başka bir şey değildir:
79 Allah'ın kitap, hikmet ve peygamberlik bahşettiği bir kimsenin, bütün bunlardan sonra kalkıp da insanlara, "Allah'ın yanı sıra bana da kulluk ve ibadet edin!" demesi olacak şey değildir.

Tam tersine, onlara şöyle öğüt verir: "İnsanlara ilâhî kitabı öğreterek ve kendi aranızda derinlemesine inceleyip dersler yaparak yüce Rabb'inizin eğitimiyle olgunlaşan ve kendisini yalnızca O'na adayan eğitimciler, Rabbanîler olun! İşte İsa Peygamber de ümmetine bunları emretmişti.
80 O, melekleri ve peygamberleri rabler ve ilahlar edinmenizi de size asla emretmez.

Siz Allah'ın iradesine boyun eğip teslim olduktan sonra, o hiç inkâra sapmanızı emreder mi? Elbette etmez! Demek ki, Allah'tan başkasına ibadeti öngören ve Allah'ın bir kulunu ilâhlık makamına yücelten hiçbir öğreti, Allah'ın dini olamaz. Nitekim Allah, bunu daha önceki elçilerine de bildirerek onları uyarmıştı:
81 Hani Allah, her birine elçilik görevini verirken peygamberlerden şöyle söz almıştı:

"Bakın, ben size kitap ve hikmet verdikten sonra, yanınızda bulunan kitabı onaylayan yeni bir peygamber size gelecek olursa, ona mutlaka iman edecek ve kendisini muhakkak destekleyeceksiniz. Ayrıca bunu ümmetinize de açıkça bildireceksiniz. Şimdi, bana karşı ağır bir sorumluluk yüklenerek bu şartlar altında sözleşmemi kabul ediyor musunuz?" Peygamberler:

"Evet, kabul ediyoruz yaRab! diye cevapladılar. Allah da:

"O hâlde şahit olun, ben de sizinle birlikte buna şahidim!" buyurdu.

Ey Yahudi ve Hristiyanlar! Eğer gerçekten peygamberlerinizin izinden gitmek istiyorsanız, onların Allah'a verdikleri bu sözü dikkate almalı ve vasiyetlerine uyarak son Elçiye iman etmelisiniz.
82 Her kim bu sözleşmenin gereğini yapmaktan yüz çevirirse, işte onlar yoldan çıkanların ta kendileridir!
83 Son Elçi'yi ve Kur'ân'ı inkâr edenler, Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Allah'ın gönderdiği mükemmel inanç ve ahlak sisteminden başkasını mı arzu ediyorlar? Hâlbuki göklerde ve yerde kim varsa hepsi ister istemez O'na boyun eğmiştir ve hesaba çekilmek üzere O'na döndürüleceklerdir.
84 Şu hâlde, ey İslâm davetçisi! Hak dinin temel inanç esaslarını tüm insanlığa ilan ederek de ki:

"Biz Allah'a ve O'nun birliğine inandığımız gibi, bize gönderilen vahye; İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve sonraki nesillere gönderilen vahiylere, ayrıca Musa'ya, İsa'ya ve diğer bütün peygamberlere Rableri tarafından verilen kitaplara ve mucizelere inanır, aralarında hiçbir ayrım gözetmeyiz. Çünkü biz yalnızca Allah'a boyun eğer, ancak O'na teslim oluruz."
85 Her kim kişisel çıkarlarını, arzu ve ihtiraslarını terk edip Allah'ın hükmüne kayıtsız şartsız boyun eğerek barış ve esenliğe ulaşmak anlamına gelen ve bütün peygamberlerin bir sancak gibi elden ele taşıdıkları mükemmel hayat nizamı olan İslâm'dan başka bir din ararsa, şunu iyi bilsin ki, böyle bir din kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette de mutlaka ziyana uğrayanlardan olacaktır. Öyle ya:
86 Bu Elçinin hak Peygamber olduğuna bizzat görerek şahit oldukları ve bu hususta kendilerine apaçık mucizeler ve deliller geldiği hâlde, imanlarından sonra kibir, ihtiras ve dünyevi menfaatler yüzünden yeniden inkâra saplanan bir toplumu Allah nasıl doğru yola iletir? Hayır; Allah, bile bile inkârı tercih ederek hakka, hakikate ve kendi nefislerine zulmeden bir toplumu asla hidayete iletmez.
87 İşte bunların cezası; Allah'ın, meleklerin ve de bütün insanlığın lânetine uğramaktır.
88 Sonsuza dek o lânetin içerisinde kalacaklar ve ne azapları hafifletilecek, ne de yüzlerine bakılacaktır.
89 Ancak işlediği bu günahından sonra pişmanlık duyup tövbe eden ve güzel işler yaparak kendilerini düzeltenler hariç. Allah onları elbette bağışlayacaktır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
90 Ama iman ettikten sonra yeniden inkâra saplanan, bununla da kalmayıp Müslümanlara karşı mücadeleye girişerek inkârcılıkta iyice azgınlaşanlara gelince; onların son nefeslerindeki tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. Çünkü böyle kimseler ölüm belirtilerini görüp de hayattan tamamen ümit kesmedikçe tövbe etmezler. İşte bunlar, hak yolu terk edip sapıklığa düşen kimselerdir.
91 Evet, hakikati inkâr edip de tövbe etmeden kâfir olarak ölenler var ya, bunlar cehennem azabından kurtulmak için fidye olarak yeryüzü dolusunca altın verseler bile, asla kabul edilmeyecektir.

Onların hakkı can yakıcı bir azaptır ve hiç kimse onlara yardım edemeyecektir.

O hâlde, âhiret gününde fidye olarak verilse bile kabul edilmeyecek olan dünya malına aşırı derecede bağlanmamalı, gerektiğinde onu Allah yolunda harcamasını bilmelisiniz:
92 Sevdiğiniz şeylerden bir kısmını Allah yolunda harcamadıkça, asla iyiliğe ulaşamazsınız. Açgözlülük ve cimrilik hastalığından kurtulup da servetinizi, sağlığınızı, canınızı... Allah yolunda feda etmeye hazır olmadığınız sürece, O'nun hoşnutluğuna ve cennetine asla ulaşamaz, gerçek anlamda iyilik erdemlilik sahibi olamazsınız. Öyleyse az çok demeyin, Allah yolunda harcayın.

Unutmayın ki, her ne harcarsanız Allah hepsini bilmektedir ve mükâfatını da mutlaka verecektir.

İsrailoğulları, Tevrat'ta yer alan bütün toplumsal ve hukuki düzenlemelerin kıyamete kadar geçerli evrensel kanunlar olduğunu iddia ediyorlar. Bu yüzden, Tevrat'ta geçici olarak yasaklanmış bazı yiyeceklerin helâl olduğu gerçeğini ortaya koyan Kur'ân'ın, önceki ilâhî şeriatlara aykırı hüküm verdiğini ve böylece ‘kendisinden önceki ilâhî kitapları onayladığı' iddiasıyla çeliştiğini öne sürüyorlar. Oysaki:
93 Tevrat indirilmeden önce, İsrail [40] lâkabıylada bilinenYakup Peygamber'in tedavi, adak, perhiz ve benzeri kişisel sebeplerle kendisine yasakladığı deve eti, deve sütü gibi bazı yiyecekler dışında bütün temiz ve yararlı yiyecekler İsrailoğulları'na ve onlardan önceki ümmetlere helâl idi. Yakup Peygamber'in tedavi amacıyla kendisine yasakladığı yiyecekler, ondan sonrakiler tarafından genel bir yasak olarak kabul edilmişti. İsrailoğulları'nın bugün hâlâ geçerli sayıp uyguladıkları yasaklar ve düzenlemeler ise, ancak Tevrat gönderildikten sonra, o zamanın toplumsal ve kültürel şartlarına uygun olarak belirlenmiş geçici kanunlardı; kıyamete kadar geçerli evrensel yasaklar değildi. Zaten onlara haram kılınan yiyeceklerin çoğu, isyankârlıklarının cezası olmak üzere haram kılınmıştı. [41] O hâlde İsrailoğulları'nın, Tevrat'taki bazı hukuki-toplumsal kuralları ve sınırlamaları zamanın ve zeminin şartlarına göre yeniden düzenleyen bu son ilâhî mesajı inkâr etmeleri için ellerinde hiçbir delil, hiçbir geçerli mazeret yoktur.

Ey Muhammed! Onlara de ki:

"Eğer Kur'ân'ın helâl kıldığı bu yiyeceklerin Allah tarafından ebediyen haram kılındığını öne sürüyorsanız ve iddianızda gerçekten samimi iseniz, haydi Tevrat'ı getirin de okuyun! Okuyun ki, bu haramların evrensel olduğu iddianızı destekleyecek en küçük bir delilin bile Tevrat'ta bulunmadığını ve Son Elçi'ye imanı emreden Tevrat'a ihanet ettiğinizi herkes görsün! Eğer Tevrat'ı okuyacak olursanız, orada İsrailoğulları'na haram kılınanların çoğunun ancak onları cezalandırmak üzere haram kılındığını, daha önceki ümmetler için ise bu haramların söz konusu olmadığını görürsünüz." [42]
94 Bütün bunlardan sonra, artık her kim Tevrat'ta yer alan yasakların bütün peygamberler ve ümmetleri için de geçerli olan evrensel yasaklar olduğunu iddia ederek Allah adına yalan söyleyecek olursa, işte onlar, bile bile haksızlık ederek ilâhî gazaba müstahak olan zalimlerin ta kendileridir!
95 Ve yine onlara de ki: "Tevrat, İncil ve Kur'ân'da hükmünü bildiren Allah, doğru söylemektedir. Öyleyse, siz de her türlü bâtıl inanç ve günahlardan yüz çevirerek bir tek Allah'a yönelen İbrahim'in dinine uyun! Onun izinden gittiğini iddia eden Yahudi ve Hristiyanların birtakım peygamberleri, azizleri, melekleri yüceltip ilâhlaştırmasına karşılık, o hiçbir zaman Allah'a ortak koşmamış ve Allah'ın hiçbir kitabını veya elçisini yalanlamamıştı."

Öte yandan, Yahudilerin, Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksâ'nın kıble olmaya daha lâyık olduğunu öne sürerek kıblenin değiştirilmesine itiraz etmeleri de anlamsızdır. Zira hatırlayın ki:
96 İnsanlar için toplu ibadet yeri ve kıble olarak kurulan ilk ev, Bekke olarak da bilinen Mekke'deki Beytullah, yani Kâbe'dir. Mescid-i Aksâ'dan çok daha önce yapılan bu mescit, bütün insanlar için barış, huzur, saadet ve bereket kaynağı ve Allah'ın emir ve yasaklarına itaatin bizzat yaşanarak öğrenilmesini sağlayan bir kılavuz, bir yol gösterici olmak üzere Allah'ın emriyle, bizzat İbrahim Peygamber ve oğlu İsmail (as) tarafından inşa edilmiştir. Süleyman Peygamber zamanında inşa edilen ve Yahudilerin asıl ve değişmez kıble olduğunu iddia ettikleriMescid-i Aksâ (Süleyman Mabedi, Kudüs Tapınağı) ise bundan bin küsur yıl sonra yapılmıştır. O hâlde Kâbe, hem zaman önceliğine sahip olması ve hem de bütün semavi din mensuplarının atası ve önderi olan İbrahim Peygamber tarafında yapılmış olması sebebiyle kıble olmaya daha lâyıktır. Vaktiyle ilahi mesajı temsil ve tebliğ etme görevini üstlenen İsrailoğulları'na Mescid-i Aksâ'yı kıble yapan Allah, bu mesajdan yüz çevirdikleri için önderlik görevini onlardan alıp yeni İslâm toplumuna vermiş ve bu değişimin en belirgin işareti olarak kıbleyi Mescid-i Aksâ'dan Kâbe'ye çevirmiştir. O Kâbe'ye ki:
97 Orada, Allah'ın lütuf ve merhametini hatırlatan ve geçmiş peygamberlerin hatıralarını canlandıran nice işaretler, alâmetler ve apaçık deliller vardır. Örneğin, İbrahim'in namaz kılmayı âdet edindiği makamı oradadır. İbrahim'in izinden gittiğinizin işareti olarak,  onun sizlere emanet ettiği ve tevhid inancının bir sembolü olan bu makamda siz de namaza durun. Kâbe öyle kutsal ve bereketli bir mekândır ki, tüm Arap Yarımadası'nda vahşet ve anarşi hüküm sürerken, oraya giren kişi her türlü korku ve tehlikeden emin olur, huzur ve güvene kavuşur.

Kâbe'ye varmaya gücü yeten insanların hac veya umre amacıyla orayı ziyaret etmesi, Allah'a karşı mutlaka yerine getirmeleri gereken bir görevdir.

Her kim imkânı olduğu hâlde hac ibadetini terk ederek nankörce davranır yahut bu ibadeti lüzumsuz görerek, küçümseyerek inkâr ederse,yalnızca kendisine zarar vermiş olur. Çünkü Allah hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir. Sizin Kâbe'yi ziyaret etmenize de ihtiyacı yoktur; O'nun lütuf ve merhametine muhtaç olan asıl sizlersiniz. Kâbe'yi ziyaret ederek olgunlaşmaya, kalben ve ruhen dirilmeye, yücelmeye muhtaç olan da yine sizlersiniz.
98 Şu hâlde, ey Müslüman! Yahudi ve Hristiyanlara de ki:

"Ey Kitap Ehli! Allah yaptığınız her şeye şahit iken, O'nun Son Elçisi aracılığıyla gönderdiği âyetlerini niçin inkâr ediyorsunuz?"
99 Ve yine onlara de ki: "Ey Kitap Ehli! Kur'ân'ın ilâhî bir kitap olduğuna bizzat şahit olduğunuz hâlde, niçin Allah'ın dosdoğru yolunu çarpıtarak Kur'ân'a inananları o yoldan çevirmeye çalışıyorsunuz? Şunu asla unutmayın ki, Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir."
100 Ey iman edenler! Sizden önce kitap verilmiş olan Yahudi veya Hristiyanlardan herhangi bir grubun sizi inkâra ve günaha sürükleyen emir, istek ve arzularına itaat edecek olursanız, sizi imanınızdan sonra yeniden inkâra döndürürler. Akrabalık, komşuluk, iş ilişkileri gibi konularda kâfirlerin hayat tarzlarına özenmeksizin onlara itaat etmenizde bir sakınca yoktur. Ancak bâtıl dinlerine özenip hayat tarzlarını benimseyerek onlara itaat ederseniz, eninde sonunda sizin de onlar gibi kâfir olmanız kaçınılmazdır.
101 Allah'ın âyetleri size okunup dururken, üstelik O'nun Elçisi Muhammed (sav) de nesilden nesile aktarılacak örnek hayatıyla aranızda olduğu hâlde, nasıl olur da kâfirlere özenip inkâra saplanırsınız? Elinizde Allah'ın Kitab'ı ve bu Kitab'ın mükemmel bir açıklayıcısı ve uygulayıcısı olan Peygamber'in Sünnet'i varken, başka kaynaklara yönelip inkâra saplanmanız olacak şey değildir.

İnkâra dönmek istemiyorsanız, yapmanız gereken şudur: Her kim kâfirlere, zalimlere itaatten yüz çevirir ve Allah'a gönülden bağlanarak O'nun yasalarına, hükümlerine bir bütün olarak sımsıkı sarılırsa, işte o, dosdoğru yola erdirilmiş demektir. Kur'ân'ı ve Sünnet'i okuma, anlama ve yaşama gayreti içinde olan müminler her türlü sapma ve yozlaşmadan korunacak, inkâra ve zulme meyletmeksizin dosdoğru yol üzerinde yürümeye devam edecek ve hem dünyada hem âhirette ilâhî lütuf ve nimetlere mazhar olacaklardır. Şu hâlde;
102 Ey iman edenler! Allah'tan hakkıyla sakının! Allah'a, O'nun yüceliğine yaraşır biçimde ve tabii ki gücünüz yettiği ölçüde [43] saygı ve bağlılık gösterin. O'nun hoşnutluğunu kazanmak ve gazabından korunmak için emirlerine uyun, yasakladığı şeylerden sakının! Ve son nefesinize kadar Allah'a kulluk ve itaatten ayrılmayın. Müslüman olarak diriltilip İslâm üzere hesaba çekilmek istiyorsanız İslâm üzere yaşayın ve ancak O'na yürekten boyun eğen Müslümanlar olarak can verin!
103 Hep birlikte Allah'ın ipine, yani göndermiş olduğu Kur'ân'a sımsıkı sarılın; sakın ayrılığa düşüp parçalanmayın! Her biriniz gücünüz yettiğince Kur'an ve onun örnek uygulaması olan Sünnet ile doğrudan irtibata geçerek bu iki kaynağı anlamaya, yaşamaya ve başkalarına tebliğ etmeye gayret edin! Farklı mizaç ve anlayışlardan kaynaklanan farklı bakış açılarını, ihtilafları hoş görün. Temeli Kur'ân ve Sünnet'e dayanan farklı görüşler, sizi asla düşmanlığa ve ayrılığa sürüklemesin.

Allah'ın size bahşetmiş olduğu İslâm, iman ve kardeşlik nimetini hatırlayın: Hani siz İslâm ile tanışmadan önce ırkçılık, kabilecilik, bölgecilik gibi sebeplerle birbirine kan davası güden düşman kabileler ve gruplar idiniz de, Allah kalplerinizi kaynaştırıp birleştirdi ve O'nun nimeti sayesinde hepiniz kardeş oldunuz. Irklarınızın, renklerinizin, dillerinizin ve kültürlerinizin farklılığına rağmen, bir ailenin evlatları gibi birbirini seven, sayan hak ve hukukuna riayet eden uyumlu ve yekpare bir ümmet oldunuz.

Hani siz ateş dolu bir uçurumun tam kenarında parçalanıp yok olmak üzere idiniz de, Allah sizi iman ve İslâm ile şereflendirerek oradan kurtardı.

İşte Allah, öğüt alıp doğru yolu bulasınız diye âyetlerini size böyle açık ve net olarak anlatıyor.

Bunun için, Allah'ın âyetlerini derinlemesine talim etmeli, bir toplum düzeni olarak hayata yansıtmalı ve henüz onunla tanışmamış olan kitlelere, toplumlara duyurmak için çaba harcamalısınız. Fakat düzensiz, başıboş ve dağınık bir toplum bu hedefleri gerçekleştiremez:
104 İçinizden, insanlığı hayra çağıran, Kur'ân'ın ortaya koyduğu ilkeler ve evrensel adalet ölçüleri çerçevesinde iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan ortak bir amaç için bir araya gelmiş düzenli, devamlı, organize bir topluluk bulunsun. İyiliği emredip kötülükten sakındırmak ve İslâm'ı tebliğ etmek, zaten her Müslüman'ın asli kulluk görevidir. İşte dünyada da âhirette de gerçek anlamda başarı, mutluluk ve kurtuluşa erenler bunlardır.

Eğer bu görevi yerine getirmezseniz, sizden öncekilerin başına gelen felâketler sizin de başınıza gelecektir. O hâlde:
105 Sakın ola ki, kendilerine hakikati tüm berraklığıyla gösteren Tevrat, İncil ve Kur'ân gibi apaçık belgeler geldikten sonra ayrılığa düşüp dağılan Yahudi ve Hristiyanlar gibi olmayın! İşte onlara, âhirette büyük bir azap vardır!
106 Bu azap, nice yüzlerin sevinçten ışıl ışıl parlayacağı; nice yüzlerin de utanç ve pişmanlıktan kapkara kesileceği bir günde, yani Hesap Günü'nde gerçekleşecektir. Yüzleri kapkara kesilen o bedbaht kimselere denilecek ki:

"Demek iman ettikten sonra yeniden inkâra saplandınız, öyle mi? O hâlde, inkâr etmenize karşılık korkunç azabı tadın bakalım!"
107 Yüzleri ışıl ışıl parlayanlara gelince, onlar da Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış bir hâlde, O'nun sonsuz lütuf ve rahmetinin tecelli ettiği cennet bahçelerindedirler ve sonsuza dek orada kalacaklardır.
108 Ey Peygamber! İşte bunlar Allah'ın âyetleridir ki, onları sana hak sebebi ile okuyoruz. Biz bu âyetleri sana, hak ve hakikati açıkça ortaya koymak ve hayatın her alanında adaleti, doğruluğu, hakkı, hukuku gerçekleştirmek için gönderiyoruz.Çünkü Allah, her konuda hak ve adaletin gerçekleşmesini ister, âlemlerin özü ve en değerli varlığı olan insanın asla zulme maruz kalmasını, haksızlığa uğratılmasını istemez. Şu hâlde, siz de Allah'ın muradına uygun olarak hakkın hâkim olması için mücadele etmeli, dünyanın gelip geçici menfaatlerini elde etme uğruna zulme meyletmemelisiniz. Unutmayın ki:
109 Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve her işin neticesi Allah'a döndürülür. Kâinatta var olan her şey Allah'ın mülkü, yaratığı ve kullarıdır. Bunun için, kullarının yaptığı her iş hakkında son sözüsöyleyecek, Mahşer Günü nihai hükmü verecek olan sadece Allah'tır.

O hâlde, ey müminler! Omzunuzda ne büyük bir sorumluluk taşıdığınızın daima bilincinde olun:
110 Sizler, insanlarındünya ve âhiretteki kurtuluş ve saadeti için yeryüzü sahnesine çıkarılmış ve bizzat Allah tarafından görevlendirilmiş en hayırlı ümmetsiniz. Hayata doğrudan müdahale eden toplumsal bir güç olarak insanlara adaleti, doğruluğu, iyiliği tavsiye ve emreder; zulme, haksızlığa, isyankârlığa, günaha ve kötülüklere engel olursunuz. Çünkü siz, Allah'a ve O'nun gönderdiği bütün kitaplara ve elçilere yürekten inanırsınız.

Eğer Kitap Ehli olarak bilinen Yahudi ve Hristiyanlar da sizin inandığınız gibi Allah'a ve bütün elçilerine gereğince inanmış olsalardı, elbette bu, kendileri için hayırlı olacaktı. Gerçi içlerinde Kur'ân'a ve Son Peygamber'e inananlar da var; fakat onların pek çoğu, Allah'a başkaldırarak doğru yoldan çıkmış olan fâsıklardır. İşte bu fâsıklarla kıyasıya mücadele edeceksiniz. Onların kimi zaman süper bir güç görüntüsüyle karşınıza çıkmaları sakın sizi yılgınlığa düşürmesin. Unutmayın ki:
111 Sizler en hayırlı toplum olmanın gereklerini yerine getirdiğiniz sürece, onlar size karşı asla üstünlük sağlayamayacak, basit ve gelip geçici eziyetten başka bir zarar veremeyeceklerdir. Sizinle göğüs göğüse çarpışmaya cesaret edemezler. Muhkem kaleler ve siperler ardından sizinle savaşsalar bile, cesaret ve gücünüz karşısında hemen dağılarak arkalarını dönüp kaçarlar ve hiç kimse onlara yardım edemez. Bunun sonucu olarak da:
112 Onlar, Son Elçi'ye iman edeceklerine dair Allah'a verdikleri sözü yerine getirerek Allah'ın ipine ve müminlerle yaptıkları antlaşmalara sadık kalarak insanların ipine sarılmadıkları sürece, nerede olurlarsa olsunlar alçaklık ve zilletten kurtulamayacak, Allah'ın gazabına uğrayarak perişanlık ve miskinlik altında ezilmeye mahkûm edileceklerdir.

Bu, Allah'ın gerek Kur'ân'da, gerekse Tevrat ve İncil'de gönderdiği âyetlerini inatla inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyledir. Kur'ân'ı inkâr eden Yahudi ve Hristiyanlar, aslında kendi ellerindeki Tevrat ve İncil'e de gerçek anlamda iman ediyor değiller. Nitekim onların ataları da vaktiyle Musa, Davud ve İsa Peygamber'e indirilen âyetleri her fırsatta inkâr etmiş, peygamberlere büyük eziyetler çektirmiş ve hatta en korkunç günahı işleyerek bazı peygamberleri öldürmüşlerdir. Hz. Muhammed (s) döneminde yaşayan Yahudiler de atalarının izinden giderek Son Peygamber'i öldürmeye teşebbüs etmişlerdir. Fakat ilahi yardım sayesinde Peygamber korunmuş, Yahudiler amaçlarına ulaşamamışlardır. Bununla birlikte, Yahudilerin Peygamber'e karşı duydukları kin ve nefretleri hiçbir zaman azalmamıştır. Onun izinden giden müminlere de sürekli düşmanlık beslemiş, onlara hiçbir zaman hayat hakkı tanımak istememişlerdir.

Bütün bunların sebebi ise, ilâhî iradeye başkaldırarak isyan etmeleri ve Allah'ın çizdiği sınırları aşarak azgınlaşmalarıdır.

Fakat Kitap Ehli'nin hepsini böyle inatçı ve isyankâr kimseler sanmayın:
113 Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli denilen Yahudi ve Hristiyanlar arasında, Son Elçi'ye ve Kur'ân'a iman eden, gece vakitlerinde gözyaşlarıyla secdeye kapanarak namaz kılan ve Allah'ın âyetlerini okuyan iyi niyetli, adil ve dürüst bir topluluk da vardır.
114 Onlar Allah'a ve âhiret gününe Kur'ân'da bildirildiği şekliyle inanırlar. İyilik ve güzellikleri tavsiye eder, kötü ve çirkin olan şeyleri engellemeye çalışırlar. O kadar iyilikseverdirler ki, iyilik yapma hususunda adeta birbirleriyle yarışırlar. İşte bunlar da müminler safında yer alan erdemli ve saygıdeğer kimselerdendir.
115 Onların yaptıkları hiçbir iyilik yok sayılmayacak, asla karşılıksız bırakılmayacaktır. Zira Allah, dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüklerden sakınanların kimler olduğunuçok iyi bilmektedir ve hak ettikleri mükâfatı elbette verecektir.
116 Bu kitabın Allah tarafından geldiğini bile bileKur'ân'ı ve Son Peygamber'i inkâr edenlere gelince; şunu iyi bilsinler ki, onların malları ve çocukları, yani o çok güvendikleri ekonomik, askerî, siyasi ve toplumsal güçleri, kendilerini Allah'ın gazabından kurtaramayacaktır.

İşte onlar cehennem halkıdırlar ve sonsuza dek orada kalacaklardır.
117 Onların bu dünyada servet, makam, itibar, güç elde etme uğrunaharcadıklarıemekler ve yaptıkları harcamalar, tıpkı ilâhî yasaları çiğneyerek kendilerine zulmeden bir toplumun yetiştirdiği, ardından dondurucu bir kasırganın vurup tamamen yok ettiği mahsullere benzer. İşte kâfirlerin emekleri de böyle heder olup gidecektir. Kurdukları zulme dayalı sistemler ve hiç yıkılmayacak gibi görünen saltanatları, gün gelecek yerle bir olup tarihin çöplüğüne gömülecektir. Yahut ilahi hidayetten mahrum olan insanların dünya hayatını güya düzene sokmak amacıyla yaptıkları işler ve harcadıkları emekler, tıpkı bir ekin tarlasını helak eden kasırganın yaptığı gibi insan hayatını harap ve perişan edecektir. Bütün bunlar, ilâhî adalet gereğince meydana gelmektedir:

Allah, inkârcıların yaptıklarını boşa çıkarmakla onlara zulmetmiş değildir; tam aksine, kabul edilmeye değer işler yapmadıkları için onlar bizzat kendi kendilerine zulmetmektedirler.
118 Ey iman edenler! Sizin dışınızdakilerden, size fenalık etmekten geri durmayan, hep sıkıntıya düşmenizi isteyen kişi, kurum ve devletleri –hangi dinden ve hangi ırktan olurlarsa olsunlar– kendinize yakın bir sırdaş, müttefik ve samimi bir dost edinmeyin!

Onların size karşı içlerinde besledikleri kin ve düşmanlıkları, adeta ağızlarından taşmaktadır. Bunun için her türlü yalan, iftira ve hileyi kullanarak sürekli aleyhinizde propaganda yapar, her fırsatta düşmanlıklarını gösterirler. Kalplerinde gizledikleri nefret ise, açığa vurduklarından çok daha büyüktür. Ancak bu özellikleri taşımayan ve sizinle barış içinde yaşamak isteyen insanlarla –kâfir veya inançsız dahi olsalar– insani dostluklar kurabilir, belli şartlarda ittifaklar oluşturabilirsiniz (Mümtehine, 60/8-9; Maide, 5/5).

Eğer aklınızı kullanıyorsanız, işte zalimleri tanıyıp onlardan korunmanızı sağlayacak âyetlerimizi size açıkça bildirdik.
119 Ey müminler! Sizler, imanınızdan kaynaklanan derin bir merhamet ve hoşgörüyle onları seviyorsunuz; fakat onlar, kâfirliğin gereği olan çıkarcılık, haset ve bağnazlık yüzünden sizi sevmezler. Üstelik siz, onların inandığı Tevrat ve İncil de dâhil almak üzere bütün kitaplara inanırsınız. Onlar ise, kendilerine indirilen kitaba bile gerçek anlamda inanmazlar.

Sizinle karşılaştıkları zaman:

"Biz de sizin inandığınız gibi Allah'a ve bütün elçilerine inanıyoruz!" derler. Birbirleriyle baş başa kaldıklarında ise, size karşı duydukları kin ve öfkelerinden parmaklarını ısırırlar.

Onlara de ki:

"İsterseniz kahrınızdan ölün; Allah, eninde sonunda nurunu tamamlayacak ve hak dini üstün kılacaktır. Zalimlere de yaptıkları kötülüklerin, kurdukları çirkin tuzakların hesabını soracaktır. Hiç kuşkusuz Allah, kalplerin içindeki bütün gizli niyet ve düşünceleri bilmektedir."
120 Size bir iyilik ulaşınca, bu onları üzer; başınıza bir kötülük gelince de bundan dolayı sevinirler.

Eğer baskı ve eziyetler karşısında direnerek sabreder ve kötülüklerden dikkatle ve titizlikle sakınıp korunursanız, onların hile, entrika ve tuzakları size hiçbir zarar veremeyecektir.

Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır. Dolayısıyla, her şey O'nun kontrolü altındadır ve O, inkârcıların hilekârlığından sizi muhakkak koruyacaktır. İnsanlık tarihi, bunun örnekleriyle doludur. İşte sabır ve takva ile neler kazanacağınızı ve emirlere uymamakla başınıza neler geleceğini açıkça gösteren canlı bir örnek:

Mekke müşrikleri, Bedir savaşında uğradıkları ağır yenilginin intikamını almak amacıyla, bir yıl sonra üç bin kişilik tam teçhizatlı bir orduyla Medine'ye saldırmak üzere yola çıktılar. Durumu haber alan Peygamber (s), arkadaşlarıyla yaptığı istişare sonucunda düşmanı Medine dışında karşılamaya karar verdi ve bin kişilik ordusuyla Uhud Dağı eteklerine doğru hareket etti. Fakat münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy, emrindeki üç yüz askeriyle birlikte Müslümanları terk ederek Medine'ye geri döndü. Bu olay, İslâm ordusu içinde karışıklığa ve moral bozukluğuna sebep oldu. Hatta Müslümanlardan Selemeoğulları ve Hariseoğulları, neredeyse münafıklarla birlikte döneceklerdi. Fakat sonuçta iman ve sadakat duyguları ağır bastı ve böylece savaşmaya karar verdiler.

Peygamber (s) ordusunu, Uhud Dağı'nı arkalarına alacak şekilde mevzilendirdi. Müslümanları korumak üzere de yakındaki bir tepeye keskin nişancılardan elli adet okçu yerleştirdi ve onlara, ne olursa olsun yerlerini terk etmemelerini emretti.

Müslümanlar sayıca az olmalarına rağmen, savaşın başlamasında kısa bir süre sonra düşmanı bozguna uğratmaya başladılar. Fakat bazı Müslümanlar, dağılan düşmanı takip edip son darbeyi vurmak yerine, acele edip ganimet toplamaya başladılar. Bunun üzerine, tepedeki okçular da ganimetten pay kapma hırsıyla yerlerini terk edip ganimetlere koşuştular. Oysa henüz kesin zafer elde edilmemişti. Bu fırsatı iyi değerlendiren Hâlid bin Velid —ki henüz Müslüman olmamıştı— yanına aldığı süvarilerle, okçuların terk ettiği geçitten girerek Müslümanları arkadan kuşattı. Bu arada, kaçmaya başlayan müşrikler de geri dönüp karşı hücuma geçtiler. İki ateş arasında kalan Müslümanlar, Peygamber (s)'in öldürüldüğü haberinin de yayılmasıyla panik içinde kaçışmaya başladılar. Peygamber'in çevresinde kalan bir avuç Müslüman ise vücutlarını siper etmiş, onu düşmanın saldırısından korumaya çalışıyorlardı. Derken, Allah'ın yardımıyla Müslümanlar toparlanıp yeniden saldırıya geçerek düşmanı geri püskürttüler. Böylece, tamamen kılıçtan geçirilmeleriyle sonuçlanabilecek ağır bir yenilgiden kıl payı kurtulmuş oldular. Fakat kazanmak üzere oldukları bir savaşı kaybetmiş ve yetmiş kadar da şehit vermişlerdi.

Allah'ın Elçisi, ertesi gün 200 kişilik bir askeri birlikle düşmanı bir müddet takip etti. Onların hızla kaçıp uzaklaştıklarını görünce de Medine'ye geri döndü.

Uhud Savaşı'nın ardından, savaşın genel bir değerlendirmesini yaparak ibret alınması gereken hususlara dikkat çeken aşağıdaki âyetler nazil oldu:
121 Ey Peygamber! Hani sen müminleri UhudDağı'nın eteklerinde savaşa elverişli mevzilere yerleştirmek üzere, sabah erkenden eşlerinle vedalaşmış ve ailenden ayrılıp yola çıkmıştın.

Ve bütün olup bitenler, Allah'ın kontrol ve gözetimi altında gerçekleşmekteydi. Zira Allah her şeyi işitendir, bilendir.
122 Hani sizden Selemeoğulları ve Hariseoğulları adındaki iki grup, münafık Abdullah bin Übeyy'in propagandasına aldanarak az kalsın paniğe kapılıp geri döneceklerdi. Oysa onların yardımcısı, dostu ve koruyucusu, yani velisi yalnızca Allah idi.

Öyleyse, inananlar Allah'a dayansınlar ve ancak O'na güvensinler. Çünkü O, kendi uğrunda mücadele edenleri asla yardımsız bırakmayacaktır. Nitekim:
123 Doğrusu Allah, son derece zayıf ve güçsüz durumda olduğunuz Bedir Savaşı'nda da size yardım etmişti. Durum böyleyken, nasıl olur da Rabb'inizin yardımına güvenmeyip korkuya kapılırsınız?

O hâlde, Allah'a karşı gelmekten sakının ve emirlerine sımsıkı sarılarak fenalıklardan korunun ki, O'nun yardım ve nimetlerine şükretmiş olasınız.
124 Ey Muhammed! Müminlere Bedir Savaşı'nda yaşadıklarını hatırlat: Hani o sırada sen müminlere, "Rabb'inizin, kendi katından göndereceği üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?" diyordun.
125 Evet, elbette Allah inananlara yardım edecekti! Eğer siz mücadelenin sıkıntılarına göğüs gererek sabreder ve Allah'ın emirlerine karşı gelmekten, disiplini bozacak davranışlardan sakınırsanız, düşmanlarınız size hemen şimdi saldıracak olsalar bile, Rabb'iniz size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir. Allah katında özel bir yere sahip olan bu seçkin melekler, üzerlerinde makam ve derecelerini gösteren nişanları, alametleri ile savaşa katılıp müminlerin safında küfre karşı savaşmak için emir bekliyorlar.

Aslında zorluklar karşısında sabretmesini bilen sorumluluk sahibi müminlerin, meleklerin desteğine bile ihtiyacı yoktu. Nitekim:
126 Allah bu yardımı, sırf sizi bir müjdeyle sevindirmek ve bu sayede gönüllerinizi huzur ve güvene kavuşturmak için yapmıştır.

Nitekim o melekleri gördüğünüz zaman ilahi vaade iman ve itimadınız perçinlenmişti: Yardım vezafer, ancak sonsuz kudret ve hikmet sahibi olan Allah katındandır.
127 Allah bu yardımı, inkâr edenlerden, müminlere karşı savaşın öncülüğünü ve küfrün bayraktarlığını yapan bir grubun kökünü kes ip yok etmek veya onları müthiş bir yenilgiyle perişan edip müminleri ortadan kaldırmaktan ümitlerini kesmiş bir hâlde gerisin geriye dönmelerini sağlamak için size göndermiştir.

Uhud Savaşı sırasında müşriklerin saldırısına maruz kalan Peygamber (sav), miğferinin halkaları iki şakağına battığı için yüzünden yaralanmıştı. Alt dudağı kanamış ve dişi de kırılmıştı. Yerde yaralı bir hâlde yatarken, "Kendilerini Rablerine davet eden bir peygambere bunu yapan insanlar artık nasıl felah bulabilirler?" diyerek düşmanlarına beddua etti (Buhari, Meğazi, 22; Müslim, Cihad ve Siyer, 37). Bunun üzerine, bu sözünden dolayı Peygamber (sav)'i uyaran âyetler nazil oldu:
128 Ey Muhammed! Uhud Savaşı'nda seni kanlar içinde bırakan düşmanlarını Allah neden oracıkta helâk etmedi diye düşünüyor, onların akıbeti hakkında kendince hüküm veriyorsun. Oysa her hususta nihaî hükmü veren Allah'tır. Bu konuda senin dahi karar verme yetkin yoktur. Kimlerin azaba, kimlerin affa lâyık olduğunu ve azabın ne zaman nasıl gerçekleşeceğini sen nereden bileceksin? Allah ister tövbelerini kabul edip onları bağışlar; isterse zalim oldukları için onları derhal yahut zamanı gelince cezalandırır. Unutma ki;
129 Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Her şeyin gerçek sahibi ve maliki olan Allah,  kullarının cezalandırılması ve ödüllendirilmesi hususunda da yegâne hüküm sahibidir. Sonsuz ilim ve hikmetiyle, affa lâyık gördüklerini bağışlar, azaba lâyık gördüklerini cezalandırır. O hâlde, onlar da O'nun affına lâyık olmaya çalışsınlar. Hiç kuşkusuz Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.

Uhud'da kazanmak üzere olduğunuz bir savaşı kaybetmenize sebep olan mal ve ganimet tutkusu, ekonomik hayatınızda da başınıza türlü belâlar açabilir. Onun içindir ki:
130 Ey inananlar! Kat kat artırarak faiz yemeyin! Gerçi faizin azı da çoğu da haramdır. Fakat sıkıntıya düşenlere faizle borç verip, ödemeyi geç yaptığı zaman da faizini kat kat artırarak tefecilik yapmak, faizciliğin en çirkinidir.O hâlde, Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek faizin, tefeciliğin her çeşidinden titizlikle sakının ki, birey ve toplum olarak hem dünyada hem de âhirette kurtuluşa erebilesiniz.
131 Ve kendinizi, inkârcılar için hazırlanmış olan cehennem ateşinden koruyun! Bunun için:
132 Allah'a ve Peygamber'e itaat edin ki, merhamete lâyık olasınız. Allah'a itaat, O'nun kelamı olan Kur'ân-ı Kerîm'e itaat demektir. Peygamber'e itaat ise, Kur'ân'ın mükemmel bir uygulayıcısı olan ve sahih hadisler yoluyla size ulaşan Sünnet'e uymak demektir.

Ey mümin kullarım! Gelip geçici dünyalık nimetler peşinde koşmak size yaraşmaz; sizin asıl hedefiniz şu olmalıdır:
133 Rabb'inizin affına ve eni göklerle yer kadar geniş olan, kötülüklerden sakınıp korunan kimseler için hazırlanan cennete koşun! Tövbe kapısı, en büyük günahkârlar için bile sonuna kadar açıktır. O hâlde ümitsizliğe kapılmayın; oyalanmayın, ertelemeyin! Hemen şimdi Allah'ın affına, rahmet ve merhametine, ebedi nimet yurduna, cennetine koşun! Allah'ın affını, rızasını ve cennetini kazanmak için çalışın ve bu hususta en öne geçmek için hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Zira Allah, bu nimetleri salih kulları için hazırlamıştır.
134 Onlar ki, hem bolluk hem de darlık zamanında, servetlerinden bir kısmını Allah için harcarlar. Kızdıkları zaman öfkelerine hâkim olurlar ve kendilerine karşı kusurlu davranmış olsalar bile, insanları bağışlarlar.

Allah da iyilik eden böyle dürüst ve fedakâr kimseleri sever. [44]
135 Yine onlar, çirkin ve yüz kızartıcı bir iş yaptıkları yahut bir başka şekilde günah işleyerek kendilerine zulmettikleri zaman, hemen Allah'ı hatırlayıp günahlarının bağışlanması için O'na yalvarırlar; günah olduğunu bile bile yaptıklarında ısrar etmezler. Öyle ya, günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir?
136 İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanmak ve sonsuza dek içerisinde kalmak üzere, ağaçlarının altından ırmaklar akan cennet bahçelerinegirmektir.

Ancak bu nimetler öyle kuru temennilerle elde edilemez. Bunları kazanmak için çaba harcamak, gayret ve fedakârlık göstermek gerekir. Çalışanların mükâfatı gerçekten ne güzeldir!
137 Ey insanlar! Bunlar, tüm insanlığı kucaklayan evrensel ilkelerdir. Nitekim sizden önce de birçokibret verici olaylar yaşanmış, insanın bireysel ve toplumsal hayatıyla ilgili nice ilâhî kanunlar uygulanmış, yani nice sünnetler gelip geçmiştir. Nice toplumlar, sahip oldukları kudret ve servetle şımarıp ilâhî iradeye başkaldırmış, fakat sonunda mahvolup gitmişlerdir. Zalimler zaman zaman geçici üstünlükler elde etseler de, nihai zafer ve başarı inananların olmuştur. Bunu bizzat gözlerinizle görmek ister misiniz?

Öyleyse yeryüzünde gezip dolaşın ve geçmiş milletlerin hayatlarını ve akıbetlerini düşünerek insanlık tarihini araştırın da, gerek sözleriyle ve gerek ortaya koydukları hayat tarzıyla Allah'ın âyetlerini yalan sayanların sonu nice olmuş, bir görün!
138 İşte bu hikmet dolu sözler, tüm insanlığa apaçık bir çağrı, fenalıklardan sakınıp korunanlar için bir yol gösterici ve bir öğüttür.
139 Öyleyse zorluklar karşısında gevşemeyin, yılgınlığa kapılmayın; hak uğrunda başınıza gelebilecek bela ve musibetlerden ötürü de üzülmeyin. Çünkü eğer gerçekten inanıyorsanız, Allah katında üstün olan ve dünyada da âhirette de başarıya ulaşacak olan sizlersiniz.
140 Eğer siz Uhud Savaşı'nda düşmana yenilip bir yara aldıysanız, o inkârcı topluluk da Bedir Savaşı'nda ağır bir yenilgiye uğrayarak buna benzer bir yara almıştı. Buna rağmen yeniden toparlanıp karşınıza çıkabildiler. O hâlde, sizler nasıl olur da yılgınlığa düşersiniz? Unutmayın ki, sadece başarı ve üstünlükle değil, aynı zamanda yenilgi ve sıkıntılarla da imtihan edileceksiniz.

İşte bunun için biz, bu iyi ve kötü günleri insanlar arasında sürekli çevirip dururuz. Kuvvet ve egemenlik bazen müminlerin elinde olur, kimi zaman da zalimlerin eline geçer.

Böylece Allah, gerçek müminleri ortaya çıkarmak ve sizden hak ve hakikati dile getiren şahitler edinmek için böyle imtihana tabi tutmakta, zulüm ve haksızlık edenleri ise cezalandırmaktadır.

Hiç kuşku yok ki, Allah zulmedenleri sevmez.
141 Diğer bir deyişle, Allah, inananları günahlarından arındırıp tertemiz kılmak ve inkâr edenleri de mahvetmek için sizi zorlu imtihanlardan geçirmektedir.
142 Yoksa siz, sizden İslâm yolunda cihad edenleri ve zorluklar karşısında sabredenleri, Allah çetin bir imtihanla seçip belirlemeden öyle kolayca cennete gireceğinizi mi sanmıştınız?

Uhud Savaşı öncesinde bazı kimseler Medine'de kalıp savunma savaşı vermeyi korkaklık olarak değerlendiriyor, düşmanı şehir dışındaki açık arazide karşılamakta ısrar ediyorlardı. Fakat bunların çoğu, savaşın kızıştığı, işlerin zorlaştığı anda paniğe kapılıp geri çekildiler. Allah, yaşadıkları bu acı tecrübeyi hatırlatarak onlara diyor ki:
143 Hani siz ölümle yüz yüze gelmeden önce, şehit olmak için can atıyordunuz.

Fakat onu karşınızda gördüğünüzde kahramanca çarpışacağınız yerde, korku ve dehşet içinde öylece bakıp duruyordunuz.

Üstelik Peygamberin öldürüldüğünü zannederek nasıl da ümitsizlik ve yılgınlığa kapılmıştınız! Oysa şunu bilmeniz gerekirdi ki:
144 Muhammed insanüstü, ölümsüz bir varlık yahut bir melek değil, ancak bir Elçidir. Nitekim ondan önce de nice elçiler gelip geçmişti. Dolayısıyla, o da diğer peygamberler gibi fânidir ve bir gün mutlaka ölecektir.

Şimdi o ölür veya öldürülürse, onun tebliğ ettiği hak dini terk edip gerisin geriye dönecek misiniz?

Her kim bu yoldan dönecek olursa, şunu iyi bilsin ki, bunu yapmakla Allah'a hiçbir şekilde zarar vermiş olamaz. Yalnızca kendisini ateşe atmış olur, o kadar.

Çünkü Allah, hak yolda mücadeleyi terk ederek nankörlük edenleri cezalandıracak, malını ve canını Allah yolunda feda etmek suretiyle O'na şükredenleri ödüllendirecektir. Öyleyse, Allah yolunda cihadı asla terk etmeyin. Eğer ölümden korkuyorsanız, şunu iyi bilin ki:
145 Allah'ın izni olmaksızın, hiçbir canlının ölmesi mümkün değildir. Allah, hayatı da ölümü de ezelden belirlenmiş bir yazgıya göre takdir etmiştir. Madem her şey Allah'ın hükmü altındadır, o hâlde can ve mal kaygısıyla mücadeleden geri durup ilâhî gazaba uğramanın bir anlamı yoktur.

Bununla birlikte, her kim bu dünyanın nimetlerini arzu ederve bütün gücünü ve yeteneklerini yalnızca onu elde etmek için sarf ederse, kendisine ondan az veya çok, dünyalık bir şeyler vereceğiz. Fakat onlar, âhirette hiçbir pay elde edemeyeceklerdir. Kim de iyi işler yaparak âhiret nimetlerini arzular ve bu nimetlere nail olabilmek için üzerine düşeni yaparsa, ona da ondan hak ettiği payı vereceğiz.

Evet, kendilerine bahşedilen nimetlere şükredenleri, elbette dünya ve âhiret nimetleriyle ödüllendireceğiz. Bu konuda, Kur'ân'ın birçok yerinde kıssaları anlatılan peygamberleri kendinize örnek almalısınız:
146 Nice peygamberler vardır ki, kendilerini Allah'a adamış birçok hak eriyle birlikte zulme ve küfre karşı kıyasıya savaştılar da, Allah yolunda karşılaştıkları sıkıntılardan dolayı ne yılgınlığa düştüler, ne gevşeklik gösterdiler, ne de bâtıl güçlerin baskılarına boyun eğdiler.

Hiç kuşkusuz Allah, zorluklar karşısında direnip sabredenleri sever.
147 En çetin imtihanlarda bile,Allah'ın vaadine olan güven ve bağlılıklarında en ufak bir sarsıntı olmadı. İtiraz etmeden, sızlanmadan, ümitsizliğe kapılmadan mücadeleye devam ettiler. Bu zorlu imtihanlardan geçerlerken, dudaklarından yalnızca şu dualar dökülüyordu:

"Ey Rabb'imiz! Sana layık olduğun şekilde kulluk edemedik; eksiklerimiz, kusurlarımız ve acziyetimizle sana el açıp yalvarıyoruz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla ya Rab! Mücadelemizde dizimize derman, yüreğimize cesaret vererek adımlarımızı sağlamlaştır ve inkâr edenlere karşı bize yardım eyle!"
148 Ve nihayet Allah, onlara hem bu dünyanın nimetlerini, hem de âhiret nimetlerinin muhteşem güzelliklerini bağışladı. Güzel davrananların mükâfatı güzellikten başka ne olabilir?

Hiç kuşkusuz Allah, güzel davrananları sever.

İşte siz de bu nimetlere ulaşabilmek için zorlu imtihanlardan geçirilecek ve Uhud'da olduğu gibi, zaman zaman zorluk ve sıkıntılara sabretmek zorunda kalacaksınız. İnkârcılar, "Eğer siz doğru yolda olsaydınız, başınıza bunlar gelmezdi." gibi sözlerle inancınızı sarsmaya çalışacaklar. Onun için:
149 Ey iman edenler! Allah'a ve Elçisi'ne iman ettiğini, dolayısıyla Kur'ân'ı ve Sünnet'i hayatın her alanında rehber olarak kabul ettiğini söyleyenler! Eğer Kur'ân'ın talimatlarını gözardı eder de inkârcıların telkin ve propagandalarına uyacak olursanız, sizi gerisin geriye inkârcılığa döndürürler de, dünyada da âhirette de hüsrana uğrayıp kaybedenlerden olursunuz.
150 Hayır; sakın o inkârcıların art niyetli tavsiyelerinden, sahte dostluklarından medet ummayın! Sizin gerçek koruyucunuz, efendiniz, yar ve yardımcınız yalnızca Allah'tır ve Allah, yardım edenlerin en hayırlısıdır. Her şeyin sahibi ve yaratıcısı olan Allah'ın desteklediği bir toplum, başkasının yardım ve desteğine ihtiyaç duyar mı? Koruyucusu Allah olan bir toplumun karşısında kim durabilir? Ve Allah'ın yardımsız bıraktığı bir topluma kim yardım edebilir?

İşte Allah'ın müminlere vaad ettiği yardımlarından bazıları:
151 Haram helâl sınırlarını belirleme, değer yargıları oluşturma, emirlerine kayıtsız şartsız itaat edilme gibi konularda kendilerine yetki verildiğine dair Allah'ın Kitap veya Elçisi aracılığıyla hiçbir delil göndermediği varlıkları O'na ortak koştuklarından dolayı, kâfirlerin yüreğine korku salacağım. Bundan dolayı, siz Allah yolunda olduğunuz sürece onlar sizinle göğüs göğüse çarpışmaya asla cesaret edemeyecekler.

Birtakım kişi ve kurumları tanrısal niteliklerle yücelterek veya itaat edilecek mutlak otorite kabul ederek yahut servet, güç, makam, şöhret gibi değerleri hayatın biricik ölçüsü hâline getirerek Allah'a ortak koşan bu insanlar, dünyada hep korku ve endişe içinde yaşayacaklar ve sonunda varacakları yer ateş olacaktır. Zalimlerin varacağı yer gerçekten ne kötüdür!

"Madem Allah bize bunca vaatlerde bulunuyor, o hâlde Uhud Savaşı'nda neden bu kadar çok kayıp verdik?" diyorsanız, şunu iyi bilin ki:
152 Hiç şüphe yok ki, Allah Uhud Savaşı öncesinde size müjdelemiş olduğu zafer vaadini yerine getirdi. O size, emirlerine uyduğunuz takdirde kesin zafer ve başarı elde edeceğinizi müjdelemişti. Nitekim savaşın ilk anlarında O'nun yardım ve izniyle düşmanı önünüze katmış, onları kılıçtan geçiriyordunuz. Ne var ki, arzu ettiğiniz zaferi Allah size göstermişken, ganimet sevdasıyla gevşekliğe kapıldınız ve pek çoğunuz Peygamber'in verdiği emre karşı gelerek isyan ettiniz. Öyle ki;

O sırada kiminiz dünyayı istiyordu, kiminiz de âhireti. Dünyanın basit menfaatlerini tercih eden zayıf imanlı müminler, savaşın ortasında mevzilerini terk edip ganimet peşine düştüler; düşmanın karşı saldırıya geçmesiyle zoru görünce de kaçtılar. Âhiretin ebedî nimetlerini tercih edenler ise kahramanca çarpıştılar; şehit oluncaya kadar da yerlerinden ayrılmadılar.

Sonra Allah,bu hatanızdan dolayı sizi bir musibetle imtihan etmek için düşman karşısında yenilgiye uğratarak onlardan geri çevirdi. Böylece, yaptığınız hatanın acı meyvesini size tattırmış oldu. Bu, Allah'ın değişmez yasasıdır. Bu yasaya göre, yeryüzünde kıya­mete kadar zuhur edecek hak bâtıl savaşlarında ne zaman ki Müslümanlar dünyaya meyledip Allah yolunda mücadeleyi terk ederlerse, ilahi yardımdan mahrum kalacak ve bâtıl karşısında savaşı kaybede­ceklerdir. İşte Uhud Savaşı'nda da Allah size böyle bir yenilgi tattırdı. Fakat bununla birlikte, yine de kusurunuzu affederek sizi bağışladı. Şayet sizi affetmemiş olsaydı, ganimete meylederek Peygamber'in emrine karşı gelmenizden dolayı oracıkta helak olurdunuz. Ancak Allah'ın lütuf ve merhameti sayesinde bu büyük felâketten kurtuldunuz.

Zira Allah, müminlere karşı çok merhametli, çok lütufkârdır. O'na kulluk üzere bulundukları, değer ve ölçülerini O'ndan aldıkları, inkâr ve şirkten kaçındıkları sürece müminlerin zaaf, acizlik, sürçme gibi sebeplerden kaynaklanan kusurlarını bağışlar.

Ey müminler! Uhud Savaşı'nda ganimet toplamak için mevzilerini terk eden arkadaşlarınızın gafletini fırsat bilerek aniden hücuma geçen düşman kuvvetleri karşısında yaşadığınız o dehşet anlarını bir hatırlayın:
153 Hani Peygamber, "Ey Allah'ın kulları; yanıma gelin, yanıma gelin!" diye sizi arkanızdan çağırıp dururken, siz can derdine düşmüş, hiç kimseye dönüp bakmadan Uhud Dağı'nın eteklerine doğru dehşet ve panik içinde kaçarak uzaklaşıyordunuz.

Bunun üzerine Allah, galibiyet fırsatını elinizden kaçırmanızın burukluğunu ve başınıza gelen felâketlerin üzüntüsünü bastıracak peş peşe keder ve acılarla sizi cezalandırdı. "Peygamber öldürüldü!" dediler. Bu söylenti sizi kalbinizden vurmuş, içiniz kan ağlamıştı. Öyle ki, diğer bütün felâketler bunun yanında pek hafif kalmıştı. Böylece Allah, mümine yakışmayan ihmalkârca davranışlarınızdan dolayı sizi cezalandırıyordu.

Hiç kuşkusuz Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır.

Fakat kusurunuzu bağışladıktan sonra, bakın Rabb'iniz sizi nasıl destekledi:
154 Derken bu üzüntünün ardından Allah, içinizden ihlas ve samimiyet sahibi bir grubu dalga dalga sarıp kuşatan tatlı bir uyuklama, içinizi okşayan bir huzur ve güven duygusu indirdi. [45] Peygamber (as)'ın bildirdiği ilahi vaade kesin şekilde inanmış olan müminleri bürüyerek korku ve endişe dolu kalplere cesaret ve ümit duyguları bahşeden bu mucizevi uyku, müminlerin yeniden toparlanarak büyük bir yenilgiden kurtulmalarını sağlamıştı. [46]

İmanları henüz kökleşmemiş olan diğer bir grup ise, sırf kendi canlarının derdine düşmüşlerdi. Allah hakkında, İslâm öncesi Cahiliye Devri düşüncesine benzer yalan yanlış düşünceler besliyorlardı. "Muhammed hak Peygamber ise, neden kâfirler karşısında bozguna uğradık?" diyorlardı. Allah'ın müminlere yardım etmeyeceğini, bu davanın artık bittiğini düşünüyorlardı. İşte imanı kökleşmemiş, Allah'a itimatları perçinlenmemiş kimseler her zaman böyle kritik durumlarda sarsıntı geçirirler. Allah yolunda ezi­yetlere katlanamaz, azıcık bir zor karşısında hemen ümitsizliğe kapılıp davalarından dönüverirler.

Şimdi de kendilerinin sebep olduğu yenilgiden dolayı sızlanıp şikâyette bulunarak diyorlar ki:

"Bu işten bize bir pay var mı? Bu savaşta bize vaad edildiği gibi zafer veya ganimet elde edebildik mi? Bırakın zafer kazanmayı, kâfir Kureyş ordusunun elinden canımızı zor kurtardık. Ayrıca savaş ve barış gibi önemli işlerin kararlaştırılmasında bizim hiçbir yetkimiz yok ki. Yetki ve egemenlikte bizim de payımız olsaydı veya en azından savaş taktiği hususunda bizim sözümüz dinlenseydi bu hâllere düşer miydik?"

Ey Peygamber! Onlara de ki:

"Gerçek şu ki, işin tamamı Allah'a aittir. Sizin savaşınızı, barışınızı ve tüm hayat programınızı belirleme hak ve yetkisi sadece Allah'ın elindedir. Allah, Peygamber'ine indirdiği mesajlarla bu konulardaki hükmünü ve kararını size bildirmektedir. Zafer, üstünlük, kudret ve izzet tamamen ve yalnızca Allah'ın elindedir ve Allah bunları kendi yolunda mücadele eden kullarına vaad etmiştir. Fakat Allah'ın ve Elçisinin emirlerine isyan eden, mücadelenin gerektirdiği sabır ve karalılığı gösteremeyen toplumlar bu vaade asla nail olamazlar."

Aslında onlar, sana açıkça söyleyemedikleri kırgınlıklarını ve İslami idareden memnuniyetsizliklerini içlerinde gizliyorlar. Fakat sarf ettikleri bazı sözler onları ele veriyor:

Peygamber'in, ashabıyla yaptığı istişare neticesinde çoğunluğun görüşüne uyarak düşmanı Medine dı­şında karşılama kararının yanlış olduğunu iddia ederek diyorlar ki: "Bu işten bize bir pay olsaydı, burada böyle pisi pisine öldürülmezdik. Yani ülke yönetiminde bizim sözümüz geçseydi ve savaş stratejisini belirleme yetkisi bizim elimizde olsaydı, düşmanı açık alanda karşılamak yerine Medine'de şehir savunması yapardık. Böylece bu savaşta kaybettiğimiz dostlarımız, akraba ve yakınlarımız şimdi hayatta olurlardı!"

Ey Peygamber! Onlara de ki:

"Hayır, öyle değil! Bu savaşta çok kayıp vermenizin sebebi Medine'de savunma savaşını tercih etmemeniz değil, içinizden bazılarının Peygamber'in emir ve talimatlarına karşı gelmiş olmasıdır. Düşmanı açık alanda karşılamak yerine savunma savaşını tercih ederek evlerinizde kalmış olsaydınız bile, içinizdeki disiplinsiz askerlerin sorumsuzca davranışları yüzünden yine benzer bir belaya uğrayacaktınız ve içinizden öldürülmeleri takdir edilenler, o zaman da vurulup yatacakları yere çıkıp gideceklerdi. Peygamber'in kesin emrine rağmen mevzilerini terk edip ganimet toplamaya koşan ve böylece sizi düşman saldırısına açık halde bırakan sorumsuz askerler, şehir savunmasında da isyankârlık edecek ve yine çok sayıda kayıp vermenize sebep olacaklardı. Emirlere uymayan, başına buyruk davranan bir ordu nerede ve hangi taktikle savaşırsa savaşsın, başarısızlığa mahkûmdur. Şayet emirlere harfiyen uysaydınız, Bedir Savaşı'nda olduğu gibi burada da düşmanı ağır bir yenilgiye uğratacaktınız. Nitekim yukarıda 152. âyette ifade edildiği gibi, okçular yerlerini terk edinceye kadar düşman karşısında tam bir üstünlük elde etmiştiniz ve neredeyse savaşı kazanmak üzereydiniz. O halde, yenilgi ve başarısızlığa karşı almanız gereken en güzel tedbir, Allah'ın ve Elçisi'nin bütün emir ve yasaklarına harfiyen riayet etmektir."

"Peki, bunca sıkıntılara katlanmamızın hikmeti nedir?" diye soracak olursanız;

Allah, buraya kadar sayılan hikmet ve sebeplerinin yanı sıra, bir de göğsünüzdeki iman ve samimiyet derecesini ölçüp sınamak ve yüreğinizdeki korkaklık, bencillik, miskinlik gibi kötü duygu ve düşünceleri söküp atarak iç dünyanızı tertemiz yapmak için sizi böyle çetin imtihanlardan geçirmektedir.

Hiç kuşkusuz Allah, kalplerin içindeki gizli niyet ve düşünceleri bilendir. İnsanın iç dünyasına nüfuz edebilecek zaafları, psikolojik hastalıkları ve bunların tedavi yöntemlerini de elbette en iyi bilen O'dur.
155 İki ordunun Uhud'da karşı karşıya geldiği gün içinizden bozguna uğrayıp kaçanlara gelince: Şeytan onları, ancak kendi yaptıkları hata ve isyankârlıklarından dolayı böyle tökezletmişti. Yoksa onlar fırsat vermeselerdi, şeytan onları zorla günaha sürükleyemezdi. Savaşın başlangıcında sayılarının çokluğuna güvenerek düşmanı hafife alan ve ayrıca Peygamber'in emrine muhalefet eden bu insanlardaki ahlaki zaafiyet, şeytanın onlara korku, ümitsizlik, kararsızlık gibi vesveseler vermesine zemin hazırlamıştı.

Fakat bununla birlikte, Allah tövbelerini kabul etmiş ve onları kesin olarak affetmiştir. Gerçekten Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Uhud tecrübesinden alınması gereken derslere gelince:
156 Ey iman edenler! Sakın ola ki, İslam'ı tebliğ etmek için yeryüzünde sefere çıkan veya Allah yolunda savaşa katılan ve bu yolda ölen yahut şehit olan kardeşleri ve yakınları hakkında, "Eğer sözümüzü dinleyip bizim yanımızda kalsalardı ne ölür ne de öldürülürlerdi!" diyen ikiyüzlü inkârcılar gibi olmayın! Uhud Savaşı öncesinde Peygamber'in ordusunu terk edip Medine'ye dönen, bununla da kalmayıp Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad eden müminleri akılsızlıkla suçlayan o münafıklar gibi davranmayın, onlara benzemeyin ve sözlerine asla itibar etmeyin.

Allah bunungibi kuruntu ve saplantıları, onların kalplerinde sürekli kanayıp duran bir pişmanlık yarası yapacaktır. Âhirete inanmayıp tamamen dünyaya bel bağladıkları için, ne zaman acı bir sürprizle karşılaşsalar büyük bir pişmanlık düşüncesi sürekli içlerini kemirecek, hiçbir zaman teselli bulamayacaklar. Dünyaya dalmış lüks bir hayat içinde yaşarken bile içleri kan ağlayacak, gerçek mutluluk ve huzuru asla tadamayacaklar. Ve Hesap Günü müminleri cennet nimetleri içinde, kendilerini de cehennem ateşinde gördükleri zaman, sonsuza dek sürecek bir acı ve pişmanlıkla kahrolacaklar. Çünkü onlar dünyada iken, ölümden korkarak Allah yolunda mücadeleden uzak durmuşlardı.

Oysa yaşatan da öldüren de Allah'tır. Hayat da ölüm de tamamıyla O'nun emir ve iznine bağlıdır. O hâlde, ölüm korkusu sizi O'nun yolunda mücadeleden alıkoymasın.

Unutmayın ki, Allah yaptığınız her şeyi görmektedir.
157 Eğer Allah yolunda şehit olur veya şehadeti arzulayarak ölürseniz, en büyük kazancı elde etmiş olursunuz. Zira Allah'ın bağışlaması ve rahmeti, cihadı terk edip mal mülk çoğaltma yarışına girenlerinbiriktirip yığdıkları her şeyden daha hayırlıdır!
158 Zaten Karunlar gibi yaşayıp ölseniz de, İslâm yolunda savaşıp öldürülseniz de, sonuçta hepiniz ister istemez Allah'ın huzurunda toplanacaksınız.

O hâlde, Allah yolunda mücadeleyi aksatan veya terk eden kardeşlerinizi güzelce uyarın, zira kardeşlik bunu gerektirir. Fakat onları, işledikleri bir günahtan dolayı azarlayıp küçük düşürmek yahut dışlamak suretiyle şeytanın kucağına itmeyin. Onlara daima şefkat ve merhametle yaklaşın. Bu gibi konularda, Allah'ın Elçisi sizin için ne güzel bir örnektir:
159 Ey Peygamber! Allah'ın sana bahşettiğiengin şefkat ve rahmeti sayesindedir ki, Uhud imtihanında başarısız olan arkadaşlarına merhametli ve yumuşak davrandın. Azarlanmayı hak ettikleri durumlarda bile, kusurlarını yüzlerine vurup onları rencide etmedin.

Eğer onlara karşı kaba ve katı yürekli olsaydın, seni terk ederek etrafından dağılıp giderlerdi. Bu ise hem senin için, hem de onlar için en büyük felâket olurdu.

Öyleyse, onları bağışla ve Allah tarafından da affedilmeleri için Rabb'ine yalvar. [47] Yönetimle ilgili olup da, hakkında kesin bir hüküm indirilmemiş olan konularda karar vermeden önce, onlarla fikir alışverişinde bulunarak istişare et ve bu istişare sonucunda oluşan eğilimi dikkate alarak karar ver.

İstişare sonucunda belli bir yönde karar verdiğin zaman da Allah'a tevekkül et. O'nun kudret ve inayetine güvenerek kararını en ufak bir taviz vermeden uygula. Hiç şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. Üzerine düşeni eksiksiz yapan, fakat sonucun elde edilmesi konusunda yalnızca O'na güvenen, O'na dayanan kullarını sever ve onları yardımıyla destekler:
160 Allah size yardım ettiği sürece, hiçbir güç sizi yenemez. Ama eğer sizi yüzüstü bırakacak olursa, size O'ndan başka kim yardım edebilir?

Öyleyse, inananlar yalnızca Allah'a dayanıp güvensinler.

Uhud'da savaşı bırakıp ganimete koşanlar, Peygamber'in ganimetlere el koyup kendilerine haksızlık edeceğini mi sanıyorlardı? Oysa şunu gayet iyi biliyorlardı ki:
161 Bir peygamberin emanete ihanet etmesi asla söz konusu olamaz.

Her kim emanete ihanet edecek olursa, Diriliş Günü Allah'ın huzuruna ihanetiyle birlikte çıkacaktır. Sonra da herkese yaptığının karşılığı tam olarak verilecek ve hiç kimseye zerre kadar haksızlık edilmeyecektir.
162 Öyle ya, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışan kimse, O'nun gazabına uğrayan ve barınağı cehennem olan kimseyle bir olur mu? Zalimleri bekleyen o cehennem ne kötü bir duraktır!
163 Evet, iyilerle kötüler bir olmaz. İlâhî ölçülere göre her insan, oraya koyduğu tavır ve davranışlara göre yükselir veya alçalır. Onlar Allah katında derece derecedirler. Hiç kuşkusuz Allah, yaptıkları her şeyi görmektedir ve karşılığını mutlaka verecektir. İnsanların en yüksek derecelere ulaşabilmesi için ihtiyaç duydukları bilgileri de onlara göndermiştir:
164 Gerçekten Allah, müminlere büyük bir lütufta bulundu. Zira onlara kendi içlerinden öyle bir peygamber gönderdi ki, onlara Allah'ın âyetlerini okuyor, onları günah ve şirk kirlerinden arındırıyor ve onlara Kitabı ve Kitaptaki hükümleri pratik hayata uygulama bilgisi olan hikmeti öğretiyor.

Oysa onlar, bundan önce apaçık bir sapkınlık ve dalâlet içinde idiler.

Böyle ilâhî nimetlerle taltif edilmiş olan bir toplum, Kur'ân'ın ve Peygamber'in emirlerini uyguladığı sürece, kâfirler karşısında asla yenilgiye uğramaz:
165 Bedir Savaşı'ndadüşmanlarınıza iki katını tattırdığınız bir musibet Uhud'da sizin başınıza geldi diye, kendi kusurunuzu görmezlikten gelerek, "Madem bizler doğru yoldayız, o hâlde kâfirler karşısında bu yenilgi neden başımıza geldi?" diyorsunuz, öyle mi?

Ey Muhammed, bunu soranlara de ki:

"Bu yenilgi, sizin kendi hata ve eksikliğinizdendir. Peygamber'in emrine uymamakla, yenilgiye bizzat kendiniz sebep oldunuz. Böylece, kazanmak üzere olduğunuz bir savaşı kendi elinizle kaybettiniz. Yoksa Allah, müminlere verdiği zafer ve yardım vaadini elbette yerine getirmişti. Hiç kuşku yok ki, Allah'ın her şeye gücü yeter."
166 İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelenler, Allah'ın izniyle ve aynı zamanda, müminleri münafıklardan ayırt etmesi içindir. Uhud Savaşı'nda yaşadığınız yenilgi her ne kadar kendi hatanızdan kaynaklanmış olsa da, yine de Allah'ın izniyle ve O'nun belirlemiş olduğu toplumsal yasalar çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bu yasalara göre, Allah ve Rasulü'nün talimatlarına aykırı davranan bir toplum –Peygamber'in ashabı bile olsa– yenilgi ve başarısızlığa mahkûm olacaktır. Bu tür yenilgiler, aynı zamanda turnusol kâğıdı gibi insanların kalitesini de ortaya koymaktadır. Bu zor günlerde Allah, fedakârlık gösteren, sabreden, ahdine bağlı kalan samimi müminleri diğerlerinden ayırt edecektir.
167 Bu zorluk ve sıkıntılar aynı zamanda, Allah'ın, aranıza sızmış olan ikiyüzlülerin maskesini düşürüp gerçek yüzlerini ortaya çıkarması içindir.

Nitekim bu münafıklar, daha savaş başlamadan Peygamber'in ordusunu terk edip gerisin geriye Medine'ye dönmüşlerdi. Onlara:

"Gelin Allah yolunda savaşın yahut hiç değilse çoluk çocuğunuzu, malınızı mülkünüzü düşmanın saldırısından koruyun!" denildiğinde, sizinlealay edercesine:

"Şayet bunun bir savaş olacağını bilseydik, sizinle gelirdik. Sayıca ve silahça sizden birkaç kat üstün olan güçlü bir orduyla meydan savaşına çıktığınıza göre bu bir savaş değil, göz göre göre ölüme gitmektir. Oysabiz Medine'de kalıp savunma savaşı yapmamız gerektiğini söylemiştik. Fakat Peygamber, çoğunluğun görüşüne uyup düşmanı açık alanda karşılamaya karar verdi.Savaş stratejisi konusundaki görüşümüzü ciddiye almadığınıza göre, biz savaşmayı bilmiyoruz demektir. Bu durumda bizi savaşa çağırmaya hakkınız yok." demişlerdi.

Münafıkların bu tavrı, yüzlerindeki maskeyi düşürmüş oldu. O gün onlar bu hâlleriyle, imandan çok inkâra yakın idiler.

Müslümanlıktan dem vururlarken, gerçek niyetlerini içlerinde gizliyor ve ağızlarıyla, kalplerinde olmayan şeyi söylüyorlardı.

Oysa Allah, içlerinde gizlediklerini çok iyi bilmekteydi. Ve bunu, eninde sonunda müminlere de bildirecekti:
168 Onlar hem savaşa gelmeyip evlerinde oturdular, hem de bu savaşta şehit olan dost ve akrabaları için:

"Yazık şunlara; bir hiç uğruna canlarını verdiler. Eğer sözümüzü dinleyip bizimle geri dönselerdi, bu savaşta öldürülmezlerdi." dediler.

Ey Peygamber! Onlara de ki:

"Eğer bu iddianızda samimiyseniz, haydi ölümü başınızdan savsanıza! Hepiniz eninde sonunda ölüm denen gerçekle yüz yüze gelmeyecek misiniz? Bu savaşta şehit olanlar, sizi dinleyip evlerinde otursalardı bile, mutlaka bir gün ölüp Allah'ın huzuruna gitmeyecekler miydi? Ölüm hepiniz için kaçınılmaz bir son olduğuna göre, zalimlere karşı Allah yolunda savaşıp O'nun rızasını kazanmış bir halde ölmek, savaş­tan kaçarak O'nun gazabına uğramış bir halde ölmekten daha iyi değil midir? Zillet içinde yaşamaktansa, şerefle şehit olmak daha güzel değil midir?"

Kaldı ki, Allah yolunda şehit olanlar aslında ölmüyor; tam tersine, gerçek hayatı kazanıyorlar. Onlar sizin şu içinde yaşadığınız hayatı terk etseler bile, başka bir hayat boyutuna yükselerek kıyamete kadar yaşamaya devam edecekler. Onun içindir ki:
169 Ey insan! Allah yolunda can verenleri ölü zannetme! Aksine, onlar Rablerinin katında, senin bilmediğin bir âlemde, farklı bir hayat boyutunda ve sonsuz nimetler içerisinde yaşamaktadırlar.
170 Allah'ın lütfundan kendilerine bahşettiği şehitlik mertebesi ve cennet nimetleri ile coşkun bir gurur ve sevinç duyarlar. Şehadet şerbetini içmek için can atan, fakat henüz kendilerine katılmamış olan kardeşlerine, onlar için Hesap Günü'nde herhangi bir korku ve üzüntü olmadığı müjdesini vermek isterler.
171 Evet; Allah'ın şehitler için hazırladığı muhteşem lütuf ve nimetlerini onlara haber vermek ve Allah'ın, inananların çabalarını boşa çıkarmadığını, onların mükâfatını asla zayi etmediğini müjdelemek isterler.

Kureyş ordusu, Uhud Savaşı'nın ardından Mekke'ye dönmek üzere yola çıkmış, fakat yolda karar değiştirerek Müslümanları topyekün imha etmek üzere yeniden Medine'ye yönelmişti. Bu sırada Peygamber (sav) de düşmanın geri dönebileceğini tahmin ederek Müslümanlara Kureyş ordusunu takip emrini verdi. Müslümanlar yorgun, bitkin ve yaralı olmalarına rağmen, büyük bir cesaret ve fedakârlık göstererek Peygamber'in çağrısına uydular ve onun komutası altında, Medine yakınlarındaki Hamrâülesed'e kadar gelip burada düşmanı karşılamak üzere beklediler. Kureyş ordusu bunu haber alınca, savaşı göze alamayarak tekrar Mekke'ye doğru hareket etti. Müslümanlar bir süre daha bekleyip düşmanın artık dönmeyeceğinden emin olunca Medine'ye döndüler.

Allah, kıyamete kadar gelecek bütün müminlere örnek olması gereken bu fedakârca davranışı överek buyuruyor ki:
172 O inananlar ki, Uhud Savaşı'nda ağır bir yara almış olmalarına rağmen, yaralarından akan kan henüz kurumadan, Allah'ın ve Peygamber'in çağrısına kulak veripdüşmanı takibe yöneldiler.

Onlardan güzel davranış gösteren ve fenalıklardan titizlikle sakınıp korunanlara, Rableri katında büyük bir mükâfat vardır.

Müşrikler Uhud'dan ayrılmadan önce, bir panayır yeri olan Küçük Bedir'de bir yıl sonra tekrar karşılaşmak üzere Müslümanlardan söz almışlardı. Fakat panayır mev­simi geldiğinde, müşrikler savaşa cesaret edemediler. Bununla birlikte, itibarlarını korumak amacıyla, sözleştikleri yere Müslümanların da gelmemesi için Medine'ye casuslar gönderdiler. Bu casuslar, müşriklerin devasa bir ordu hazırladıkları haberini yayarak Müslümanları korkutmaya çalıştılar. Fakat Al­lah'a güvenleri tam olan Müslümanlar, "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!" diyerek düşmanı karşılamak üzere sözleştikleri yere gittiler. Burada panayır kurulduğunu bildiklerinden, ticarete hazırlıklı gelmişlerdi. Bir süre sonra müşriklerin gelmeyeceği anlaşılınca, orada kurulan panayırlarda çok kârlı alışverişler yaptılar. Böylece hem Allah'ın rızasını kazanmış, hem de büyük bir maddi kazanç elde etmiş olarak Bedir'den geri döndüler. Uhud Savaşı'ndan bir yıl sonra nazil olan aşağıdaki üç ayet, bu olaylara işaret etmektedir:
173 Onlar öyle yürekten inanmış kimselerdir ki, düşman yurdundan haber getiren kötü niyetli insanlar, kendilerine:

"Düşmanlarınız size karşı büyük bir ordu hazırlamış, o hâlde onlardan korkun da Allah yolunda cihadı terk edin!" dediklerinde, bu tehditkâr sözler o yiğitleri yıldırmak şöyle dursun, aksine, onların imanını artırdı ve şöyle dediler:

"Bütün tehlike ve korkulara karşı bize Allah'ın yardımı yeter! O ne güzel yardımcı, ne güvenilir vekildir!"
174 Böylece müminler,Allah'a tam bir güven ve teslimiyetle savaş meydanına çıktılar. Fakat o sözde büyük ordular, onların karşısına çıkmaya cesaret edemedi. Sonuçta, Allah'ın lütuf ve nimeti sayesinde, başlarına hiçbir kötülük gelmeden sağ salim ve üstelik yaptıkları kârlı ticaretlerle zengin olarak yurtlarına geri döndüler. En önemlisi de, böylece Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış oldular.

Hiç kuşkusuz Allah, mümin kullarına karşı büyük lütuf sahibidir.

Ey müminler! Savaşta karşınızda duramayan düşman, yalan haber ve propagandalarla sizi yıldırmaya, Müslümanlar arasında korku ve panik havası yaymaya çalışırlar. Ama şunu iyi bilin ki:
175 İşte o şeytan, yani kalbinize türlü vesveseler vererek sizi korkutmaya çalışan cin şeytanları ve sinsice aranıza sızarak kâfirleri olduğundan güçlü gösterip cesaretinizi kırmaya çalışan düşman casusları, gerçek müminleri asla yıldıramazlar. Onlar ancak kendi dostlarını, yanikendilerine değer veren ve kendilerigibi imansız olan kâfirleri ve münafıkları korkutabilir. O hâlde, gerçek müminler iseniz onlardan değil, benden gelecek azaptan ve benim sevgimi kaybetmekten korkun!
176 Ey Peygamber!Allah'ı ve âyetlerini inkâr etmekte birbirleriyle yarışan veMüslümanlara saldırmak, zarar vermek, onları üzmek için fırsat kollayan kâfirler ve münafıklar, sakın seni endişelendirip üzmesin!

Korkma, onlar Allah'a ve O'nun dinine asla zarar veremezler. Öyle ki, bütün insanlar inkârda birleşmiş olsalar bile, bu Allah'ın mülkünden hiçbir şey eksiltmez. Ayrıca Allah'ın ve Rasulü'nün emirlerine uyduğunuz sürece, onlar size karşı da asla üstünlük elde edemezler. Onlara geçici olarak verilen dünyevi nimetler seni aldatmasın:

Eğer bu kâfirler derhâl helâk edilmiyor ve hâlâ nimetler içinde yaşıyorlarsa, bunun sebebi şudur: Allah, o zalimlerin sahip oldukları bütün güzellikleri ve fırsatları bu dünyada harcamalarını, böylece kendilerine âhirette hiçbir pay kalmamasını istiyor. İşte onlara, cehennemde korkunç bir azap vardır!
177 Gerçek şu ki, imana karşılık inkârcılığı tercih edenler, Allah'a ve O'nun bizzat korumayı üstlendiği dinine hiçbir şekilde zarar veremezler.

Olsa olsa, kendilerini ateşe atmış olurlar, o kadar: Onlara, can yakıcı bir azap vardır!
178 Allah'ın âyetlerini inkâr edenler sanmasınlar ki, onlara mühlet vermemiz kendi iyilikleri içindir.

Hayır! Biz onlara, ancak günaha iyice batsınlar diye süre veriyoruz. Fakat onlar kendilerine tanınan bu süreyi fırsat bilip tövbe edecekleri yerde, daha büyük günahlara yöneliyorlar. İşte onlara, alçaltıcı bir azap vardır!

Bazı müminler, "Sürekli fitnelere sebep olan bu münafıkları Allah neden bize ismen bildirmiyor yahut onları neden aramızdan çıkarıp atmıyor?" diye soruyorlardı. Allah bu konudaki toplumsal yasayı bildirerek buyurdu ki:
179 Allah, siz müminleri şu içinde bulunduğunuz müminlerle münafıkların iç içe olduğu sıkıntılı durumda ilelebet bırakacak değildir. İslâm toplumu gerekli güç ve olgunluğa ulaştığında, toplumu ifsad eden münafıkları müminlerin arasından ayıklamak suretiyle elbette pis ile temizi birbirinden ayıracaktır. Bunun için de, iyilerle kötüleri ortaya çıkarmak üzere bazen bela ve musibetlerle, kimi zaman da zenginlik ve refah ile sizleri imtihan edecektir. Fakat İslâm toplumu henüz toparlanmamış ve yeni Müslüman olanların kalplerine iman henüz iyice yerleşmemiş olduğundan, şimdilik sizi ayrıştırıcı imtihana tâbi tutmamaktadır. Çünkü bu dönemde böyle bir imtihan, İslâm toplumunun sarsıntıya uğrayıp parçalanmasına sebep olabilir.

Allah size, kendisinden başka hiç kimsenin bilemeyeceği sırlar âlemi olan gayb'ı bildirecek de değildir. Yani hiç imtihana gerek kalmadan münafıkları belirlemeniz için size insanların kalbinden geçen gizli düşünceleri bilme kudreti verecek değildir. Zira bu, imtihan hikmetine aykırıdır. Bunun yerine Allah, ihtiyaç duyduğunuz kadar gayb bilgisini size öğretmek üzere elçilerinden dilediğini seçer ve bu bilgileri ona vahyeder. İşte Kur'ân böyle vahiy ürünü bir kitaptır. Onu doğru okuyup içindeki yasaları bireysel ve toplumsal hayatınıza uyguladığınız takdirde, her türlü tehlike ve saldırıya karşı kendisini koruyabilen güçlü ve sağlıklı bir toplum oluşturabilirsiniz.

O hâlde, ey insanlar! Allah'a ve göndermiş olduğu bütün elçilerine iman ve emirlerine itaat edin. Eğer bu şekilde inanır ve kötü davranışlardan titizlikle sakınıp korunursanız, size ebedî cennet yurdunda muhteşem bir ödül vardır.

Münafıkların en belirgin özelliği, yalan söylemek, emanete ihanet etmek, verdiği sözü tutmamak, saldırganlık, cimrilik gibi ahlaki zaaflara sahip olmalarıdır:
180 Allah'ın lütfundan kendilerine cömertçe sunduğu nimetlerle övünen, ancak bunları yoksullara harcamakta cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu ve kendilerine kazanç sağlayacağını sanmasınlar.

Hayır; bu cimrice davranışları, onların dünyada da âhirette de zararınadır.

Çünkü cimrilik edip yoksullardan esirgedikleri şeyler, Diriliş Günü'nde bir ateş halkası olup o münafıkların boyunlarına geçirilecektir.

Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Sahip olduğunuzu zannettiğiniz servet ve zenginlikler, aslında size geçici olarak verilmiş birer emanetten ibarettir. Gün gelecek, bu emanet sizden geri alınacak ve gerçek sahibi olan Allah'a dönecektir. Sonra da hepsinin hesabı bir bir sorulacaktır. Öyleyse, aslında Allah'a ait olan malınızı ve servetinizi O'nun emrettiği yere, emrettiği şekilde harcamalısınız.

Unutmayın ki, Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.

Her şeyden haberdar olduğu içindir ki, "Allah'ın kat kat fazlasıyla geriye ödeyeceği güzel bir borcu O'na verecek olan kimdir?" [48] (Bakara, 2/245) âyetindeki o muhteşem mecazi anlatımı göz ardı ederek âyetin anlamını çarpıtan ve onu alay konusu edinen zalimleri de görmektedir:
181 "Müslümanların inandığı Allah fakirdir; baksanızakullarından borç istiyor. Oysa biz zenginiz, Allah'ın göndereceği kitaba da yardıma da ihtiyacımız yoktur!" diyen o Yahudilerin sözlerini Allah elbette işitmiştir.

O çok övündükleri atalarının daha önce haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazdığımız gibi, onların bir peygamberi öldürmek kadar büyük bir günah olan bu sözlerini de yazıp suç dosyalarına kaydedeceğiz. Sonra da Diriliş Günü onlara:

"Yaptıklarınızın karşılığı olarak, tadın şu yakıcı ateşin azabını!" diyeceğiz.
182 "Bu azap, bizzat kendi ellerinizle işlediğiniz kötülüklerin karşılığıdır. Çünkü Allah, ödülü de cezayı da sadece hak edenlere verir; kullarına hiçbir şekilde haksızlık etmez."
183 Kur'ân'a ve Peygamber'e iman etmemek için türlü bahaneler öne sürenYahudiler, bu sefer de dediler ki:

"Allah'ın Tevrat'ta bizimle yaptığı antlaşmaya göre, gökten mucize olarak inen ateşin yakıp kül edeceği bir kurban getirmediği sürece, biz hiçbir peygambere iman etmeyeceğiz."

Ey Peygamber! Onlara de ki:

"Benden önce nice peygamberler size apaçık deliller ve sözünü ettiğiniz o kurban mucizesini getirmişlerdi. Eğer sözünüzde samimi iseniz, onları niçin inkâr ettiniz ve birçoğunu öldürdünüz? O çok övündüğünüz atalarınız, kendilerine apaçık mucizeler getiren —Zekeriya ve Yahya başta olmak üzere— birçok peygamberi öldürmediler mi? İlyas'ı, İsa'yı ve daha nicelerini öldürmeye teşebbüs etmediler mi? Siz de bugün Son Elçi'yi inkâr etmekle, peygamberlere hayat hakkı tanımayan atalarınızın işlediği suça iştirak etmiş oluyorsunuz. Demek ki, inkârınız ikna olamamaktan değil, inat ve azgınlığınızdan kaynaklanıyor. Ayrıca Allah, "Yakılan kurban mucizesi getirmedikçe, hiçbir peygambere inanmayın." diye emretmemiştir. Tevrat'a göre, mabede bırakılan kurban etlerinin gökten gelen bir ateş ile yakılması, onun Allah tarafından kabul edildiğini gösteren bir alamettir. (Hâkimler, 6:20-21, 13:19-20; Levililer, 9:24; II. Tarihler, 7:1-2) Fakat Tevrat'ın hiçbir yerinde, böyle bir kurban getirmenin peygamberliğin işaretlerinden olduğu söylenmemiştir. Gerçi Allah dileseydi, istediğiniz şeyleri bugün de gönderebilirdi. Fakat O, insanların kuruntu ve heveslerine göre değil, sonsuz ilim ve hikmetine göre hüküm verir."
184 Ey Muhammed! Bu insanlar seni yalanladılarsa, bundan dolayı üzülme, ümitsizliğe kapılma. Unutma ki, senden önce de apaçık mucizeler, hikmet dolu sahifeler ve aydınlatıcı kitaplar getiren nice elçiler yalanlanmıştı. İlâhî hikmet gereğince, her peygamber böyle zorluklarla imtihan edilegelmiştir. Fakat Allah elçilerini desteklemiş ve nihai zafer daima inananların olmuştur.

O hâlde, ey müminler! Bu yolda karşılaşabileceğiniz sıkıntılara sabredin, iyiliklerinizin karşılığının hemen bu dünyada verilmesini de beklemeyin:
185 Her canlı, yeri ve zamanı geldiğinde mutlaka ölümü tadacaktır. Kazandığınız ödüller ise, size ancak Diriliş Günü'nde eksiksiz olarak verilecektir.

İşte o gün kim ateşten kurtarılıp cennete konulursa, ebedî mutluluğu kazanarak gerçek anlamda kurtuluşa ermiş demektir.

Yoksa şu dünya hayatı, insanı cezbeden, ama peşinde koşanları felakete sürükleyen aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir. O halde, basit ve gelip geçici zevklere değil, ebedî cennet nimetlerine talip olun. Ama şunu da bilin ki, bu nimetleri elde etmenin bir bedeli vardır:
186 Ey iman edenler! Bu dünya hayatında, mallarınızla ve canlarınızla mutlaka imtihan edileceksiniz. Allah sizi eğitip üstün ahlaki özelliklere sahip örnek bir toplum haline getirmek ve aynı zamanda iman, ihlas ve samimiyet derecenizi ortaya koymak üzere kimi zaman zenginlik, refah, güç, sağlık gibi nimetlerle; kimi zaman da hastalık, ölüm, fakirlik, açlık, korku, sıkıntı gibi bela ve musibetlerle imtihan edecektir.

Ayrıca, hem sizden önce kitap verilen Hristiyan veYahudilerden, hem de Allah'a açıkça ortak koşan müşriklerden iftira, alay, hakaret gibi incitici sözler işiteceksiniz.

Eğer zorluk ve sıkıntılar karşısında yılmayıp dayanır, direnir, sabreder ve kötülüklerden, günahlardan titizlikle sakınıp korunursanız, ne mutlu sizlere! Zira bu, gerçekten azim ve kararlılıkla yapılmaya değer işlerdendir.

Bugün Kur'ân'ı ve Peygamber'i inkâr eden Yahudiler ve Hristiyanlar, daha önce kendilerine gönderilen peygamberler ve kitaplar aracılığıyla Allah'a şöyle söz vermişlerdi:
187 Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Bu kitabı bütün hükümleriyle insanlığa bildirecek, onu asla gizlemeyeceksiniz! Özellikle de,geleceği müjdelenen Son Elçi geldiğinde ona mutlaka iman edeceksiniz!" diye söz almıştı.

Fakat onlar, antlaşmayı hiçe sayarak onu kaldırıp arkalarına atıverdiler ve Allah'a verdikleri sözü;servet, makam, şan, şöhret gibi basit menfaatlerle değiştirdiler.

İmana karşı inkârı, cennete karşı cehennemi tercih etmekle ne kötü bir alışveriş yapıyorlar!
188 Yaptığı utanç verici işlerle övünç duyan, yapması gerektiği hâlde yapmadığı işlerle ve sahip olmadığı üstün ahlâkî niteliklerle övülmekten hoşlanan bu ikiyüzlü, yalancı insanların azaptan kurtulacaklarını sanma!

Aksine, onlar için cehennemde can yakıcı bir azap vardır!

Bu azaptan kurtulmak ve ilâhî nimetlere kavuşmak isteyenler, şu hakikate kulak vermelidirler:
189 Göklerde ve yerde mutlak egemenlik ve hükümranlık yalnızca Allah'a aittir ve Allah, her şeye kadirdir.

İçinde yaşadığınız kâinata ibret nazarıyla bakarsanız, bu hakikati ayan beyan görebilirsiniz:
190 Doğrusu, göklerin ve yerin o muhteşem yaratılışında ve gece ile gündüzün mükemmel bir uyum ve düzen içerisinde birbiri ardınca gelişinde, aklı, vicdanı ve sağduyusu olanlara Allah'ın sonsuz kudret, adalet ve merhametini gösterennice deliller vardır.
191 O sağduyu sahipleri, ayaktayken, otururken ve hatta dinlenmek için uzanıp yatarken, sürekli olarak Allah'ı anar ve göklerle yerin akıllara durgunluk veren o muhteşem yaratılışındaki hikmet ve anlamı üzerinde derinlemesine tefekkür ederekRablerine şöyle niyaz ederler:

"Ey Rabb'imiz! Elbette sen bunları boş yere yaratmadın. Bu muhteşem kâinat ve içindekiler, hikmet ve adaletten yoksun, anlamsız ve amaçsız olarak yaratılmış olamaz. Çünkü sen, abesle iştigal etmekten uzaksın, yüceler yücesisin! Evrendeki bu mükemmel sistem, senin her şeyi hikmet ve adalet ölçülerine göre yarattığına, bu hikmet ve adalet gereğince insanın yapıp ettiklerinin hesabını vereceği, zerre kadar iyilik ve kötülüğün karşılıksız kalmayacağı bir ahiret âleminin varlığına tanıklık ediyor. İnanıyor ve biliyoruz ki, cennet de haktır, cehennem de haktır; bizi cehennem azabından koru ya Rab!"
192 "Ey Rabb'imiz! Sen inkârı ve zulmü sebebiyle kimi ateşe atacak olursan, onu en büyük mahrumiyete, zillet ve perişanlığa mahkûm etmişsin demektir."

 "İşte böyle azabı hak eden zalimlerin hiçbir yardımcısı olmayacaktır. Âhirette senin yardımından mahrum kalacak olan bu zalimlere biz de dünyada asla destek olmayacağımızı, zulüm ve haksızlıklarının karşısında duracağımızı sana arz ediyoruz ya Rab!"
193 "Ey Rabb'imiz! Biz, "Rabb'inize iman edin!" diyerek insanlığı imana çağıran Muhammed adındaki davetçinin çağrısını işittik ve onun davet ettiği hak dine iman ettik."

"Ey Rabb'imiz, senin engin merhametine sığınıyoruz; günahlarımızı bağışla, bizi daima iyiliğe, güzelliğe yönelterek kötülüklerimizi yok et. Bizi son nefesimize kadar iyilik ve erdem sahibi kullarınla birlikte yaşat, onlarla birlikte canımızı al ve Hesap Günü'nde yine onlarla birlikte haşr eyle ya Rab!"
194 "Ey Rabb'imiz! Elçilerin aracılığıyla bize vadettiğin dünyada zafer ve üstünlüğü, âhirette sonsuz cennet nimetlerini bizlere bahşet; Diriliş Günü bizleri mahcup ve perişan eyleme!

Kuşku yok ki, sen asla verdiğin sözden caymazsın!"
195 Rableri de müminlerin bu samimi dualarını kabul ederek onlara şöyle cevap verdi: "Elbette ben, gerek erkek gerek kadın olsun, içinizden benim yolumda çaba harcayan hiç kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağım. İlâhî adalet karşısında her insan, ancak göstermiş olduğu gayret oranında ceza veya mükâfat alacak ve kadın-erkek, efendi-köle, siyah-beyaz, zengin-fakir ayrımı yapılmayacaktır.

Çünkü ırkınız, renginiz, cinsiyetiniz, toplumsal statünüz ne kadar farklı olursa olsun, aslında hepiniz birbirinizdensiniz.Aynı özden neşet eden, aynı anne babanın evlatları olan, aynı neslinden türeyen, fakat tüm farklılıklarıyla birbirini tamamlayan, eşit hak ve sorumluluklara sahip yekpare bir ümmetsiniz.

İşte, benim uğrumda vatanını terk edip İslâm diyarına hicret eden, mallarına mülklerine el konulup yurtlarından çıkarılan, işkence ve eziyetlere uğrayan, zalimlere karşı savaşan ve bu yolda can veren kimselerin kusur vegünahlarını mutlaka affedecek ve tarafımdan bir ödül olarak, onları içinde ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğim.

Allah yolunda hicret, kişinin, Müslümanca bir hayatın önünde engel olan her şeyi; içinde yaşadığı toplumu, ülkesini, ailesini, çevresini, arkadaş ortamını, alışkanlıklarını, hayat tarzını terk ederek İslâm'ı özgürce yaşayabileceği yepyeni bir ortama, İslâm diyarına geçiş yapması demektir. İşte Allah, kendi yolunda hicret eden, işkence ve eziyetlere katlanan, zulme karşı müminlerin safında yerini alıp mücadele eden ve bu uğurda malını canını seve seve feda eden müminlerden oluşan bir toplumu daima iyiliğe, güzelliğe yönlendirecek, bireysel ve toplumsal hayatlarında her türlü zulmü, haksızlığı, kötülüğü ortadan kaldırarak günahlarını silip yok edecek ve bizzat kendi katından bir ödül olmak üzere, onları sonsuz mutluluk diyarı olan cennetlere yerleştirecektir.

Öyleyse, bu dünyanın gelip geçici zevkleri için değil, Allah'ın vaad ettiği sonsuz âhiret nimetlerini kazanmak için çalışın. Çünkü ödüllerin en güzeli, Allah katında olandır.
196 Ey mümin!Allah'ın âyetlerini inkâr edenlerin, her istediklerini serbestçe yaparakyeryüzünde öyle diyar diyar gezip dolaşıyor olmaları sakın seni aldatmasın!
197 Çünkü onlara verilen bu nimetler, basit ve gelip geçici bir zevkten ibarettir. Sonunda varacakları yer ise cehennemdir. O ne fena bir yataktır!
198 Rablerinden gelen ilkeler doğrultusunda hayata yön vererek kötü davranışlardan titizlikle sakınanlara gelince, onlara, Allah katından kutlu misafirlere sunulan bir ikram olmak üzere, ağaçlarının altından ırmaklar çağıldayan ve sonsuza dek içerisinde yaşayacakları cennet bahçeleri vardır.

Evet; Allah katındaki ebedî nimetler, dürüst ve erdemli kimseler için dünyadan ve dünyanın bütün nimetlerinden daha hayırlıdır.

Her toplumda, böyle dürüst ve erdemli insanlar vardır. Nitekim:
199 Kitap Ehli denilen Hristiyan ve Yahudilerden öyle temiz yürekli kimseler vardır ki, Allah'ın varlığına, birliğine, size indirilen Kur'ân-ı Kerîme ve kendilerine vaktiyle indirilmiş olan kitaplara yürekten inanırlar. Peygamberler arasında ayrım gözetmez, hepsinin aynı kaynaktan geldiğini ve aynı mesajı getirdiği bilerek her birine inanır, her birini severler.

Allah'a karşı derin bir saygı ve ürperti duyarlar. Bu yüzden de, O'nun gerek Tevrat, gerek İncil, gerekse Kur'ân'daki âyetleriniservet, makam, şan, şöhret gibi basit menfaatlere değişmezler.

İşte Rableri katında onlara, hak ettikleri mükâfatları mutlaka verilecektir. Hiç şüphe yok ki, Allah yeri ve zamanı geldiğinde hesabı çabuk görendir. Şu hâlde:
200 Ey iman edenler! Allah yolundaki mücadelenizde karşınıza çıkabilecek zorluk ve sıkıntılara dayanın, direnin, sabredin ve zulme karşı toplumsal direnç göstererek birbirinizle sabırda yarışın! Gerek düşmandan gelebilecek saldırılara, gerek şeytanî vesvese, saptırma ve ayartmalara karşıher anuyanık ve hazırlıklı bulunun. Ve Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda hayatınıza yön vererek günahın, zulmün, kötülüğün her türlüsünden titizlikle sakının ki, böylelikle umduğunuz başarı, zafer ve kurtuluşa erebilesiniz.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
الٓمٓۚ 1
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ الْحَيُّ الْقَيُّومُۜ 2
نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَاَنْزَلَ التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۙ 3
مِنْ قَبْلُ هُدًى لِلنَّاسِ وَاَنْزَلَ الْفُرْقَانَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍ 4
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَخْفٰى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِۜ 5
هُوَ الَّذ۪ي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ 6
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ 7
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ 8
رَبَّنَٓا اِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟ 9
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِۙ 10
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ 11
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ اِلٰى جَهَنَّمَۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ 12
قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ 13
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ 14
قُلْ اَؤُ۬نَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذٰلِكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَاَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِۚ 15
اَلَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اِنَّـنَٓا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِۚ 16
اَلصَّابِر۪ينَ وَالصَّادِق۪ينَ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْمُنْفِق۪ينَ وَالْمُسْتَغْفِر۪ينَ بِالْاَسْحَارِ 17
شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِماً بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ 18
اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ 19
فَاِنْ حَٓاجُّوكَ فَقُلْ اَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّٰهِ وَمَنِ اتَّـبَعَنِۜ وَقُلْ لِلَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ وَالْاُمِّيّ۪نَ ءَاَسْلَمْتُمْۜ فَاِنْ اَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ۟ 20
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ حَقٍّۙ وَيَقْتُلُونَ الَّذ۪ينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ 21
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ 22
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ اِلٰى كِتَابِ اللّٰهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ وَهُمْ مُعْرِضُونَ 23
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍۖ وَغَرَّهُمْ ف۪ي د۪ينِهِمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ 24
فَكَيْفَ اِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ 25
قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ 26
تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ 27
لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّٰهِ ف۪ي شَيْءٍ اِلَّٓا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰيةًۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ 28
قُلْ اِنْ تُخْفُوا مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ اَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ 29
يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَراًۚۛ وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُٓوءٍۚۛ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُٓ اَمَداً بَع۪يداًۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاللّٰهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ۟ 30
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ 31
قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ 32
اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰٓى اٰدَمَ وَنُوحاً وَاٰلَ اِبْرٰه۪يمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ 33
ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِنْ بَعْضٍۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۚ 34
اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰنَ رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّراً فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ 35
فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي وَضَعْتُهَٓا اُنْثٰىۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْۜ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْاُنْثٰىۚ وَاِنّ۪ي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَاِنّ۪ٓي اُع۪يذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ 36
فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتاً حَسَناًۙ وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقاًۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ 37
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُۚ قَالَ رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ اِنَّكَ سَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ 38
فَنَادَتْهُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَهُوَ قَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ اَنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيٰى مُصَدِّقاً بِكَلِمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَسَيِّداً وَحَصُوراً وَنَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ 39
قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَاَت۪ي عَاقِرٌۜ قَالَ كَذٰلِكَ اللّٰهُ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ 40
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍ اِلَّا رَمْزاًۜ وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَث۪يراً وَسَبِّـحْ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ۟ 41
وَاِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفٰيكِ عَلٰى نِسَٓاءِ الْعَالَم۪ينَ 42
يَا مَرْيَمُ اقْنُت۪ي لِرَبِّكِ وَاسْجُد۪ي وَارْكَع۪ي مَعَ الرَّاكِع۪ينَ 43
ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۜ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ اَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَۖ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يَخْتَصِمُونَ 44
اِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُۗ اِسْمُهُ الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَج۪يهاً فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ 45
وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاً وَمِنَ الصَّالِح۪ينَ 46
قَالَتْ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْن۪ي بَشَرٌۜ قَالَ كَذٰلِكِ اللّٰهُ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ اِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ 47
وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ 48
وَرَسُولاً اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَنّ۪ي قَدْ جِئْتُكُمْ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْۙ اَنّ۪ٓي اَخْلُقُ لَكُمْ مِنَ الطّ۪ينِ كَهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ فَاَنْفُخُ ف۪يهِ فَيَكُونُ طَيْراً بِاِذْنِ اللّٰهِۚ وَاُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ وَاُحْـيِ الْمَوْتٰى بِاِذْنِ اللّٰهِۚ وَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَۙ ف۪ي بُيُوتِكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ 49
وَمُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَلِاُحِلَّ لَكُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ وَجِئْتُكُمْ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِ 50
اِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ 51
فَلَمَّٓا اَحَسَّ ع۪يسٰى مِنْهُمُ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِۚ اٰمَنَّا بِاللّٰهِۚ وَاشْهَدْ بِاَنَّا مُسْلِمُونَ 52
رَبَّنَٓا اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ 53
وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟ 54
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسٰٓى اِنّ۪ي مُتَوَفّ۪يكَ وَرَافِعُكَ اِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۚ ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ 55
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَاُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداً فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ 56
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ 57
ذٰلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْاٰيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَك۪يمِ 58
اِنَّ مَثَلَ ع۪يسٰى عِنْدَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَۜ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ 59
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ 60
فَمَنْ حَٓاجَّكَ ف۪يهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ 61
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّۚ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ 62
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟ 63
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه۪ شَيْـٔاً وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً اَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ 64
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَمَٓا اُنْزِلَتِ التَّوْرٰيةُ وَالْاِنْج۪يلُ اِلَّا مِنْ بَعْدِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ 65
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ 66
مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِياًّ وَلَا نَصْرَانِياًّ وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفاً مُسْلِماًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ 67
اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرٰه۪يمَ لَلَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ وَهٰذَا النَّبِيُّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِن۪ينَ 68
وَدَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ 69
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ 70
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟ 71
وَقَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اٰمِنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُٓوا اٰخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَۚ 72
وَلَا تُؤْمِنُٓوا اِلَّا لِمَنْ تَبِـعَ د۪ينَكُمْۜ قُلْ اِنَّ الْهُدٰى هُدَى اللّٰهِۙ اَنْ يُؤْتٰٓى اَحَدٌ مِثْلَ مَٓا اُو۫ت۪يتُمْ اَوْ يُحَٓاجُّوكُمْ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ قُلْ اِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِۚ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ 73
يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ 74
وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِماًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْاُمِّيّ۪نَ سَب۪يلٌۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ 75
بَلٰى مَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ وَاتَّقٰى فَاِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ 76
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَل۪يلاً اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 77
وَاِنَّ مِنْهُمْ لَفَر۪يقاً يَلْوُ۫نَ اَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِۚ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ 78
مَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُؤْتِيَهُ اللّٰهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُوا عِبَاداً ل۪ي مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ كُونُوا رَبَّانِيّ۪نَ بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنْتُمْ تَدْرُسُونَۙ 79
وَلَا يَأْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰٓئِكَةَ وَالنَّبِيّ۪نَ اَرْبَاباًۜ اَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟ 80
وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ لَـمَٓا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪ وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪يۜ قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا۬ مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ 81
فَمَنْ تَوَلّٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ 82
اَفَغَيْرَ د۪ينِ اللّٰهِ يَبْغُونَ وَلَهُٓ اَسْلَمَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعاً وَكَرْهاً وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ 83
قُلْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَالنَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۖ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ 84
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪يناً فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ 85
كَيْفَ يَهْدِي اللّٰهُ قَوْماً كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ وَشَهِدُٓوا اَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ 86
اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ اَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ 87
خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَۙ 88
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ 89
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الضَّٓالُّونَ 90
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ مِلْءُ الْاَرْضِ ذَهَباً وَلَوِ افْتَدٰى بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ۟ 91
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ 92
كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلاًّ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِلَّا مَا حَرَّمَ اِسْرَٓائ۪لُ عَلٰى نَفْسِه۪ مِنْ قَبْلِ اَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرٰيةُۜ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرٰيةِ فَاتْلُوهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 93
فَمَنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ 94
قُلْ صَدَقَ اللّٰهُ فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ 95
اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ 96
ف۪يهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَۚ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِناًۜ وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلاًۜ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ 97
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۗ وَاللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا تَعْمَلُونَ 98
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجاً وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ 99
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا فَر۪يقاً مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ كَافِر۪ينَ 100
وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟ 101
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ 102
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَاناًۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ 103
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ 104
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ 105
يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ 106
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ 107
تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْماً لِلْعَالَم۪ينَ 108
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟ 109
كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ وَلَوْ اٰمَنَ اَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۜ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ 110
لَنْ يَضُرُّوكُمْ اِلَّٓا اَذًىۜ وَاِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْاَدْبَارَ۠ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ 111
ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ اَيْنَ مَا ثُقِفُٓوا اِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللّٰهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۠ 112
لَيْسُوا سَوَٓاءًۜ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ۠ 113
يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ مِنَ الصَّالِح۪ينَ 114
وَمَا يَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَلَنْ يُكْفَرُوهُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالْمُتَّق۪ينَ 115
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ 116
مَثَلُ مَا يُنْفِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ر۪يحٍ ف۪يهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ 117
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاًۜ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ وَمَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ اَكْـبَرُۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ 118
هَٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ 119
اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۘ وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ۟ 120
وَاِذْ غَدَوْتَ مِنْ اَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِن۪ينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ 121
اِذْ هَمَّتْ طَٓائِفَتَانِ مِنْكُمْ اَنْ تَفْشَلَاۙ وَاللّٰهُ وَلِيُّهُمَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ 122
وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ بِبَدْرٍ وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ 123
اِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ اَلَنْ يَكْفِيَكُمْ اَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلٰثَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُنْزَل۪ينَۜ 124
بَلٰٓىۙ اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ 125
وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه۪ۜ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِۙ 126
لِيَقْطَعَ طَرَفاً مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنْقَلِبُوا خَٓائِب۪ينَ 127
لَيْسَ لَكَ مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اَوْ يُعَذِّبَهُمْ فَاِنَّهُمْ ظَالِمُونَ 128
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ 129
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافاً مُضَاعَفَةًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ 130
وَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ٓي اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَۚ 131
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ 132
وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّق۪ينَۙ 133
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ 134
وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ 135
اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ 136
قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ سُنَنٌۙ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ 137
هٰذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ 138
وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ 139
اِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُۜ وَتِلْكَ الْاَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِۚ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَٓاءَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَۙ 140
وَلِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِر۪ينَ 141
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ 142
وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُۖ فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟ 143
وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ اَفَا۬ئِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْۜ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلٰى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـٔاًۜ وَسَيَجْزِي اللّٰهُ الشَّاكِر۪ينَ 144
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَاباً مُؤَجَّلاًۜ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ 145
وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَث۪يرٌۚ فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ 146
وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ 147
فَاٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟ 148
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ 149
بَلِ اللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِر۪ينَ 150
سَنُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناًۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ 151
وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه۪ۚ حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَۜ مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْۚ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ 152
اِذْ تُصْعِدُونَ وَلَا تَلْوُ۫نَ عَلٰٓى اَحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ ف۪ٓي اُخْرٰيكُمْ فَاَثَابَكُمْ غَماًّ بِغَمٍّ لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَٓا اَصَابَكُمْۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ 153
ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاساً يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ 154
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۙ اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُواۚ وَلَقَدْ عَفَا اللّٰهُ عَنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَل۪يمٌ۟ 155
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ اَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُواۚ لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ حَسْرَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ 156
وَلَئِنْ قُتِلْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ 157
وَلَئِنْ مُتُّمْ اَوْ قُتِلْتُمْ لَاِلَى اللّٰهِ تُحْشَرُونَ 158
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْۚ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْاَمْرِۚ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ 159
اِنْ يَنْصُرْكُمُ اللّٰهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْۚ وَاِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذ۪ي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ 160
وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَغُلَّۜ وَمَنْ يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ 161
اَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّٰهِ كَمَنْ بَٓاءَ بِسَخَطٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ 162
هُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟ 163
لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ 164
اَوَلَمَّٓا اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَدْ اَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَاۙ قُلْتُمْ اَنّٰى هٰذَاۜ قُلْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ 165
وَمَٓا اَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِاِذْنِ اللّٰهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ 166
وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ نَافَقُواۚ وَق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوِ ادْفَعُواۜ قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لَاتَّبَعْنَاكُمْۜ هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ اَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْا۪يمَانِۚ يَقُولُونَ بِاَفْوَاهِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَۚ 167
اَلَّذ۪ينَ قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُوا لَوْ اَطَاعُونَا مَا قُتِلُواۜ قُلْ فَادْرَؤُ۫ا عَنْ اَنْفُسِكُمُ الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 168
وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتاًۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ 169
فَرِح۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۙ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذ۪ينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْۙ اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۢ 170
يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍۙ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُؤْمِن۪ينَۚۛ ۟ 171
اَلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِلّٰهِ وَالرَّسُولِ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَصَابَهُمُ الْقَرْحُۜۛ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا مِنْهُمْ وَاتَّقَوْا اَجْرٌ عَظ۪يمٌۚ 172
اَلَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَاناًۗ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ 173
فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَظ۪يمٍ 174
اِنَّمَا ذٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ اَوْلِيَٓاءَهُۖ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ 175
وَلَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ اِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ 176
اِنَّ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 177
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ خَيْرٌ لِاَنْفُسِهِمْۜ اِنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ لِيَزْدَادُٓوا اِثْماًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ 178
مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ 179
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ هُوَ خَيْراً لَهُمْۜ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَهُمْۜ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا بِه۪ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلِلّٰهِ م۪يرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ۟ 180
لَقَدْ سَمِـعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ فَق۪يرٌ وَنَحْنُ اَغْنِيَٓاءُۢ سَنَكْتُبُ مَا قَالُوا وَقَتْلَهُمُ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّۙ وَنَقُولُ ذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ 181
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۚ 182
اَلَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ عَهِدَ اِلَيْنَٓا اَلَّا نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتّٰى يَأْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَأْكُلُهُ النَّارُۜ قُلْ قَدْ جَٓاءَكُمْ رُسُلٌ مِنْ قَبْل۪ي بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذ۪ي قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 183
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ جَٓاؤُ۫ بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ 184
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ 185
لَتُبْلَوُنَّ ف۪ٓي اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَذًى كَث۪يراًۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ 186
وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُۘ فَنَبَذُوهُ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ 187
لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 188
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟ 189
اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ 190
اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلاًۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ 191
رَبَّنَٓا اِنَّكَ مَنْ تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ اَخْزَيْتَهُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ 192
رَبَّنَٓا اِنَّـنَا سَمِعْنَا مُنَادِياً يُنَاد۪ي لِلْا۪يمَانِ اَنْ اٰمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَاٰمَنَّاۗ رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّـَٔاتِنَا وَتَوَفَّـنَا مَعَ الْاَبْرَارِۚ 193
رَبَّنَا وَاٰتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلٰى رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْم۪يعَادَ 194
فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ اَنّ۪ي لَٓا اُض۪يعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰىۚ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ فَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَاُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاُو۫ذُوا ف۪ي سَب۪يل۪ي وَقَاتَلُوا وَقُتِلُوا لَاُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ ثَوَاباً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ 195
لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِۜ 196
مَتَاعٌ قَل۪يلٌ ثُمَّ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ 197
لٰكِنِ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا نُزُلاً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ لِلْاَبْرَارِ 198
وَاِنَّ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ خَاشِع۪ينَ لِلّٰهِۙ لَا يَشْتَرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ 199
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ 200
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
الٓمٓۚ
Elif, Lâm, Mîm. Dinle, ey insanoğlu! Bak bunu sana Allah söylüyor. Bunları Allah sözü olarak dinle, başkasının sözüne benzetme. Senin gayet iyi tanıdığın ve şiirlerinde, yazılarında, hitâbelerinde ustalıkla kullandığın şu harflere bir bak. İlâhî kudret bu basit harfleri nasıl mükemmel bir uyumla yan yana dizdi de, olağanüstü güzelliği karşısında en büyük edebiyat ustalarının, âlimlerin, filozofların ister istemez secdeye kapandığı; bir tek sûresinin dahî benzerini yapmakta beşeriyetin acze düştüğü eşsiz, mucizevî bir kitap ortaya koydu:
1
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ الْحَيُّ الْقَيُّومُۜ
Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Emirlerine kayıtsız şartsız boyun eğilmesi gereken mutlak otorite, eşi ortağı olmayan bir tek ilâh O'dur. Hayy'dır. Daima diridir, hayatın biricik kaynağıdır. Bu evrende O'nsuz ne bir varlıktan ne de hayattan söz edilebilir. Kayyûm'dur. Kâinatın nizamını elinde bulunduran, bütün varlıkları koruyup gözeten, yöneten ve yönlendirendir. Bütün mahlûkat, O'nun kudret ve iradesiyle varlık ve intizamını sürdürmektedir.
2
نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَاَنْزَلَ التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۙ
Ey Muhammed! Allah sana bu bitabı, kendisinden önceki kitapları ve peygamberleri onaylayan hak bir kelam olarak, hak ve hakikati ortaya koymak üzere, gerçeğin ve doğrunun ta kendisi olarak göndermiştir. Bu kitap, daha önce gönderilen peygamberleri ve onların getirdiği Tevrat, İncil, Zebur, Suhuflar gibi ilahi kitapları onaylamakta, fakat aynı zamanda, o kitapların zamanla değiştirilmiş, tahrif edilmiş olan kısımlarını düzelterek Hak Din'i yeniden ve tüm berraklığıyla ortaya koymaktadır.
3
مِنْ قَبْلُ هُدًى لِلنَّاسِ وَاَنْزَلَ الْفُرْقَانَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍ
Zaten insanlığa doğru yolu göstermek üzere daha önce Tevrat'ı ve İncil'i de O göndermişti. İşte şimdi de, doğruyu yanlıştan ayırt etmenin şaşmaz ölçüsü olan bu kitabı, Furkân'ı indirdi. Artık bunca açık delillerin gönderilmesinden sonra:

Allah'ın âyetlerini ve yol gösterici mesajlarını inkâr edenlere, çetin bir azap vardır!

Hiç kuşkusuz Allah azizdir, mutlak güç ve otorite sahibidir. Hakları çiğnenen, zulme uğrayan güçsüz ve çaresiz kulları adına intikam alandır!
4
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَخْفٰى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِۜ
Doğrusu ne yerde ne de gökte, hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. O yerde ve gökte, gizli ve açık, olmuş ve olacak her şeyi mükemmel ve kesin bir bilgiye bilir. Bunun içindir ki, O'nun indirdiği kitapta hak ve hakikatten başkası yer almaz.
5
هُوَ الَّذ۪ي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Sizi rahimlerde yaratan ve dilediği gibi şekillendiren O'dur. Ana rahmine düştüğünüz andan itibaren hayatınızın her aşamasında size yardım eden, küçük büyük bütün ihtiyaçlarınızı karşılayan merhamet sahibi Allah'ın, en büyük ihtiyacınız olan hidayet konusuna sizi ihmal etmesi elbette düşünülemez.

O'ndan başka ilâh yoktur; O sonsuz kudret ve hikmet sahibidir. İşte size bu mükemmel biçimi veren Allah, aynı mükemmellikte bir Kitap gönderdi:
6
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
Sana bu muhteşem kitabı gönderen O'dur.

Kur'ân âyetleri, manalarının açıklığı bakımından iki grubu ayrılır: Onun büyük bir kısmı açık ve kesin anlamlı muhkem âyetlerdir ki, bunlar Kitabın özü, aslı, esası ve anasıdır. Diğerleri ise, mecazî anlamlar içeren müteşâbih âyetlerdir.

Muhkem; bozulmaya, yıkılmaya karşı korunan, sapasağlam ve dayanıklı olan demektir. Kur'ân hiçbir değişikliğe ve bozulmaya uğramayacak şekilde korunmuş ve sağlamlaştırılmış olduğundan, bu anlamda bütün âyetleri muhkemdir. (Hûd, 11/1; Hacc, 22/52; Muhammed, 47/20)

Terim olarak muhkem ise, anlamı açık ve kesin olan, hiçbir karışıklığa ve yanlış anlamaya yer vermeyen âyetlere denir. Bu anlamda Kur'ân âyetlerinin büyük bir kısmı muhkemdir. Kur'ân'ın yorumlanmasında ve anlaşılmasında, işte bu muhkem âyetler temel ölçü alınmalıdır.

Müteşâbih ise; aralarındaki fark neredeyse seçilemeyecek ölçüde birbirlerine benzeyen şeyler demektir. Kur'ân âyetleri, üslup ve ifade tarzı bakımından birbirlerine benzediğinden, bu anlamda da bütün âyetleri müteşâbihtir. (Zümer, 39/23)

Terim olarak müteşâbih ise, ilk göze çarpan yüzeysel anlamının ötesinde mecazi bir anlamı barındıran âyetlerdir. Bu tür âyetlerde, Allah'ın sıfatları, ölüm ötesi hayat, peygamberlik, vahiy, yaratılış gibi insanın algı ve tecrübe sınırlarını aşan konular, insanın tanıdığı, aşina olduğu kavram ve sembollerle ifade edilmiştir. Kur'ân'da bu anlamda az sayıda müteşâbih âyet vardır. Kur'ân'ı bâtıl iddiaları doğrultusunda çarpıtmak isteyen kimseler, daha çok müteşâbih âyetleri kullanma eğilimindedirler. Bu tür mecâzî içerikli âyetlerin yüzeysel anlamları çoğunlukla Kur'ân'ın genel ilkelerine aykırı olduğundan, bunlar ancak muhkem âyetler ölçü alınarak yorumlandıkları takdirde doğru anlaşılabilir. Örneğin, Allah'ın kudret ve yardımının müminlerle birlikte olduğunu son derece çarpıcı bir üslupla ifade eden "Allah'ın eli müminlerin elinin üzerindedir" âyetinden, Allah'ın haşa insanlar gibi bir ele sahip olduğu anlamı çıkarılamaz. Zira muhkem âyetlerde, "Allah'a yaratılmış hiçbir varlığa benzemediği" ifade edilmektedir. Bu bakımdan müteşâbih âyetler Kur'ân'ın bütünlüğü çerçevesinde yorumlanarak anlaşılmalıdır.

Ama kalplerinde eğrilik bulunan kötü niyetli veya bilgisiz insanlar, Kur'ân'ın bildirdiği gerçekler konusunda insanları şüpheye düşürerek fitne çıkarmak ve Allah'ın kitabını keyiflerince yorumlayıpbatıl iddia ve önyargılarını Kur'ân'a onaylatmak amacıyla, muhkem âyetleri görmezlikten gelirler de, anlamını rahatça çarpıtabileceklerini düşündükleri bu müteşâbih âyetlerin peşine düşerler.

Oysa onların gerçek anlamını ve doğru yorumunu sadece Allah bilir. Ve bunu, kitabındaki muhkem âyetlerle size de açıkça bildirmiştir. O hâlde, birkaç anlama gelebilen bu müteşâbih âyetlerin doğru yorumunu Allah'tan, yani onun kitabındaki anlamı açık olan muhkem âyetlerden öğrenmelisiniz.

Nitekim ilimde derinleşmiş olanlar, "Biz Kur'ân'ı okuyup inceledik ve bu kitabın ilâhî bir kelam olduğunu idrak ederek ona tüm kalbimizle iman ettik. İnsanoğlunun dünyada ve âhirette kurtuluşa ermesi için uyması gereken kuralları harika bir üslupla ortaya koyan bu kitabın her bir âyeti, onun beşer üstü bir kaynaktan geldiğini hiçbir şüpheye yer vermeyecek biçimde ispatlamaktadır. Muhkem olsun müteşâbih olsun, Kur'ân âyetlerinin tümü Rabb'imiz tarafından gönderilmiştir." derler.

Ama ne var ki, akıl ve sağduyu sahibi olanlardan başkası, dürüst ve samimi bir kalple Kur'ân'ı okuyup da ondan öğüt almaz.

O temiz yürekli, derin kavrayışlı müminler Allah'a şöyle yalvarırlar:
7
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
"Ey Rabb'imiz! Bizi Kur'ân'la tanıştırıp doğru yola ilettikten sonra, kalplerimizi eğriltme! Kur'ân'ı doğru anlayıp onun hidayet nurlarıyla aydınlanmayı ve bu kitabı bir hayat programı olarak yaşamayı bizlere nasip eyle! Bize katından, dünyada ve âhirette başarıya, kurtuluşa iletecek bir rahmet bağışla! Doğrusu sen, sonsuz lütuf ve nimetleri cömertçe bağışlayansın!"
8
رَبَّنَٓا اِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟
"Ey Rabb'imiz! Elbette sen, gerçekleşeceğinde asla şüphe olmayan bir gün hesap sormak için tüm insanlığı bir araya toplayacaksın. Hiç kuşku yok ki, Allah asla sözünden dönmez!"
9
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِۙ
Allah'ın âyetlerini inkâr edenlere gelince, o çok güvendikleri malları ve çocukları, yaniservetleri, saltanatları, orduları, sosyal ve ekonomik güçleri, onları Allah'ın azabından kurtaramayacaktır. İşte onlar, cehennemdeki korkunç ateşin yakıtıdırlar. Çünkü kendilerini cehenneme götürecek işler yaparak o ateşi bizzat kendielleriylehazırlamışlardır.
10
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Bu inkârcıların gidişatı, tıpkı Firavun hanedanının ve onlardan önceki zalimlerin durumuna benziyor:

Onlar da Allah'ın âyetlerini yalanlamışlardı. Allah da günahlarından dolayı onları kıskıvrak yakalayıvermişti. Allah'ın cezalandırması gerçekten çok şiddetlidir.
11
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ اِلٰى جَهَنَّمَۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ
Ey Peygamber! O inkârcılara de ki: "Hakk'ın karşısında ne kadar direnseniz de, hepiniz eninde sonunda yenilgiye uğrayacak ve topluca cehennemi boylayacaksınız; o ne fena bir döşektir!"
12
قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ
Nitekim Bedir Savaşı'nda karşı karşıya gelen iki toplulukta, size Allah'ın vaadini apaçıkgösteren bir delil vardı. Şöyle ki:

Hicretin ikinci yılında, İslâm ordusu ile Mekke müşrikleri Bedir'de karşı karşıya gelmişlerdi. 313 kahraman mücahitten oluşan bir grup Allah yolunda savaşıyordu; tam teçhizatlı 1000 askerden oluşan diğer grup ise, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyor ve küfrün, şirkin, zulmün egemen olması için savaşıyordu.

Savaşın ilk anlarında, iki ordu birbirine hücum etsin de ilahi vaad gerçekleşsin diye, Allah her iki tarafa da karşısındakini olduğundan daha az gösteriyordu (Enfâl, 8/44). Çarpışmanın kızıştığı sırada Allah'ın gönderdiği melekler müminlerin safında yerlerini alınca, kâfirler onları açık ve net olarak kendilerinin iki katı görüyorlardı.

İşte Allah, kullarından dilediğini böyle yardımıyla destekler.

Hiç kuşkusuz bunda, akıl ve gönül gözüyle hakikati görebilenler için Allah'ın kudret, hikmet ve adaletini gösteren nice deliller,nice ibretler vardır.

Evet, Allah'ın yardımıyla birçok zafer kazanacak, üstün başarılar elde edeceksiniz. Fakat er meydanlarında düşmanla göğüs göğüse çarpışmak kadar, belki ondan da çetin bir imtihan var ki, işte asıl kahramanlığı orada göstermelisiniz:
13
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ
Güzelliğiyle büyüleyen kadınlara, göz aydınlığı ve gönül meyvesi çocuklara, yığın yığın altın ve gümüşlere, soylu ve endamlı atlara, etinden, sütünden vs. faydalandığınız evcil hayvanlara ve bağlara, bahçelere, ekinliklere karşı aşırı düşkünlük, insanoğluna çekici kılınmıştır.

Bütün bunlar, dünya hayatının basit ve gelip geçici nimetleridir. İnsan hayatının ve neslinin devamı için verilen bu nimetlerden uygun biçimde yararlanabilirsiniz; fakat onlara tutkuyla bağlanıp âhireti unutmamalısınız. Çünkü asıl ulaşılması gereken en güzel hedef, Allah katında sizi bekleyen ebedî âhiret hayatıdır.
14
قُلْ اَؤُ۬نَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذٰلِكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَاَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِۚ
Ey İslâm davetçisi! Dünyanın bu gelip geçici nimetlerine bağlanan gafillere de ki:

"Size bunlardan çok daha güzel, çok daha iyi olanı bildireyim mi? Kötülükten sakınanlar için Rablerinin katında, yemyeşil ağaçlarının altından ırmaklar çağıldayan ve sonsuza dek içerisinde yaşayacakları cennet bahçeleri, her türlü maddi ve manevi kirden arınmış, pırıl pırıl, tertemiz eşler ve hepsinin üzerinde ve ötesinde, Allah'ın "Hoş geldin sevgili kulum; ben senden razı oldum!" demesi ve ona hoşnutluğunu bildirmesi vardır."

Hiç kuşkusuz Allah, kullarının her hâl ve hareketini görmektedir ve yaptıkları iyiliklerin karşılığını onlara muhakkak verecektir.
15
اَلَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اِنَّـنَٓا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِۚ
Onlar ki, "Ey Rabb'imiz! Biz sana ve gönderdiğin âyetlere yürekten iman ettik; günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru!" diye dua ederler.
16
اَلصَّابِر۪ينَ وَالصَّادِق۪ينَ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْمُنْفِق۪ينَ وَالْمُسْتَغْفِر۪ينَ بِالْاَسْحَارِ
Özellikle de hak yolunda kararlılık gösteren, zorluk ve sıkıntılar karşısında dayanıp direnerek sabreden, niyet ve davranışlarında dosdoğru olan, Allah'ın iradesine gönülden boyun eğen, Allah'ın bahşettiği rızkı O'nun yolunda harcayan ve ruhların en dingin, en duyarlı olduğu o seher vakitlerinde Rablerine el açıp yalvararak bağışlanma dileyen o seçkin kullarını görmektedir ve onları dünyada ilâhî yardım, âhirette ebedî cennet nimetleriyle mutlaka ödüllendirecektir.

Sakın bu vaat ve uyarıları gerçekliği şüpheli, temelsiz ve şahitsiz kuru iddialar sanmayın:
17
شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِماً بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ
Bizzat Allah, kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik eder; melekler ve adalet ölçüsünü gözeten ilim adamları da bu gerçeğe şahitlik ederler: O'ndan başka ilâh yoktur! Gerçek anlamda kudret ve hikmet sahibi ancak O'dur!

Peki, bir olan Allah; her biri diğeriyle çelişen, mensupları arasında bitmez tükenmez kavgalar yaşanan Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık gibi farklı dinler göndermiş olabilir mi?
18
اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Gerçek şu ki, Allah katında kabul gören ve insanoğlunu dünya ve ahirette mutluluğa ulaştıracak yegâne din, İslâm'dır. İslâm, kişisel çıkarları, arzu ve ihtirasları terk edip Allah'ın hükmüne kayıtsız şartsız boyun eğerek barış, esenlik ve güvenliğe ulaşmak demektir. İslâm, doğrudan doğruya Allah tarafından gönderilen ve peygamberlerce uygulamalı olarak insanlığa sunulan mükemmel hayat nizamıdır. İşte Âdem'den bu yana bütün peygamberler, insanlığa bu dini tebliğ etmişlerdir. Ama ne var ki:

Kendilerine daha önce Tevrat, Zebur, İncil gibi kitap verilenler, onlara Allah katından ilim ve hikmet dolu âyetler geldikten sonra, sırf aralarındaki çıkar çatışmaları, kin, ihtiras, azgınlık ve çekememezlik yüzünden hak dinde ayrılığa ve anlaşmazlığa düştüler. Yoksa peygamberler onlara ayrılık ve düşmanlığı emretmiş değildi. Fakat onlar peygamberlerin bıraktığı ilkelere aykırı davrandılar. Böylece her ümmet, bir sonraki peygamberi inkâr etti. Bununla da kalmayıp, peygamberlerin getirdiği inanç sistemini terk ederek onun yerine kendi uydurdukları hurafeleri din hâline getirdiler. Nihayet Allah, Son Elçisini göndererek hakikati yeniden ve açıkça ortaya koydu.

Artık her kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, şunu iyi bilsin ki, mahşer günü Allah hesabı çabuk görendir!
19
فَاِنْ حَٓاجُّوكَ فَقُلْ اَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّٰهِ وَمَنِ اتَّـبَعَنِۜ وَقُلْ لِلَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ وَالْاُمِّيّ۪نَ ءَاَسْلَمْتُمْۜ فَاِنْ اَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ۟
Ey Muhammed! Eğer bunca delillere rağmen, yine de hakikati kabullenmeye yanaşmayıp seninle tartışmaya girişirlerse, onlara de ki:

"Ben, tüm benliğimle Allah'a teslim oldum, benim izimden gelenler de tüm kalpleriyle O'na teslim olup gönülden boyun eğmişlerdir."

Ey Peygamber! Kendilerine vaktiyle kitap verilmiş olan Yahudilere, Hristiyanlara ve ilâhî vahiy bilgisinden yoksun olan, âhiret ve nübüvvet gerçeğini tümüyle inkâr eden ümmilere de ki:

"Siz de Son Elçisi aracılığıyla gönderdiği hükümlere iman ederek Allah'a boyun eğip Müslüman olmak ve böylece ebedî kurtuluşu kazanmak istemez misiniz?"

Eğer kibir, bencillik, bağnazlık ve haksız önyargılardan kurtularak hakikate teslim olurlarsa, doğru yolu bulmuş olurlar. Ama eğer yüz çevirirlerse, bundan dolayı üzülme. Bir sonraki toplumsal aşamanıza uygun emirler (Tevbe, 9/29) gelinceye kadar, onları inkârlarıyla baş başa bırak. Çünkü bu aşamada senin görevin, yalnızca ilâhî mesajı ulaştırmaktan ibarettir.

Hiç kuşkusuz Allah, kulları görmektedir ve hak ettikleri karşılığı onlara mutlaka verecektir.
20
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ حَقٍّۙ وَيَقْتُلُونَ الَّذ۪ينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ
O hâlde, ey İslâm davetçisi! Allah'ın âyetlerini tamamen veya kısmen inkâr eden, gerek açıkça suikast düzenleyerek ve gerekse toplum içindeki itibar ve etkinliklerini yok etmeye çalışarak haksız yere peygamberleri öldüren ve o peygamberlerin getirdiği ilkelere bağlı kalarak hakkı, hukuku, doğruluğu ve adaleti savunan insanlara hayat hakkı tanımayan zalimler ve inkârcılar yok mu; işte onlara can yakıcı bir azabı müjdele!
21
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ
Onlar, dünyaya ve âhirete yönelik çalışmaları boşa giden ve kendilerini dünyada zillet ve meskenetten, âhirette ise cehennem azabından kurtaracak hiçbir yardımcıları olmayan kimselerdir. Bunların kendilerini Allah'ın özel ve seçkin kulları olarak nitelendirmeleri neticeyi değiştirmeyecektir:
22
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ اِلٰى كِتَابِ اللّٰهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ وَهُمْ مُعْرِضُونَ
Kendilerine Tevrat, Zebur, İncil gibi kitaptan bir pay verilmiş olan Yahudi ve Hristiyanlara baksana: Aralarında çıkan anlaşmazlıklarda hüküm vermesi için Allah'ın kitabına çağrılıyorlar; fakat içlerinden bir grup, inandıklarını iddia ettikleri kitabın hükmünü reddederek arkasını dönüp gidiyor.
23
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍۖ وَغَرَّهُمْ ف۪ي د۪ينِهِمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Çünkü onlar, "Hepimiz peygamber torunları ve Allah'ın imtiyazlı kullarıyız. Bunun için, en büyük günahları işlesek ve Tevrat'ta geleceği müjdelenen Son Peygamber'i inkâr etsek bile cehenneme girmeyiz. Girsek de, sayılı birkaç gün dışında bize asla ateş dokunmayacaktır! Günahımızın cezasını kısa bir süre çektikten sonra nasıl olsa cennete gireceğiz!" dediler.

Allah adına uydurdukları bu bâtıl inançlar ve saçma iddialar, dinleri hakkında onları büyük bir kibir, gaflet ve aldanışa sürüklemiştir.
24
فَكَيْفَ اِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Peki, gerçekleşeceğinde asla şüphe olmayan ve hiç kimseye haksızlık edilmeksizin herkese yaptıklarının karşılığının tastamam verileceği gün onları bir araya topladığımız zaman, acaba hâlleri nice olacak? O gün yalan ve iftiraları onları kurtaramayacak, son pişmanlıkları da fayda vermeyecek. Onun için yol yakınken tövbe etsinler, zulüm ve inkârdan vaz geçip hakka teslim olsunlar.
25
قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Ey İslam davetçisi! Allah'ın verdiği güç, servet ve saltanatla şımarıp azgınlaşan ve bunlara sahip olmayı doğru yolda olmanın ölçüsü sayan o kâfirlere karşılık, sen Rabb'ine tevazu ile yalvararak de ki:

"Ey mülkün ve her türlü güç, kudret, saltanat ve otoritenin gerçek sahibi olan Allah'ım!"

 "Sen yeryüzünde mülkü ve egemenliği dilediğine verir, dilediğinden çekip alırsın!"

"Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın!"

"Her türlü nimet, lütuf ve iyilik yalnızca senin elindedir. Hiç kuşku yok ki, senin her şeye gücün yeter!"
26
تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
"Sen geceyi kısaltıp gündüze katar, gündüzü kısaltıp geceye katarsın."

"Ölüden diriyi çıkarır, diriden ölüyü çıkarırsın."

"Ve hiç umulmadık imkânlar yaratarak, dilediğine sınırsız nimetler bahşedersin."

Mademki mülkün gerçek sahibi Allah'tır, o hâlde müminler yalnızca O'na güvenmelidirler:
27
لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّٰهِ ف۪ي شَيْءٍ اِلَّٓا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰيةًۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ
İnananlar, din kardeşleri olan müminleri bırakıp da Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaş açan kâfirleri kendilerine samimi dost, koruyucu, yönetici, yandaş, müttefik ve veli edinmesinler.

Dikkat edin; her kim böyle bir şey yapacak olursa, Allah ile bütün bağlarını koparmış olur.

Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeye karşı korunmak için onlardan görünmeniz, onlara dostunuzmuş gibi davranmanız hariç. Kâfirlerin kötülüklerine karşı kendinizi korumak için, Müslümanlara zarar vermemek şartıyla böyle bir tedbir alabilirsiniz. İslâm âlimlerinin ve yöneticilerinin emirleri doğrultusunda, kâfirlerin arasına sızarak müminler adına casusluk faaliyetlerinde bulunmak amacıyla da bu tür tedbirlere başvurulabilir.

Bununla birlikte, Allah asıl kendisinden korkmanızı size öğütlüyor! O hâlde, zalimlerin tehditlerinden korkmayın; asıl Allah'ın emirlerini çiğnemekten sakının! Unutmayın ki, eninde sonunda dönüş Allah'adır.
28
قُلْ اِنْ تُخْفُوا مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ اَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Ey İslâm davetçisi! De ki: "Kalplerinizdeki düşünce ve niyetleri gizleseniz de açığa vursanız da Allah onları bilir."

"Bunların da ötesinde, göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilmektedir."

"Hiç kuşku yok ki, Allah'ın her şeye gücü yeter." Dolayısıyla, zalimlerle dost olup müminlere düşmanlık besleyenlere Hesap Günü'nde cezalarını vermeye de kadirdir:
29
يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَراًۚۛ وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُٓوءٍۚۛ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُٓ اَمَداً بَع۪يداًۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاللّٰهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ۟
O Gün her insan, yapmış olduğu bütün iyilik ve kötülükleri karşısında hazır bulacak ve o kötülüklerin kendisinden uzak olmasını ne kadar da arzu edecek! Ama ne var ki, son pişmanlık fayda vermeyecek.

Dikkat edin; Allah, kendisine karşı gelmemeniz konusunda duyarlı ve dikkatli olmanızı size öğütlüyor. Hiç kuşkusuz Allah, emir ve yasaklarını dikkate alan kullarına karşı çok şefkatlidir. Fakat bu şefkatin tecelli etmesi için, kulların yapması gerekenler var:
30
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ey Muhammed! Allah'ı sevdiğini iddia eden ve O'nun sevgisini kazanmak isteyen kimselere de ki: "Eğer gerçekten Allah'ı seviyorsanız, O'nun emirlerini size ileten, açıklayan ve uygulayan bir Elçi olarak bana ve bana indirilen Kur'ân'a itaat edin ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Hiç kuşkusuz Allah, pişmanlıkla tövbe edildiği takdirde en büyük günahları bile bağışlayandır, merhamet edendir."
31
قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ
Peygamber'in Sünneti'ni dikkate almaksızın İslâm'ı yaşayabileceklerini zanneden gafillere de ki: "Allah'ın kitabına ve bu kitabın pratik açılımını, en mükemmel uygulamasını ortaya koyan Peygamber'e itaat edin!"

Ama eğer yüz çevirirlerse, şunu iyi bilsinler ki, Allah'ın kitabına veya Elçisi'ne karşı gelmek Allah'a karşı gelmek demektir. Bu da onu inkâr etmek anlamına gelir ki, Allah da inkâr edenleri sevmez! Sevmediği için de onları doğru yola iletmez.

Oysa Peygambere itaat edilmesi gerektiğini en iyi Yahudi ve Hristiyanların bilmesi gerekirdi. Zira daha önce nice peygamberler gelip geçmişti:
32
اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰٓى اٰدَمَ وَنُوحاً وَاٰلَ اِبْرٰه۪يمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ
Gerçekten Allah, insanlığın ataları sayılan Âdem ile Nuh'u ve içinde birçok peygamberin yetiştiği İbrahim ailesini ve İmran [39] ailesini kötülüklerden, çirkinliklerden arındırıp güzel özelliklerle donatarak bütüninsanlık âlemine üstün bir örnek kılmıştır.
33
ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِنْ بَعْضٍۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۚ
Birbirlerinin soyundan gelen ve tevhid sancağını elden ele taşıyan öncü bir nesil olarak.

Allah her şeyi işitendir, bilendir.

Yahudilerin yalancılıkla suçladığı, Hristiyanların ise aşırı yücelterek ilâhlaştırdığı İsa Peygamber'in gerçek hayat hikâyesine gelince:
34
اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰنَ رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّراً فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Hani bir zamanlar, İmrân'ın Hanne binti Fâkûd adındaki hanımı Allah'a el açıp yalvararak, "Ya Rab!" demişti, "Karnımda taşıdığım ciğerparemi, biricik evladımı tüm varlığıyla senin hizmetine adadım, bu adağımı benden kabul eyle! Doğrusu sen her şeyi işiten, her şeyi bilensin!"
35
فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي وَضَعْتُهَٓا اُنْثٰىۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْۜ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْاُنْثٰىۚ وَاِنّ۪ي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَاِنّ۪ٓي اُع۪يذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
Nihayet Hanne çocuğunu doğurunca, —Allah onun ne doğurduğunu gayet iyi bildiği hâlde— durumunu O'na arz ederek, "Ey Rabb'im!" dedi, "Ben bir kız çocuğu dünyaya getirdim. Oysa erkek çocuk umuyordum. Çünkü erkek, kız gibi güçsüz ve korunmaya muhtaç değildir. Erkek çocuk kıza göre daha güçlü ve dayanıklı olduğu için benim adağıma daha uygun düşerdi. Ayrıca, mabet hizmetlerine yalnızca erkek çocuklar kabul ediliyor. Fakat ben yine de sözümü tutuyorum. Ona Meryem ismini veriyor, kendisini ve neslinden gelecek olanları o lânetlenmiş şeytanın kötülüklerine karşı sana emanet ediyorum."
36
فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتاً حَسَناًۙ وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقاًۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Böylece Allah, Meryem'i kendi yolunda adanmış kıymetli bir adak olarak güzelce kabul buyurdu ve onu nadide bir çiçek gibi güzelce yetiştirdi. Çekilen kura sonucunda, mabedin koruyucularından biri olan Zekeriya Peygamber onun eğitim ve bakımını üstlendi.

Zekeriya ne zaman Meryem'i mabette ziyaret etse, yanında türlü türlü yiyecekler görürdü.

Bunun üzerine, hayret ve hayranlıkla ona sordu: "Ey Meryem, bunlar sana nereden geliyor?" Meryem de, "Bunlar Allah katındandır. Bu yiyecekleri yaratan ve bana ulaşmasını sağlayan Allah'tır. Çünkü Allah, dilediğine hiç beklemediği imkânlar yaratarak sınırsız nimetler bahşeder!" dedi.
37
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُۚ قَالَ رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ اِنَّكَ سَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ
İşte o sırada, Allah'ın özel koruması altındaki bu tertemiz çocuğu görüp imrenen Zekeriya, ilerlemiş yaşına rağmen Rabb'ine el açıp şöyle yalvardı:

"Ey Rabb'im, benden sonra İsrailoğulları'nın yoldan çıkacağından korkuyorum. Bu ümmetin, Meryem gibi tertemiz bir nesle ihtiyacı var. Sonsuz lütuf ve rahmetinle bana katından böyle hayırlı ve temiz bir nesil bağışla! Kuşku yok ki, sen bütün duaları işitir ve karşılığını verirsin."
38
فَنَادَتْهُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَهُوَ قَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ اَنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيٰى مُصَدِّقاً بِكَلِمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَسَيِّداً وَحَصُوراً وَنَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Derken, Zekeriya mabette namaza durduğu bir sırada melekler ona şöyle seslendiler:

"Ey Zekeriya, sana müjdeler olsun! Allah sana şu ihtiyarlık çağında, ‘Dürüstlük ve erdemliliğiyle hep canlı kalacak, sürekli gönüllerde yaşayacak' anlamına gelen Yahya adında tertemiz bir çocuğunun olacağını müjdeliyor. Bu çocuk, Allah'ın kelimesini, yani ‘Ol!' emriyle babasız olarak yaratacağı İsa Mesih'i tasdik edecektir. İhtiyar bir baba ve kısır bir anneden doğmakla, Hz. İsa'nın da —Allah'ın dilemesiyle— babasız doğabileceğini en güzel bir örnek ve canlı bir şahit olarak fiilen gösterecek, büyüyünce de bizzat Hz. İsa'ya iman edip getirdiklerini onaylayacaktır. O, üzerinde önderlik ve büyüklük vasfını taşıyan bir efendi, son derece iffetli ve seçkin kullar arasında yer alan bir peygamber olacaktır."
39
قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَاَت۪ي عَاقِرٌۜ قَالَ كَذٰلِكَ اللّٰهُ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ
Allah'tan ümmeti için hayırlı bir nesil isteyen, fakat bu dua karşılığında Allah'ın kendisine bir çocuk ihsan edeceğini hiç beklemeyenZekeriya hayretler içinde, "Ey Rabb'im!" dedi, "Bana ihtiyarlık gelip çatmışken, üstelik hanımım da kısır olduğu hâlde nasıl çocuğum olabilir?" (Meryem, 19/8)

Melek, "Öyle ama," dedi, "Allah dilediğini dilediği şekilde yaratır!"
40
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍ اِلَّا رَمْزاًۜ وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَث۪يراً وَسَبِّـحْ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ۟
Zekeriya, "Ey Rabb'im, oğlum olacağına dair bana bir alâmet göster ki, bundan iyice emin olayım ve halkım da buna inansın!" dedi.

Allah, "Senin alâmetin şudur ki, hasta olmadığın hâlde üç gün boyunca dilin tutulacak ve insanlarla ancak işaret diliyle konuşabileceksin.

Fakatbu hâlde bile, "Ne yapayım, dilim dönmüyordu, konuşamıyordum; bu yüzden insanlara hakkı tebliğ edemedim!" deme. El kol hareketleriyle bile olsa, O'nun âyetlerini sürekli gündemde tutarak Rabb'ini çokça zikret, hem kalbinle, hem davranışlarınla O'nun adını yücelterek gece gündüz tesbih et!" dedi.

Bu arada ilâhî kudret, Meryem'i büyük görev için hazırlıyordu:
41
وَاِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفٰيكِ عَلٰى نِسَٓاءِ الْعَالَم۪ينَ
Hani melekler, Meryem'e şöyle seslenmişlerdi: "Ey Meryem! Allah seni insanlar arasından seçip tertemiz kıldı ve yaşadığın çağdaki bütün kadınlar arasında seçkin ve üstün bir konuma yükseltti."
42
يَا مَرْيَمُ اقْنُت۪ي لِرَبِّكِ وَاسْجُد۪ي وَارْكَع۪ي مَعَ الرَّاكِع۪ينَ
"Ey Meryem! Rabb'ine gönülden bağlılıkla kulluk et, O'nun huzurunda secdeye kapan ve kadınların mabede girmesini yasaklayan Yahudi din adamlarına rağmen cemaatle namaza katıl veRablerinin huzurundasaygıyla eğilerek rükû eden müminlerle birlikte sen de rükû et!"
43
ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۜ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ اَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَۖ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يَخْتَصِمُونَ
Ey Muhammed! İşte bunlar senin daha önce hiç bilmediğin, fakat sana vahiyle bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa içlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye aralarındakura çekmek üzere kalemlerini suya attıkları sırada, hangisinin kalemi ilk önce akıntıya kapılıp gidecek de kurayı kazanacak diye merak ve heyecanla bekleşirlerken, sen onların yanında değildin. Onlar bu konuyu tartışırlarken de yanlarında bulunmuyordun. Dolayısıyla, insanoğlunun bilgi ve tecrübe sınırlarını aşan bu ve benzeri olayları bizzat görmüşçesine haber vermen, senin hak peygamber olduğunu gösteren delillerden biridir.
44
اِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُۗ اِسْمُهُ الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَج۪يهاً فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ
Hani melekler, "Ey Meryem!" demişlerdi, "Allah seni, kendi katından göndereceği bir kelimeyle, yani "Ol!" emriyle mucizevi bir şekilde rahminde yaratacağı bir çocuk ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir."

"Dünyada da âhirette de saygın, çok değerli bir kul ve Allah'a en yakın olanlardan, O'nun hoşnutluğuna ermişbüyükbir peygamberdir."
45
وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاً وَمِنَ الصَّالِح۪ينَ
"Hem doğar doğmaz beşikte iken, hem de Allah'ın izniyle büyüyüp yetişkin bir adam olarak insanlarla konuşacak ve son derece erdemli ve iyiliksever bir kimse olacaktır."
46
قَالَتْ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْن۪ي بَشَرٌۜ قَالَ كَذٰلِكِ اللّٰهُ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ اِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Bu sözler üzerine Meryem şaşkınlıkla, "Ey Rabb'im, bana hiç erkek eli değmediği hâlde benim nasıl çocuğum olabilir?" diye sordu.

Melek dedi ki: "Allah dilerse elbette olur. İşte Allah böyle dilediğini dilediği şekilde yaratır!"

"Bir şeyin olmasını diledi mi, ona sadece ‘Ol!' der; o da hemen oluverir."
47
وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ
"Senin çocuğun öyle büyük bir insan olacak ki, Allah ona hem kutsal kitapların özünü ve ilâhî bilgiyi pratik hayata uygulama bilgisi olan hikmeti, hem de Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek."
48
وَرَسُولاً اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَنّ۪ي قَدْ جِئْتُكُمْ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْۙ اَنّ۪ٓي اَخْلُقُ لَكُمْ مِنَ الطّ۪ينِ كَهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ فَاَنْفُخُ ف۪يهِ فَيَكُونُ طَيْراً بِاِذْنِ اللّٰهِۚ وَاُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ وَاُحْـيِ الْمَوْتٰى بِاِذْنِ اللّٰهِۚ وَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَۙ ف۪ي بُيُوتِكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ
"Ve onu, İsrailoğulları'na şu gerçekleri bildiren bir elçi yapacak:"

‘Bakın, ben size Rabb'iniz tarafından peygamberliğimi kanıtlayan bir delil, bir mucize getirdim: Size çamurdan kuşa benzer bir şekil yapıp ona üfleyeceğim ve Allah'ın izniyle o derhâl gerçek bir kuş olup uçuverecek.'

YineAllah'ın izniyle, doğuştan kör olanları ve cüzzamlıları iyileştireceğim. Ve Allah'ın izniyle ölüleri dirilteceğim. Ayrıca, evlerinizde neler yiyip içtiğinizi ve neler saklayıp biriktirdiğinizi Rabb'imin vahyi sayesinde size haber vereceğim.'

‘Eğer gerçekten inanan kimseler iseniz ve hakikati olduğu gibi kabullenmeye niyetiniz varsa, elbette bunlar, size benim gerçek bir peygamber olduğumu kanıtlayan açık ve kesin birer delildir.'
49
وَمُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَلِاُحِلَّ لَكُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ وَجِئْتُكُمْ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِ
‘Ayrıca, benden önce indirilmiş olan Tevrat'ı —zamanla değiştirilmiş olan kısımlarını düzelterek— onaylamak ve bir zamanlar size yasak edilenlerin bir kısmını, kıyamete kadar sürecek evrensel hükümler olmadıkları için helâl kılmak amacıyla gönderildim.'

‘İşte, peygamberliğimi ispatlamak üzere size Rabb'inizden apaçık deliller ve mucizeler getirdim. O hâlde, Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!'
50
اِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ
‘Gerçek şu ki, Allah benim de Rabb'imdir, sizin de Rabb'inizdir. Öyleyse yalnızca O'na kulluk edin! İşte dosdoğru yol budur.'"
51
فَلَمَّٓا اَحَسَّ ع۪يسٰى مِنْهُمُ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِۚ اٰمَنَّا بِاللّٰهِۚ وَاشْهَدْ بِاَنَّا مُسْلِمُونَ
Yahudi din adamları ve yöneticileri, İsa'nın hak peygamber olduğunu ortaya koyan bunca mucizeleri gördükleri hâlde, iman etmeye yanaşmadılar. İsa, onların inkârda diretip kendisine karşı entrikalar kuracaklarını anlayınca, etrafındaki müminlere seslenerek, "Allah yolunda başlattığım mücadelede kimler bana canıyla malıyla destek ve yardımcı olacak?" diye sordu.

Bunun üzerine, havariler derhâl ileri atılarak dediler ki:

"Allah'ın Elçisi'nin yardımcıları biziz! Zira biz Allah'a yürekten iman etmişiz. Şahit ol ki, biz tüm benliğimizle Rabb'imizin emirlerine teslim olan, O'na boyun eğen kimseleriz!"
52
رَبَّنَٓا اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ
"Ey Rabb'imiz! Bize gönderdiğin bütün kitaplara, bütün vahiylere iman ettik ve senin mesajını bize ileten bu Peygamber'inemrine uyduk. O hâlde, bizi hakikate tanıklık eden şahitlerle birlikte yaz ya Rab!"
53
وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟
İsa Peygamber'i engellemenin artık mümkün olamayacağını gören Yahudi din adamları,onu Romalılara öldürtmek için haince bir tuzak kurdular. Allah da, İsa'yı Romalı askerlere ihbar eden hain Yehuda İskariyot'u tıpatıp İsa'ya benzeterek öldürmelerini sağlamak ve Elçisini koruyup kendi katına yükseltmek suretiyle, onların tuzaklarına karşı tuzak kurdu. Hem de hiçbir gücün karşı koyamayacağı ve daima en hayırlı neticeleri olan müthiş bir tuzak... Hiç kuşku yok ki, Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. Bu ilahi plan neticesinde, İsa Peygamber'i yakalamak üzere baskın düzenleyen Romalı askerler, onun yerine onu ihbar eden Yehuda İskariyot'u yakalayıp çarmıha gerdiler.
54
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسٰٓى اِنّ۪ي مُتَوَفّ۪يكَ وَرَافِعُكَ اِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۚ ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
Allah o vakit İsa'ya demişti ki: "Ey İsa! Seni o zalimlerin elinden kurtaracağım (Nisa, 4/157-158). Sonra da ruhunla ve bedeninle farklı bir hayat boyutuna alarakseni vefat ettireceğim ve Kıyamet öncesinde Son Peygamber (as)'ın ümmeti olarak yeniden dünyaya göndermek üzere yüce semalara, kendi katıma yükselteceğim."

"Gerek sana bahşedeceğim ilâhî yardım ve gerekse Son Elçi'ye göndereceğim Kur'ân sayesinde, seni inkârcılarınkötülüklerinden ve çirkin iftiralarından koruyup arındıracağım. Böylece senin ne Yahudilerin iddia ettiği gibi bir yalancı ve ne de Hristiyanların iddia ettiği gibi Tanrı veya Tanrı'nın olmadığını, aksine, diğer peygamberler gibi bir peygamber ve seçkin bir kul olduğunu tüm insanlığa bildireceğim."

"Bu hakikatlere böylece iman ederek senin izinden giden gerçek müminleri, ta Diriliş Günü'ne kadar inkârcılardan üstün kılacağım."

"Sonra da hepiniz dönüp benim huzuruma geleceksiniz. İşte o zaman, dünyada iken anlaşmazlığa düştüğünüz her konuda aranızda nihaî hükmü vereceğim."
55
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَاُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداً فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ
"Nankörlük edipâyetlerimi inkâr edenlere gelince; onları hem bu dünyada hem de âhirette şiddetle cezalandıracağım ve hiç kimse onlara yardım edemeyecek."
56
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ
"İman edip güzel ve yararlı işler yapanlara gelince, Allah onların mükâfatlarını tam olarak verecektir.

Doğrusu Allah, zulüm ve haksızlık yapanları sevmez."
57
ذٰلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْاٰيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَك۪يمِ
Ey Muhammed! İşte biz bunları, hakikati tüm berraklığıyla ortaya koyan ilâhî âyetler ve hikmetli öğütler olarak sana vahiy yoluyla okuyoruz:
58
اِنَّ مَثَلَ ع۪يسٰى عِنْدَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَۜ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Allah'a göre, babasız yaratılmış olması bakımından İsa'nın durumu, hem babasız hem de annesiz yaratılmış olan Âdem'in durumu gibidir: Allah onu topraktan yarattı, sonra ona ‘Ol!' dedi, o da hemen oluverdi. Ey Hristiyanlar! İşte İsa Peygamber de Âdem'in yaratılması gibi Allah'ın "Ol!" emriyle yaratılmış bir kuldur; asla Allah'ın oğlu değildir. İsa babasız yaratıldığı için Allah'ın oğlu olsaydı, anasız ve babasız olarak yaratılan Âdem'in buna daha lâyık olması gerekmez miydi? Oysa Âdem Allah'ın oğlu değil, diğer bütün insanlar gibi bir insan, bir kuldur ki, Hristiyanlar da bunu böyle kabul ederler. O hâlde, İsa Peygamber'den yıllarca sonra ortaya atılan ve kilisenin bir iman esası hâline getirdiği "İsa'nın Allah veya Allah'ın oğlu" iddiası bâtıl bir iddiadır.
59
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ
Gerçek, sizden veya onlardan kaynaklanan kuruntu ve iddialar değil, Rabb'inden gelendir. Ve Rabb'inden sana, hakikatin ta kendisi olan bu Kur'ân gelmiştir. O hâlde, sakın şüpheye kapılanlardan olma!
60
فَمَنْ حَٓاجَّكَ ف۪يهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ
Sana bu Kur'ân aracılığıyla gerçek ilim geldikten sonra, artık kim İsa'nın ilâh veya Allah'ın oğlu olduğunu iddia ederek onun hakkında seninle tartışmaya girişirse, onlara de ki:

"O hâlde gelin; hepimiz çocuklarımızı, eşlerimizi ve bütün halkımızı Allah'ın huzurunda şahitliğe çağırarak toplanalım. Sonra hep birlikte Rabb'imize dua edelim de, Allah'ın lânetinin aramızdan yalan söyleyenlerin üzerine olmasını ve yalancıların topyekün helâk edilmesini dileyelim!"

Yukarıdaki âyet, Necran Hristiyanlarından bir heyet ile Peygamber (s) arasında çıkan bir tartışma sonucunda nâzil olmuştur. Allah'ın Elçisi, Kur'ân'ın ortaya koyduğu bunca delilleri inatla reddederek Hz. İsa'nın ilahlığını savunan bu insanlara en son olarak âyette bildirilen teklifi sundu. Fakat onlar, bu işin akıbetinden korkarak lânetleşmeye yanaşmadılar. İslâm'ı kabul etmemekle birlikte, İslâm Devleti'nin egemenliğini tanıyan bir anlaşma imzaladıktan sonra yurtlarına döndüler.
61
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّۚ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Ey insanlar! İşte İsa'nın gerçek hayat hikâyesi budur. O ne Allah'tır, ne de Allah'ın oğlu! Çünkü Allah'tan başka tanrı yoktur, sonsuz kudret ve hikmet sahibi yalnızca O'dur.

Nitekim Hristiyanların bugün ellerinde bulunan muharref (bozulmuş, değiştirilmiş) İncillerde bile bu gerçek şöyle yer almaktadır: "İsa şöyle cevap verdi: (önceki Kutsal Kitaplarda) yazılmıştır ki; Rabb'in olan Allah'a tapacaksın ve yalnızca O'na kulluk edeceksin!" (Luka, 4/8; Matta, 4/10)
62
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟
Yine de yüz çevirirlerse, şunu çok iyi bilsinler ki, Allah kimlerin bozgunculuk ettiğini çok iyi bilmektedir ve cezalarını da elbette verecektir!
63
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه۪ شَيْـٔاً وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً اَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ
Ey İslam davetçisi!Yahudi ve Hristiyanları tevhid ilkelerine davet ederek de ki: "Ey Kitap Ehli! Gelin, bütün peygamberlerin ve ilâhî kitapların ortak çağrısı olan temel prensipleri kendimize rehber edinerek sizinle bizim aramızdaki şu ortak ilkelerde buluşalım:

1. Allah'tan başka hiç kimseye tapmayalım. Yalnızca O'na kulluk ve ibadet edelim; bütün hayat prensiplerimizi O'nun kitabına göre oluşturalım.

2. Hiç kimseyi ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmayalım. Ne kadar Allah'a yakın ve saygıdeğer olurlarsa olsunlar, hiçbir peygamberi ve din adamını kutsallaştırıp ilah mertebesine yüceltmeyelim.

3. Allah'ın yanı sıra, içimizden birilerini her emrine kayıtsız şartsız itaat edilen yanılmaz otoriteler, Rabler edinmeyelim!"

Eğer bu çağrıya da olumsuz cevap vererek yüz çevirirlerse, deyin ki:

"Şahit olun ki, bizler Allah'ın iradesine gönülden boyun eğen Müslümanlarız!" İşte Yahudi, Hristiyan ve diğer inkarcı gruplarla bu temel ilkeler çerçevesinde diyaloga girmelisiniz. Onlarla müzakere ederken asla tevhid inancından taviz verilmemeli, bu inanca aykırı görüş ve iddialarına müsamaha göstermemelisiniz.
64
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَمَٓا اُنْزِلَتِ التَّوْرٰيةُ وَالْاِنْج۪يلُ اِلَّا مِنْ بَعْدِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Ey Kitap Ehli! Neden İbrahim Peygamber'in Yahudi veya Hristiyan olduğunu iddia ederek onun hakkında tartışıyorsunuz?

Oysa Tevrat da İncil de ancak İbrahim'den sonra indirilmiştir. Sizin Yahudiliğiniz ve Hıristiyanlığınız, Tevrat ve İncil'in indirilmesinden yıllarca sonra ortaya çıktı. Oysa İbrahim (as) bu kitaplar gönderilmeden önce yaşadı. Bu durumda, İbrahim'in kendisinden sonra ortaya çıkan bir inanca mensup olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Yahudilik Tevrat'ın, Hristiyanlık ise İncil'in gönderilmesinden sonra zamanla değiştirilip bugünkü biçimini almış olduğuna göre, bu kitaplar indirilmeden çok önceleri yaşamış olan Hz. İbrahim'in Yahudi veya Hristiyan olduğunu nasıl iddia edebiliyorsunuz? Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?
65
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Hadi diyelim ki, azçok bilginiz olan konularda yalan yanlış da olsa tartıştınız; peki İbrahim'in inanç sistemi gibi hiç bilmediğiniz konularda ne diye tartışıyorsunuz?

Oysa bu gibi gayb'a dair konuları ancak Allah bilir, siz bilemezsiniz. İşte her şeyi en iyi bilen Allah, size hakikati bildiriyor:
66
مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِياًّ وَلَا نَصْرَانِياًّ وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفاً مُسْلِماًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
İbrahim ne bir Yahudi ne de Hristiyan idi. O ancak, her türlü bâtıl inanç ve davranıştan yüz çevirerek bir tek Allah'a boyun eğen hanif bir Müslüman idi. İbrahim Müslüman idi; zira Müslüman, yalnızca Hz. Muhammed' (s)in ümmeti olan kişi demek değildir. Bilakis Müslüman, Allah'ın gönderdiği bütün kitaplara ve peygamberlere iman ederek O'nun hükümlerine boyun eğen kişi demektir. Buna göre, bütün peygamberler ve ümmetleri Müslümandırlar. Allah'ın herhangi bir kitabını veya elçisini inkâr eden veya tevhid inancından sapan kişi ise, hangi peygambere tabi olduğunu iddia ederse etsin Müslüman değildir. İşte bu bakımdan İbrahim bir Müslüman'dı, asla Yahudi veya Hristiyan değildi. Zira bugünkü Yahudi ve Hristiyanların peygamberleri, azizleri ve melekleri tanrı gibi yüceltmelerine karşın, o hiçbir zaman Allah'a ortak koşmamıştı. Ayrıca Allah'ın herhangi bir elçisini veya kitabını asla inkâr etmemişti.
67
اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرٰه۪يمَ لَلَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ وَهٰذَا النَّبِيُّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِن۪ينَ
Bu durumda, insanların İbrahim'e en lâyık olanları; öncelikle onun zamanında kendisine uyanlar, onun tebliğ ettiği tevhid inancını yeniden canlandırıp insanlığa sunan bu Peygamber ve onun izinden giden müminlerdir. İşte İbrahim'in hakiki varisleri olup gerçek anlamda iman edenler bunlardır. Allah da inananların yardımcısı, dostu, koruyucusu ve velisidir. Bütün bunlara rağmen;
68
وَدَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
Kitap Ehli'nden bazıları, Kur'ân'ı ve son Elçiyi inkâr etmekle kalmaz, gerek kendi batıl inançlarına çağırarak gerekse kalplere şüphe tohumları ekerek sizi hak dinden saptırmak isterler. Oysa ancak kendilerini saptırıyorlar; fakatbunun farkında değiller.
69
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ
Ey Kitap Ehli! Hz. Muhammed'in Kutsal Kitapta size müjdelenen Son Elçi olduğuna kesin kanaat getirip buna bizzat tanık olduğunuz hâlde, niçin Kur'ân'ı reddederek Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?
70
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟
Ey Kitap Ehli! Niçin ilâhî hakikati bâtıl yorum ve iddialarınızla bulandırıp bile bile gerçeği gizliyorsunuz?
71
وَقَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اٰمِنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُٓوا اٰخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَۚ
Kitap Ehli'nden bazıları, insanların İslâm'a yönelişini engellemek için sinsice bir plân hazırlayarak birbirlerine dediler ki:

"Müslümanları kandırıp inançlarında şüpheye düşürmek için, onlara indirilen Kur'ân âyetlerine günün başında iman edin; günün sonunda da, "Görüyorsunuz ya, aslında size ve Peygamber'inize karşı hiçbir önyargımız yok. Ne var ki, dininizi iyice araştırıp öğrendikçe, Muhammed'in Tevrat'ta bize müjdelenen son Peygamber olmadığını anladık. En güvenilir âlimlerimize de danıştık, meğer sizin inancınız doğru değilmiş!" diyerek onu inkâr edin, belki böylece şüpheye kapılıp dinlerinden dönerler."
72
وَلَا تُؤْمِنُٓوا اِلَّا لِمَنْ تَبِـعَ د۪ينَكُمْۜ قُلْ اِنَّ الْهُدٰى هُدَى اللّٰهِۙ اَنْ يُؤْتٰٓى اَحَدٌ مِثْلَ مَٓا اُو۫ت۪يتُمْ اَوْ يُحَٓاجُّوكُمْ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ قُلْ اِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِۚ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ
"Bir de, kim olursa olsun ve hangi mucizeleri getirirse getirsin, sizin dininize uymayan ve yüzyıllardan beri oluşturduğumuz Yahudi şeriatını, dini gelenekleri kabul etmeyen hiç kimseye inanmayın!" diyorlar.

Ey Peygamber! Onlara de ki:

"Ne sizin ne de bizim kişisel görüş ve iddialarımız doğru yol olarak nitelendirilemez. Doğru yol, ancak Allah'ın gösterdiği yoldur. Ve Allah bu yolu, peygamberleri aracılığıyla tüm insanlığa bildirmiştir. Şu halde, O'nun gönderdiği bu son kitaba iman etmedikçe, doğru yolda olduğunuzu söyleyemezsiniz. Son Elçi apaçık delillerle gönderilmişken, neden ona imandan yüz çeviriyorsunuz? Size daha önce verilen peygamberlik, vahiy, önderlik gibi nimetlerin bir benzeri sizin ırkınızdan olmayan birine verildi diye mi kıskançlığa kapılıp böyle hırçınlaşıyorsunuz? Yoksa Müslümanlar Rabb'inizin huzurunda yapacağınız tartışmada sizi zor duruma sokacak türden deliller getirecekler diye mi korkuyorsunuz?"

Sözlerine devamla de ki: "Her türlü nimet ve lütuf, yalnızca Allah'ın elindedir, sizin veya bir başkasının tekelinde değil.Ve Allah onu, lâyık gördüğüne verir. Çünkü Allah, lütuf ve merhamet bakımından sınırsızdır ve kimlerin bu nimetleri hak ettiğini en iyi bilendir."
73
يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
"O, rahmetini ve bu rahmetin tecellisi olan vahiy ve Peygamberlik nimetini yalnızca imtiyazlı bir ırka veya sınıfa değil, lâyık gördüğün bahşeder. Çünkü Allah, sonsuz lütuf sahibidir."

Gerçi bütün Yahudi ve Hristiyanlar aynı değildir:
74
وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِماًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْاُمِّيّ۪نَ سَب۪يلٌۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Kitap Ehli'nden öyleleri vardır ki, ona yığın yığın hazineler emanet etsen bile onu sana geri öder.

Onlardan öyleleri de vardır ki, kendisine bir tek altın para dahi emanet etsen, başında dikilip durmadıkça onu sana geri ödemez.

Onların çoğu hak hukuk tanımaz, insanları aldatmayı ve onlara eziyet etmeyi meşru görürler.Bunun sebebi, "Yahudi inancına mensup olmayan o cahil ümmilere karşı işlediğimiz günahlardan dolayı bize bir sorumluluk yoktur. Çünkü Allah, Yahudi olmayan toplumları aldatmayı, onların hakkını yemeyi bize helâl kılmıştır!" demeleridir.

Tevrat'ta bu iddiayı destekleyecek bir hüküm olmadığını bile bile, bunun ilâhî kaynaklı bir inanç olduğunu öne sürerek Allah adına yalan söylüyorlar.
75
بَلٰى مَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ وَاتَّقٰى فَاِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ
Hayır, doğrusu şudur ki, hangi dinden ve hangi ırktan olursa olsun, her kim Allah'a verdiği söze bağlılık gösterir ve günah işlemekten, zulüm ve haksızlık etmekten sakınırsa, şüphesiz Allah da sakınanları sever.
76
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَل۪يلاً اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Allah'a verdikleri sözlerini ve yeminlerini, âhiret nimetlerine göre pek küçük bir kazanç olan servet, makam, şöhret gibi dünyalık çıkarlarla değiştirenler var ya, onlara âhiret nimetlerinden bir pay yoktur.

Diriliş Günü Allah onlarla rahmet lisanıyla konuşmayacak, yüzlerine bakmayacak ve onları günahlarından arındırmayacaktır. İşte onlara, can yakıcı bir azap vardır!

Yahudi din adamlarından bir kısmı, arzu ve heveslerine uygun bir din anlayışı ortaya koymak için, gerektiğinde kutsal kitapları olan Tevrat'ı bile tahrif etmekten çekinmezler:
77
وَاِنَّ مِنْهُمْ لَفَر۪يقاً يَلْوُ۫نَ اَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِۚ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Onlardan bir grup daha vardır ki, Tevrat adındaki kitabı okurlarken, kendi uydurdukları sözleri âyetlerin arasına karıştırarak dillerini eğip bükerler. Bunu da kitabı tefsir etmek için değil, kitaptan olmayan o sözleri kitaba ait metinler sanasınız diye yaparlar.

İlâhî üslûbu taklit ederek Tevrat'a eklediklerio sözler Allah katından olmadığı hâlde, "Bunlar Allah katındandır!" diyerek Allah adına bile bile yalan söylerler. Böylece, Allah'ın sözlerinin arasına kendi sözlerini karıştırarak arzu ve heveslerine uygun hükümler çıkarmaya çalışırlar.

Hristiyanlara gelince, onların "Kendisini tanrı edinmemizi bize İsa Mesih emretmişti!" sözleri çirkin bir iftiradan başka bir şey değildir:
78
مَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُؤْتِيَهُ اللّٰهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُوا عِبَاداً ل۪ي مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ كُونُوا رَبَّانِيّ۪نَ بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنْتُمْ تَدْرُسُونَۙ
Allah'ın kitap, hikmet ve peygamberlik bahşettiği bir kimsenin, bütün bunlardan sonra kalkıp da insanlara, "Allah'ın yanı sıra bana da kulluk ve ibadet edin!" demesi olacak şey değildir.

Tam tersine, onlara şöyle öğüt verir: "İnsanlara ilâhî kitabı öğreterek ve kendi aranızda derinlemesine inceleyip dersler yaparak yüce Rabb'inizin eğitimiyle olgunlaşan ve kendisini yalnızca O'na adayan eğitimciler, Rabbanîler olun! İşte İsa Peygamber de ümmetine bunları emretmişti.
79
وَلَا يَأْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰٓئِكَةَ وَالنَّبِيّ۪نَ اَرْبَاباًۜ اَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟
O, melekleri ve peygamberleri rabler ve ilahlar edinmenizi de size asla emretmez.

Siz Allah'ın iradesine boyun eğip teslim olduktan sonra, o hiç inkâra sapmanızı emreder mi? Elbette etmez! Demek ki, Allah'tan başkasına ibadeti öngören ve Allah'ın bir kulunu ilâhlık makamına yücelten hiçbir öğreti, Allah'ın dini olamaz. Nitekim Allah, bunu daha önceki elçilerine de bildirerek onları uyarmıştı:
80
وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ لَـمَٓا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪ وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪يۜ قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا۬ مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
Hani Allah, her birine elçilik görevini verirken peygamberlerden şöyle söz almıştı:

"Bakın, ben size kitap ve hikmet verdikten sonra, yanınızda bulunan kitabı onaylayan yeni bir peygamber size gelecek olursa, ona mutlaka iman edecek ve kendisini muhakkak destekleyeceksiniz. Ayrıca bunu ümmetinize de açıkça bildireceksiniz. Şimdi, bana karşı ağır bir sorumluluk yüklenerek bu şartlar altında sözleşmemi kabul ediyor musunuz?" Peygamberler:

"Evet, kabul ediyoruz yaRab! diye cevapladılar. Allah da:

"O hâlde şahit olun, ben de sizinle birlikte buna şahidim!" buyurdu.

Ey Yahudi ve Hristiyanlar! Eğer gerçekten peygamberlerinizin izinden gitmek istiyorsanız, onların Allah'a verdikleri bu sözü dikkate almalı ve vasiyetlerine uyarak son Elçiye iman etmelisiniz.
81
فَمَنْ تَوَلّٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Her kim bu sözleşmenin gereğini yapmaktan yüz çevirirse, işte onlar yoldan çıkanların ta kendileridir!
82
اَفَغَيْرَ د۪ينِ اللّٰهِ يَبْغُونَ وَلَهُٓ اَسْلَمَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعاً وَكَرْهاً وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ
Son Elçi'yi ve Kur'ân'ı inkâr edenler, Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Allah'ın gönderdiği mükemmel inanç ve ahlak sisteminden başkasını mı arzu ediyorlar? Hâlbuki göklerde ve yerde kim varsa hepsi ister istemez O'na boyun eğmiştir ve hesaba çekilmek üzere O'na döndürüleceklerdir.
83
قُلْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَالنَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۖ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Şu hâlde, ey İslâm davetçisi! Hak dinin temel inanç esaslarını tüm insanlığa ilan ederek de ki:

"Biz Allah'a ve O'nun birliğine inandığımız gibi, bize gönderilen vahye; İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve sonraki nesillere gönderilen vahiylere, ayrıca Musa'ya, İsa'ya ve diğer bütün peygamberlere Rableri tarafından verilen kitaplara ve mucizelere inanır, aralarında hiçbir ayrım gözetmeyiz. Çünkü biz yalnızca Allah'a boyun eğer, ancak O'na teslim oluruz."
84
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪يناً فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Her kim kişisel çıkarlarını, arzu ve ihtiraslarını terk edip Allah'ın hükmüne kayıtsız şartsız boyun eğerek barış ve esenliğe ulaşmak anlamına gelen ve bütün peygamberlerin bir sancak gibi elden ele taşıdıkları mükemmel hayat nizamı olan İslâm'dan başka bir din ararsa, şunu iyi bilsin ki, böyle bir din kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette de mutlaka ziyana uğrayanlardan olacaktır. Öyle ya:
85
كَيْفَ يَهْدِي اللّٰهُ قَوْماً كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ وَشَهِدُٓوا اَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
Bu Elçinin hak Peygamber olduğuna bizzat görerek şahit oldukları ve bu hususta kendilerine apaçık mucizeler ve deliller geldiği hâlde, imanlarından sonra kibir, ihtiras ve dünyevi menfaatler yüzünden yeniden inkâra saplanan bir toplumu Allah nasıl doğru yola iletir? Hayır; Allah, bile bile inkârı tercih ederek hakka, hakikate ve kendi nefislerine zulmeden bir toplumu asla hidayete iletmez.
86
اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ اَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ
İşte bunların cezası; Allah'ın, meleklerin ve de bütün insanlığın lânetine uğramaktır.
87
خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَۙ
Sonsuza dek o lânetin içerisinde kalacaklar ve ne azapları hafifletilecek, ne de yüzlerine bakılacaktır.
88
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ancak işlediği bu günahından sonra pişmanlık duyup tövbe eden ve güzel işler yaparak kendilerini düzeltenler hariç. Allah onları elbette bağışlayacaktır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
89
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الضَّٓالُّونَ
Ama iman ettikten sonra yeniden inkâra saplanan, bununla da kalmayıp Müslümanlara karşı mücadeleye girişerek inkârcılıkta iyice azgınlaşanlara gelince; onların son nefeslerindeki tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. Çünkü böyle kimseler ölüm belirtilerini görüp de hayattan tamamen ümit kesmedikçe tövbe etmezler. İşte bunlar, hak yolu terk edip sapıklığa düşen kimselerdir.
90
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ مِلْءُ الْاَرْضِ ذَهَباً وَلَوِ افْتَدٰى بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ۟
Evet, hakikati inkâr edip de tövbe etmeden kâfir olarak ölenler var ya, bunlar cehennem azabından kurtulmak için fidye olarak yeryüzü dolusunca altın verseler bile, asla kabul edilmeyecektir.

Onların hakkı can yakıcı bir azaptır ve hiç kimse onlara yardım edemeyecektir.

O hâlde, âhiret gününde fidye olarak verilse bile kabul edilmeyecek olan dünya malına aşırı derecede bağlanmamalı, gerektiğinde onu Allah yolunda harcamasını bilmelisiniz:
91
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ
Sevdiğiniz şeylerden bir kısmını Allah yolunda harcamadıkça, asla iyiliğe ulaşamazsınız. Açgözlülük ve cimrilik hastalığından kurtulup da servetinizi, sağlığınızı, canınızı... Allah yolunda feda etmeye hazır olmadığınız sürece, O'nun hoşnutluğuna ve cennetine asla ulaşamaz, gerçek anlamda iyilik erdemlilik sahibi olamazsınız. Öyleyse az çok demeyin, Allah yolunda harcayın.

Unutmayın ki, her ne harcarsanız Allah hepsini bilmektedir ve mükâfatını da mutlaka verecektir.

İsrailoğulları, Tevrat'ta yer alan bütün toplumsal ve hukuki düzenlemelerin kıyamete kadar geçerli evrensel kanunlar olduğunu iddia ediyorlar. Bu yüzden, Tevrat'ta geçici olarak yasaklanmış bazı yiyeceklerin helâl olduğu gerçeğini ortaya koyan Kur'ân'ın, önceki ilâhî şeriatlara aykırı hüküm verdiğini ve böylece ‘kendisinden önceki ilâhî kitapları onayladığı' iddiasıyla çeliştiğini öne sürüyorlar. Oysaki:
92
كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلاًّ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِلَّا مَا حَرَّمَ اِسْرَٓائ۪لُ عَلٰى نَفْسِه۪ مِنْ قَبْلِ اَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرٰيةُۜ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرٰيةِ فَاتْلُوهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Tevrat indirilmeden önce, İsrail [40] lâkabıylada bilinenYakup Peygamber'in tedavi, adak, perhiz ve benzeri kişisel sebeplerle kendisine yasakladığı deve eti, deve sütü gibi bazı yiyecekler dışında bütün temiz ve yararlı yiyecekler İsrailoğulları'na ve onlardan önceki ümmetlere helâl idi. Yakup Peygamber'in tedavi amacıyla kendisine yasakladığı yiyecekler, ondan sonrakiler tarafından genel bir yasak olarak kabul edilmişti. İsrailoğulları'nın bugün hâlâ geçerli sayıp uyguladıkları yasaklar ve düzenlemeler ise, ancak Tevrat gönderildikten sonra, o zamanın toplumsal ve kültürel şartlarına uygun olarak belirlenmiş geçici kanunlardı; kıyamete kadar geçerli evrensel yasaklar değildi. Zaten onlara haram kılınan yiyeceklerin çoğu, isyankârlıklarının cezası olmak üzere haram kılınmıştı. [41] O hâlde İsrailoğulları'nın, Tevrat'taki bazı hukuki-toplumsal kuralları ve sınırlamaları zamanın ve zeminin şartlarına göre yeniden düzenleyen bu son ilâhî mesajı inkâr etmeleri için ellerinde hiçbir delil, hiçbir geçerli mazeret yoktur.

Ey Muhammed! Onlara de ki:

"Eğer Kur'ân'ın helâl kıldığı bu yiyeceklerin Allah tarafından ebediyen haram kılındığını öne sürüyorsanız ve iddianızda gerçekten samimi iseniz, haydi Tevrat'ı getirin de okuyun! Okuyun ki, bu haramların evrensel olduğu iddianızı destekleyecek en küçük bir delilin bile Tevrat'ta bulunmadığını ve Son Elçi'ye imanı emreden Tevrat'a ihanet ettiğinizi herkes görsün! Eğer Tevrat'ı okuyacak olursanız, orada İsrailoğulları'na haram kılınanların çoğunun ancak onları cezalandırmak üzere haram kılındığını, daha önceki ümmetler için ise bu haramların söz konusu olmadığını görürsünüz." [42]
93
فَمَنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Bütün bunlardan sonra, artık her kim Tevrat'ta yer alan yasakların bütün peygamberler ve ümmetleri için de geçerli olan evrensel yasaklar olduğunu iddia ederek Allah adına yalan söyleyecek olursa, işte onlar, bile bile haksızlık ederek ilâhî gazaba müstahak olan zalimlerin ta kendileridir!
94
قُلْ صَدَقَ اللّٰهُ فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
Ve yine onlara de ki: "Tevrat, İncil ve Kur'ân'da hükmünü bildiren Allah, doğru söylemektedir. Öyleyse, siz de her türlü bâtıl inanç ve günahlardan yüz çevirerek bir tek Allah'a yönelen İbrahim'in dinine uyun! Onun izinden gittiğini iddia eden Yahudi ve Hristiyanların birtakım peygamberleri, azizleri, melekleri yüceltip ilâhlaştırmasına karşılık, o hiçbir zaman Allah'a ortak koşmamış ve Allah'ın hiçbir kitabını veya elçisini yalanlamamıştı."

Öte yandan, Yahudilerin, Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksâ'nın kıble olmaya daha lâyık olduğunu öne sürerek kıblenin değiştirilmesine itiraz etmeleri de anlamsızdır. Zira hatırlayın ki:
95
اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ
İnsanlar için toplu ibadet yeri ve kıble olarak kurulan ilk ev, Bekke olarak da bilinen Mekke'deki Beytullah, yani Kâbe'dir. Mescid-i Aksâ'dan çok daha önce yapılan bu mescit, bütün insanlar için barış, huzur, saadet ve bereket kaynağı ve Allah'ın emir ve yasaklarına itaatin bizzat yaşanarak öğrenilmesini sağlayan bir kılavuz, bir yol gösterici olmak üzere Allah'ın emriyle, bizzat İbrahim Peygamber ve oğlu İsmail (as) tarafından inşa edilmiştir. Süleyman Peygamber zamanında inşa edilen ve Yahudilerin asıl ve değişmez kıble olduğunu iddia ettikleriMescid-i Aksâ (Süleyman Mabedi, Kudüs Tapınağı) ise bundan bin küsur yıl sonra yapılmıştır. O hâlde Kâbe, hem zaman önceliğine sahip olması ve hem de bütün semavi din mensuplarının atası ve önderi olan İbrahim Peygamber tarafında yapılmış olması sebebiyle kıble olmaya daha lâyıktır. Vaktiyle ilahi mesajı temsil ve tebliğ etme görevini üstlenen İsrailoğulları'na Mescid-i Aksâ'yı kıble yapan Allah, bu mesajdan yüz çevirdikleri için önderlik görevini onlardan alıp yeni İslâm toplumuna vermiş ve bu değişimin en belirgin işareti olarak kıbleyi Mescid-i Aksâ'dan Kâbe'ye çevirmiştir. O Kâbe'ye ki:
96
ف۪يهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَۚ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِناًۜ وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلاًۜ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ
Orada, Allah'ın lütuf ve merhametini hatırlatan ve geçmiş peygamberlerin hatıralarını canlandıran nice işaretler, alâmetler ve apaçık deliller vardır. Örneğin, İbrahim'in namaz kılmayı âdet edindiği makamı oradadır. İbrahim'in izinden gittiğinizin işareti olarak,  onun sizlere emanet ettiği ve tevhid inancının bir sembolü olan bu makamda siz de namaza durun. Kâbe öyle kutsal ve bereketli bir mekândır ki, tüm Arap Yarımadası'nda vahşet ve anarşi hüküm sürerken, oraya giren kişi her türlü korku ve tehlikeden emin olur, huzur ve güvene kavuşur.

Kâbe'ye varmaya gücü yeten insanların hac veya umre amacıyla orayı ziyaret etmesi, Allah'a karşı mutlaka yerine getirmeleri gereken bir görevdir.

Her kim imkânı olduğu hâlde hac ibadetini terk ederek nankörce davranır yahut bu ibadeti lüzumsuz görerek, küçümseyerek inkâr ederse,yalnızca kendisine zarar vermiş olur. Çünkü Allah hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir. Sizin Kâbe'yi ziyaret etmenize de ihtiyacı yoktur; O'nun lütuf ve merhametine muhtaç olan asıl sizlersiniz. Kâbe'yi ziyaret ederek olgunlaşmaya, kalben ve ruhen dirilmeye, yücelmeye muhtaç olan da yine sizlersiniz.
97
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۗ وَاللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا تَعْمَلُونَ
Şu hâlde, ey Müslüman! Yahudi ve Hristiyanlara de ki:

"Ey Kitap Ehli! Allah yaptığınız her şeye şahit iken, O'nun Son Elçisi aracılığıyla gönderdiği âyetlerini niçin inkâr ediyorsunuz?"
98
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجاً وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Ve yine onlara de ki: "Ey Kitap Ehli! Kur'ân'ın ilâhî bir kitap olduğuna bizzat şahit olduğunuz hâlde, niçin Allah'ın dosdoğru yolunu çarpıtarak Kur'ân'a inananları o yoldan çevirmeye çalışıyorsunuz? Şunu asla unutmayın ki, Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir."
99
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا فَر۪يقاً مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ كَافِر۪ينَ
Ey iman edenler! Sizden önce kitap verilmiş olan Yahudi veya Hristiyanlardan herhangi bir grubun sizi inkâra ve günaha sürükleyen emir, istek ve arzularına itaat edecek olursanız, sizi imanınızdan sonra yeniden inkâra döndürürler. Akrabalık, komşuluk, iş ilişkileri gibi konularda kâfirlerin hayat tarzlarına özenmeksizin onlara itaat etmenizde bir sakınca yoktur. Ancak bâtıl dinlerine özenip hayat tarzlarını benimseyerek onlara itaat ederseniz, eninde sonunda sizin de onlar gibi kâfir olmanız kaçınılmazdır.
100
وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟
Allah'ın âyetleri size okunup dururken, üstelik O'nun Elçisi Muhammed (sav) de nesilden nesile aktarılacak örnek hayatıyla aranızda olduğu hâlde, nasıl olur da kâfirlere özenip inkâra saplanırsınız? Elinizde Allah'ın Kitab'ı ve bu Kitab'ın mükemmel bir açıklayıcısı ve uygulayıcısı olan Peygamber'in Sünnet'i varken, başka kaynaklara yönelip inkâra saplanmanız olacak şey değildir.

İnkâra dönmek istemiyorsanız, yapmanız gereken şudur: Her kim kâfirlere, zalimlere itaatten yüz çevirir ve Allah'a gönülden bağlanarak O'nun yasalarına, hükümlerine bir bütün olarak sımsıkı sarılırsa, işte o, dosdoğru yola erdirilmiş demektir. Kur'ân'ı ve Sünnet'i okuma, anlama ve yaşama gayreti içinde olan müminler her türlü sapma ve yozlaşmadan korunacak, inkâra ve zulme meyletmeksizin dosdoğru yol üzerinde yürümeye devam edecek ve hem dünyada hem âhirette ilâhî lütuf ve nimetlere mazhar olacaklardır. Şu hâlde;
101
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
Ey iman edenler! Allah'tan hakkıyla sakının! Allah'a, O'nun yüceliğine yaraşır biçimde ve tabii ki gücünüz yettiği ölçüde [43] saygı ve bağlılık gösterin. O'nun hoşnutluğunu kazanmak ve gazabından korunmak için emirlerine uyun, yasakladığı şeylerden sakının! Ve son nefesinize kadar Allah'a kulluk ve itaatten ayrılmayın. Müslüman olarak diriltilip İslâm üzere hesaba çekilmek istiyorsanız İslâm üzere yaşayın ve ancak O'na yürekten boyun eğen Müslümanlar olarak can verin!
102
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَاناًۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Hep birlikte Allah'ın ipine, yani göndermiş olduğu Kur'ân'a sımsıkı sarılın; sakın ayrılığa düşüp parçalanmayın! Her biriniz gücünüz yettiğince Kur'an ve onun örnek uygulaması olan Sünnet ile doğrudan irtibata geçerek bu iki kaynağı anlamaya, yaşamaya ve başkalarına tebliğ etmeye gayret edin! Farklı mizaç ve anlayışlardan kaynaklanan farklı bakış açılarını, ihtilafları hoş görün. Temeli Kur'ân ve Sünnet'e dayanan farklı görüşler, sizi asla düşmanlığa ve ayrılığa sürüklemesin.

Allah'ın size bahşetmiş olduğu İslâm, iman ve kardeşlik nimetini hatırlayın: Hani siz İslâm ile tanışmadan önce ırkçılık, kabilecilik, bölgecilik gibi sebeplerle birbirine kan davası güden düşman kabileler ve gruplar idiniz de, Allah kalplerinizi kaynaştırıp birleştirdi ve O'nun nimeti sayesinde hepiniz kardeş oldunuz. Irklarınızın, renklerinizin, dillerinizin ve kültürlerinizin farklılığına rağmen, bir ailenin evlatları gibi birbirini seven, sayan hak ve hukukuna riayet eden uyumlu ve yekpare bir ümmet oldunuz.

Hani siz ateş dolu bir uçurumun tam kenarında parçalanıp yok olmak üzere idiniz de, Allah sizi iman ve İslâm ile şereflendirerek oradan kurtardı.

İşte Allah, öğüt alıp doğru yolu bulasınız diye âyetlerini size böyle açık ve net olarak anlatıyor.

Bunun için, Allah'ın âyetlerini derinlemesine talim etmeli, bir toplum düzeni olarak hayata yansıtmalı ve henüz onunla tanışmamış olan kitlelere, toplumlara duyurmak için çaba harcamalısınız. Fakat düzensiz, başıboş ve dağınık bir toplum bu hedefleri gerçekleştiremez:
103
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
İçinizden, insanlığı hayra çağıran, Kur'ân'ın ortaya koyduğu ilkeler ve evrensel adalet ölçüleri çerçevesinde iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan ortak bir amaç için bir araya gelmiş düzenli, devamlı, organize bir topluluk bulunsun. İyiliği emredip kötülükten sakındırmak ve İslâm'ı tebliğ etmek, zaten her Müslüman'ın asli kulluk görevidir. İşte dünyada da âhirette de gerçek anlamda başarı, mutluluk ve kurtuluşa erenler bunlardır.

Eğer bu görevi yerine getirmezseniz, sizden öncekilerin başına gelen felâketler sizin de başınıza gelecektir. O hâlde:
104
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ
Sakın ola ki, kendilerine hakikati tüm berraklığıyla gösteren Tevrat, İncil ve Kur'ân gibi apaçık belgeler geldikten sonra ayrılığa düşüp dağılan Yahudi ve Hristiyanlar gibi olmayın! İşte onlara, âhirette büyük bir azap vardır!
105
يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
Bu azap, nice yüzlerin sevinçten ışıl ışıl parlayacağı; nice yüzlerin de utanç ve pişmanlıktan kapkara kesileceği bir günde, yani Hesap Günü'nde gerçekleşecektir. Yüzleri kapkara kesilen o bedbaht kimselere denilecek ki:

"Demek iman ettikten sonra yeniden inkâra saplandınız, öyle mi? O hâlde, inkâr etmenize karşılık korkunç azabı tadın bakalım!"
106
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Yüzleri ışıl ışıl parlayanlara gelince, onlar da Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış bir hâlde, O'nun sonsuz lütuf ve rahmetinin tecelli ettiği cennet bahçelerindedirler ve sonsuza dek orada kalacaklardır.
107
تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْماً لِلْعَالَم۪ينَ
Ey Peygamber! İşte bunlar Allah'ın âyetleridir ki, onları sana hak sebebi ile okuyoruz. Biz bu âyetleri sana, hak ve hakikati açıkça ortaya koymak ve hayatın her alanında adaleti, doğruluğu, hakkı, hukuku gerçekleştirmek için gönderiyoruz.Çünkü Allah, her konuda hak ve adaletin gerçekleşmesini ister, âlemlerin özü ve en değerli varlığı olan insanın asla zulme maruz kalmasını, haksızlığa uğratılmasını istemez. Şu hâlde, siz de Allah'ın muradına uygun olarak hakkın hâkim olması için mücadele etmeli, dünyanın gelip geçici menfaatlerini elde etme uğruna zulme meyletmemelisiniz. Unutmayın ki:
108
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve her işin neticesi Allah'a döndürülür. Kâinatta var olan her şey Allah'ın mülkü, yaratığı ve kullarıdır. Bunun için, kullarının yaptığı her iş hakkında son sözüsöyleyecek, Mahşer Günü nihai hükmü verecek olan sadece Allah'tır.

O hâlde, ey müminler! Omzunuzda ne büyük bir sorumluluk taşıdığınızın daima bilincinde olun:
109
كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ وَلَوْ اٰمَنَ اَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۜ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
Sizler, insanlarındünya ve âhiretteki kurtuluş ve saadeti için yeryüzü sahnesine çıkarılmış ve bizzat Allah tarafından görevlendirilmiş en hayırlı ümmetsiniz. Hayata doğrudan müdahale eden toplumsal bir güç olarak insanlara adaleti, doğruluğu, iyiliği tavsiye ve emreder; zulme, haksızlığa, isyankârlığa, günaha ve kötülüklere engel olursunuz. Çünkü siz, Allah'a ve O'nun gönderdiği bütün kitaplara ve elçilere yürekten inanırsınız.

Eğer Kitap Ehli olarak bilinen Yahudi ve Hristiyanlar da sizin inandığınız gibi Allah'a ve bütün elçilerine gereğince inanmış olsalardı, elbette bu, kendileri için hayırlı olacaktı. Gerçi içlerinde Kur'ân'a ve Son Peygamber'e inananlar da var; fakat onların pek çoğu, Allah'a başkaldırarak doğru yoldan çıkmış olan fâsıklardır. İşte bu fâsıklarla kıyasıya mücadele edeceksiniz. Onların kimi zaman süper bir güç görüntüsüyle karşınıza çıkmaları sakın sizi yılgınlığa düşürmesin. Unutmayın ki:
110
لَنْ يَضُرُّوكُمْ اِلَّٓا اَذًىۜ وَاِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْاَدْبَارَ۠ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ
Sizler en hayırlı toplum olmanın gereklerini yerine getirdiğiniz sürece, onlar size karşı asla üstünlük sağlayamayacak, basit ve gelip geçici eziyetten başka bir zarar veremeyeceklerdir. Sizinle göğüs göğüse çarpışmaya cesaret edemezler. Muhkem kaleler ve siperler ardından sizinle savaşsalar bile, cesaret ve gücünüz karşısında hemen dağılarak arkalarını dönüp kaçarlar ve hiç kimse onlara yardım edemez. Bunun sonucu olarak da:
111
ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ اَيْنَ مَا ثُقِفُٓوا اِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللّٰهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۠
Onlar, Son Elçi'ye iman edeceklerine dair Allah'a verdikleri sözü yerine getirerek Allah'ın ipine ve müminlerle yaptıkları antlaşmalara sadık kalarak insanların ipine sarılmadıkları sürece, nerede olurlarsa olsunlar alçaklık ve zilletten kurtulamayacak, Allah'ın gazabına uğrayarak perişanlık ve miskinlik altında ezilmeye mahkûm edileceklerdir.

Bu, Allah'ın gerek Kur'ân'da, gerekse Tevrat ve İncil'de gönderdiği âyetlerini inatla inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyledir. Kur'ân'ı inkâr eden Yahudi ve Hristiyanlar, aslında kendi ellerindeki Tevrat ve İncil'e de gerçek anlamda iman ediyor değiller. Nitekim onların ataları da vaktiyle Musa, Davud ve İsa Peygamber'e indirilen âyetleri her fırsatta inkâr etmiş, peygamberlere büyük eziyetler çektirmiş ve hatta en korkunç günahı işleyerek bazı peygamberleri öldürmüşlerdir. Hz. Muhammed (s) döneminde yaşayan Yahudiler de atalarının izinden giderek Son Peygamber'i öldürmeye teşebbüs etmişlerdir. Fakat ilahi yardım sayesinde Peygamber korunmuş, Yahudiler amaçlarına ulaşamamışlardır. Bununla birlikte, Yahudilerin Peygamber'e karşı duydukları kin ve nefretleri hiçbir zaman azalmamıştır. Onun izinden giden müminlere de sürekli düşmanlık beslemiş, onlara hiçbir zaman hayat hakkı tanımak istememişlerdir.

Bütün bunların sebebi ise, ilâhî iradeye başkaldırarak isyan etmeleri ve Allah'ın çizdiği sınırları aşarak azgınlaşmalarıdır.

Fakat Kitap Ehli'nin hepsini böyle inatçı ve isyankâr kimseler sanmayın:
112
لَيْسُوا سَوَٓاءًۜ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ۠
Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli denilen Yahudi ve Hristiyanlar arasında, Son Elçi'ye ve Kur'ân'a iman eden, gece vakitlerinde gözyaşlarıyla secdeye kapanarak namaz kılan ve Allah'ın âyetlerini okuyan iyi niyetli, adil ve dürüst bir topluluk da vardır.
113
يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Onlar Allah'a ve âhiret gününe Kur'ân'da bildirildiği şekliyle inanırlar. İyilik ve güzellikleri tavsiye eder, kötü ve çirkin olan şeyleri engellemeye çalışırlar. O kadar iyilikseverdirler ki, iyilik yapma hususunda adeta birbirleriyle yarışırlar. İşte bunlar da müminler safında yer alan erdemli ve saygıdeğer kimselerdendir.
114
وَمَا يَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَلَنْ يُكْفَرُوهُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالْمُتَّق۪ينَ
Onların yaptıkları hiçbir iyilik yok sayılmayacak, asla karşılıksız bırakılmayacaktır. Zira Allah, dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüklerden sakınanların kimler olduğunuçok iyi bilmektedir ve hak ettikleri mükâfatı elbette verecektir.
115
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Bu kitabın Allah tarafından geldiğini bile bileKur'ân'ı ve Son Peygamber'i inkâr edenlere gelince; şunu iyi bilsinler ki, onların malları ve çocukları, yani o çok güvendikleri ekonomik, askerî, siyasi ve toplumsal güçleri, kendilerini Allah'ın gazabından kurtaramayacaktır.

İşte onlar cehennem halkıdırlar ve sonsuza dek orada kalacaklardır.
116
مَثَلُ مَا يُنْفِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ر۪يحٍ ف۪يهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Onların bu dünyada servet, makam, itibar, güç elde etme uğrunaharcadıklarıemekler ve yaptıkları harcamalar, tıpkı ilâhî yasaları çiğneyerek kendilerine zulmeden bir toplumun yetiştirdiği, ardından dondurucu bir kasırganın vurup tamamen yok ettiği mahsullere benzer. İşte kâfirlerin emekleri de böyle heder olup gidecektir. Kurdukları zulme dayalı sistemler ve hiç yıkılmayacak gibi görünen saltanatları, gün gelecek yerle bir olup tarihin çöplüğüne gömülecektir. Yahut ilahi hidayetten mahrum olan insanların dünya hayatını güya düzene sokmak amacıyla yaptıkları işler ve harcadıkları emekler, tıpkı bir ekin tarlasını helak eden kasırganın yaptığı gibi insan hayatını harap ve perişan edecektir. Bütün bunlar, ilâhî adalet gereğince meydana gelmektedir:

Allah, inkârcıların yaptıklarını boşa çıkarmakla onlara zulmetmiş değildir; tam aksine, kabul edilmeye değer işler yapmadıkları için onlar bizzat kendi kendilerine zulmetmektedirler.
117
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاًۜ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ وَمَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ اَكْـبَرُۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
Ey iman edenler! Sizin dışınızdakilerden, size fenalık etmekten geri durmayan, hep sıkıntıya düşmenizi isteyen kişi, kurum ve devletleri –hangi dinden ve hangi ırktan olurlarsa olsunlar– kendinize yakın bir sırdaş, müttefik ve samimi bir dost edinmeyin!

Onların size karşı içlerinde besledikleri kin ve düşmanlıkları, adeta ağızlarından taşmaktadır. Bunun için her türlü yalan, iftira ve hileyi kullanarak sürekli aleyhinizde propaganda yapar, her fırsatta düşmanlıklarını gösterirler. Kalplerinde gizledikleri nefret ise, açığa vurduklarından çok daha büyüktür. Ancak bu özellikleri taşımayan ve sizinle barış içinde yaşamak isteyen insanlarla –kâfir veya inançsız dahi olsalar– insani dostluklar kurabilir, belli şartlarda ittifaklar oluşturabilirsiniz (Mümtehine, 60/8-9; Maide, 5/5).

Eğer aklınızı kullanıyorsanız, işte zalimleri tanıyıp onlardan korunmanızı sağlayacak âyetlerimizi size açıkça bildirdik.
118
هَٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Ey müminler! Sizler, imanınızdan kaynaklanan derin bir merhamet ve hoşgörüyle onları seviyorsunuz; fakat onlar, kâfirliğin gereği olan çıkarcılık, haset ve bağnazlık yüzünden sizi sevmezler. Üstelik siz, onların inandığı Tevrat ve İncil de dâhil almak üzere bütün kitaplara inanırsınız. Onlar ise, kendilerine indirilen kitaba bile gerçek anlamda inanmazlar.

Sizinle karşılaştıkları zaman:

"Biz de sizin inandığınız gibi Allah'a ve bütün elçilerine inanıyoruz!" derler. Birbirleriyle baş başa kaldıklarında ise, size karşı duydukları kin ve öfkelerinden parmaklarını ısırırlar.

Onlara de ki:

"İsterseniz kahrınızdan ölün; Allah, eninde sonunda nurunu tamamlayacak ve hak dini üstün kılacaktır. Zalimlere de yaptıkları kötülüklerin, kurdukları çirkin tuzakların hesabını soracaktır. Hiç kuşkusuz Allah, kalplerin içindeki bütün gizli niyet ve düşünceleri bilmektedir."
119
اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۘ وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ۟
Size bir iyilik ulaşınca, bu onları üzer; başınıza bir kötülük gelince de bundan dolayı sevinirler.

Eğer baskı ve eziyetler karşısında direnerek sabreder ve kötülüklerden dikkatle ve titizlikle sakınıp korunursanız, onların hile, entrika ve tuzakları size hiçbir zarar veremeyecektir.

Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır. Dolayısıyla, her şey O'nun kontrolü altındadır ve O, inkârcıların hilekârlığından sizi muhakkak koruyacaktır. İnsanlık tarihi, bunun örnekleriyle doludur. İşte sabır ve takva ile neler kazanacağınızı ve emirlere uymamakla başınıza neler geleceğini açıkça gösteren canlı bir örnek:

Mekke müşrikleri, Bedir savaşında uğradıkları ağır yenilginin intikamını almak amacıyla, bir yıl sonra üç bin kişilik tam teçhizatlı bir orduyla Medine'ye saldırmak üzere yola çıktılar. Durumu haber alan Peygamber (s), arkadaşlarıyla yaptığı istişare sonucunda düşmanı Medine dışında karşılamaya karar verdi ve bin kişilik ordusuyla Uhud Dağı eteklerine doğru hareket etti. Fakat münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy, emrindeki üç yüz askeriyle birlikte Müslümanları terk ederek Medine'ye geri döndü. Bu olay, İslâm ordusu içinde karışıklığa ve moral bozukluğuna sebep oldu. Hatta Müslümanlardan Selemeoğulları ve Hariseoğulları, neredeyse münafıklarla birlikte döneceklerdi. Fakat sonuçta iman ve sadakat duyguları ağır bastı ve böylece savaşmaya karar verdiler.

Peygamber (s) ordusunu, Uhud Dağı'nı arkalarına alacak şekilde mevzilendirdi. Müslümanları korumak üzere de yakındaki bir tepeye keskin nişancılardan elli adet okçu yerleştirdi ve onlara, ne olursa olsun yerlerini terk etmemelerini emretti.

Müslümanlar sayıca az olmalarına rağmen, savaşın başlamasında kısa bir süre sonra düşmanı bozguna uğratmaya başladılar. Fakat bazı Müslümanlar, dağılan düşmanı takip edip son darbeyi vurmak yerine, acele edip ganimet toplamaya başladılar. Bunun üzerine, tepedeki okçular da ganimetten pay kapma hırsıyla yerlerini terk edip ganimetlere koşuştular. Oysa henüz kesin zafer elde edilmemişti. Bu fırsatı iyi değerlendiren Hâlid bin Velid —ki henüz Müslüman olmamıştı— yanına aldığı süvarilerle, okçuların terk ettiği geçitten girerek Müslümanları arkadan kuşattı. Bu arada, kaçmaya başlayan müşrikler de geri dönüp karşı hücuma geçtiler. İki ateş arasında kalan Müslümanlar, Peygamber (s)'in öldürüldüğü haberinin de yayılmasıyla panik içinde kaçışmaya başladılar. Peygamber'in çevresinde kalan bir avuç Müslüman ise vücutlarını siper etmiş, onu düşmanın saldırısından korumaya çalışıyorlardı. Derken, Allah'ın yardımıyla Müslümanlar toparlanıp yeniden saldırıya geçerek düşmanı geri püskürttüler. Böylece, tamamen kılıçtan geçirilmeleriyle sonuçlanabilecek ağır bir yenilgiden kıl payı kurtulmuş oldular. Fakat kazanmak üzere oldukları bir savaşı kaybetmiş ve yetmiş kadar da şehit vermişlerdi.

Allah'ın Elçisi, ertesi gün 200 kişilik bir askeri birlikle düşmanı bir müddet takip etti. Onların hızla kaçıp uzaklaştıklarını görünce de Medine'ye geri döndü.

Uhud Savaşı'nın ardından, savaşın genel bir değerlendirmesini yaparak ibret alınması gereken hususlara dikkat çeken aşağıdaki âyetler nazil oldu:
120
وَاِذْ غَدَوْتَ مِنْ اَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِن۪ينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ
Ey Peygamber! Hani sen müminleri UhudDağı'nın eteklerinde savaşa elverişli mevzilere yerleştirmek üzere, sabah erkenden eşlerinle vedalaşmış ve ailenden ayrılıp yola çıkmıştın.

Ve bütün olup bitenler, Allah'ın kontrol ve gözetimi altında gerçekleşmekteydi. Zira Allah her şeyi işitendir, bilendir.
121
اِذْ هَمَّتْ طَٓائِفَتَانِ مِنْكُمْ اَنْ تَفْشَلَاۙ وَاللّٰهُ وَلِيُّهُمَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Hani sizden Selemeoğulları ve Hariseoğulları adındaki iki grup, münafık Abdullah bin Übeyy'in propagandasına aldanarak az kalsın paniğe kapılıp geri döneceklerdi. Oysa onların yardımcısı, dostu ve koruyucusu, yani velisi yalnızca Allah idi.

Öyleyse, inananlar Allah'a dayansınlar ve ancak O'na güvensinler. Çünkü O, kendi uğrunda mücadele edenleri asla yardımsız bırakmayacaktır. Nitekim:
122
وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ بِبَدْرٍ وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Doğrusu Allah, son derece zayıf ve güçsüz durumda olduğunuz Bedir Savaşı'nda da size yardım etmişti. Durum böyleyken, nasıl olur da Rabb'inizin yardımına güvenmeyip korkuya kapılırsınız?

O hâlde, Allah'a karşı gelmekten sakının ve emirlerine sımsıkı sarılarak fenalıklardan korunun ki, O'nun yardım ve nimetlerine şükretmiş olasınız.
123
اِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ اَلَنْ يَكْفِيَكُمْ اَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلٰثَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُنْزَل۪ينَۜ
Ey Muhammed! Müminlere Bedir Savaşı'nda yaşadıklarını hatırlat: Hani o sırada sen müminlere, "Rabb'inizin, kendi katından göndereceği üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?" diyordun.
124
بَلٰٓىۙ اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ
Evet, elbette Allah inananlara yardım edecekti! Eğer siz mücadelenin sıkıntılarına göğüs gererek sabreder ve Allah'ın emirlerine karşı gelmekten, disiplini bozacak davranışlardan sakınırsanız, düşmanlarınız size hemen şimdi saldıracak olsalar bile, Rabb'iniz size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir. Allah katında özel bir yere sahip olan bu seçkin melekler, üzerlerinde makam ve derecelerini gösteren nişanları, alametleri ile savaşa katılıp müminlerin safında küfre karşı savaşmak için emir bekliyorlar.

Aslında zorluklar karşısında sabretmesini bilen sorumluluk sahibi müminlerin, meleklerin desteğine bile ihtiyacı yoktu. Nitekim:
125
وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه۪ۜ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِۙ
Allah bu yardımı, sırf sizi bir müjdeyle sevindirmek ve bu sayede gönüllerinizi huzur ve güvene kavuşturmak için yapmıştır.

Nitekim o melekleri gördüğünüz zaman ilahi vaade iman ve itimadınız perçinlenmişti: Yardım vezafer, ancak sonsuz kudret ve hikmet sahibi olan Allah katındandır.
126
لِيَقْطَعَ طَرَفاً مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنْقَلِبُوا خَٓائِب۪ينَ
Allah bu yardımı, inkâr edenlerden, müminlere karşı savaşın öncülüğünü ve küfrün bayraktarlığını yapan bir grubun kökünü kes ip yok etmek veya onları müthiş bir yenilgiyle perişan edip müminleri ortadan kaldırmaktan ümitlerini kesmiş bir hâlde gerisin geriye dönmelerini sağlamak için size göndermiştir.

Uhud Savaşı sırasında müşriklerin saldırısına maruz kalan Peygamber (sav), miğferinin halkaları iki şakağına battığı için yüzünden yaralanmıştı. Alt dudağı kanamış ve dişi de kırılmıştı. Yerde yaralı bir hâlde yatarken, "Kendilerini Rablerine davet eden bir peygambere bunu yapan insanlar artık nasıl felah bulabilirler?" diyerek düşmanlarına beddua etti (Buhari, Meğazi, 22; Müslim, Cihad ve Siyer, 37). Bunun üzerine, bu sözünden dolayı Peygamber (sav)'i uyaran âyetler nazil oldu:
127
لَيْسَ لَكَ مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اَوْ يُعَذِّبَهُمْ فَاِنَّهُمْ ظَالِمُونَ
Ey Muhammed! Uhud Savaşı'nda seni kanlar içinde bırakan düşmanlarını Allah neden oracıkta helâk etmedi diye düşünüyor, onların akıbeti hakkında kendince hüküm veriyorsun. Oysa her hususta nihaî hükmü veren Allah'tır. Bu konuda senin dahi karar verme yetkin yoktur. Kimlerin azaba, kimlerin affa lâyık olduğunu ve azabın ne zaman nasıl gerçekleşeceğini sen nereden bileceksin? Allah ister tövbelerini kabul edip onları bağışlar; isterse zalim oldukları için onları derhal yahut zamanı gelince cezalandırır. Unutma ki;
128
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Her şeyin gerçek sahibi ve maliki olan Allah,  kullarının cezalandırılması ve ödüllendirilmesi hususunda da yegâne hüküm sahibidir. Sonsuz ilim ve hikmetiyle, affa lâyık gördüklerini bağışlar, azaba lâyık gördüklerini cezalandırır. O hâlde, onlar da O'nun affına lâyık olmaya çalışsınlar. Hiç kuşkusuz Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.

Uhud'da kazanmak üzere olduğunuz bir savaşı kaybetmenize sebep olan mal ve ganimet tutkusu, ekonomik hayatınızda da başınıza türlü belâlar açabilir. Onun içindir ki:
129
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافاً مُضَاعَفَةًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ
Ey inananlar! Kat kat artırarak faiz yemeyin! Gerçi faizin azı da çoğu da haramdır. Fakat sıkıntıya düşenlere faizle borç verip, ödemeyi geç yaptığı zaman da faizini kat kat artırarak tefecilik yapmak, faizciliğin en çirkinidir.O hâlde, Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek faizin, tefeciliğin her çeşidinden titizlikle sakının ki, birey ve toplum olarak hem dünyada hem de âhirette kurtuluşa erebilesiniz.
130
وَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ٓي اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَۚ
Ve kendinizi, inkârcılar için hazırlanmış olan cehennem ateşinden koruyun! Bunun için:
131
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ
Allah'a ve Peygamber'e itaat edin ki, merhamete lâyık olasınız. Allah'a itaat, O'nun kelamı olan Kur'ân-ı Kerîm'e itaat demektir. Peygamber'e itaat ise, Kur'ân'ın mükemmel bir uygulayıcısı olan ve sahih hadisler yoluyla size ulaşan Sünnet'e uymak demektir.

Ey mümin kullarım! Gelip geçici dünyalık nimetler peşinde koşmak size yaraşmaz; sizin asıl hedefiniz şu olmalıdır:
132
وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّق۪ينَۙ
Rabb'inizin affına ve eni göklerle yer kadar geniş olan, kötülüklerden sakınıp korunan kimseler için hazırlanan cennete koşun! Tövbe kapısı, en büyük günahkârlar için bile sonuna kadar açıktır. O hâlde ümitsizliğe kapılmayın; oyalanmayın, ertelemeyin! Hemen şimdi Allah'ın affına, rahmet ve merhametine, ebedi nimet yurduna, cennetine koşun! Allah'ın affını, rızasını ve cennetini kazanmak için çalışın ve bu hususta en öne geçmek için hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Zira Allah, bu nimetleri salih kulları için hazırlamıştır.
133
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ
Onlar ki, hem bolluk hem de darlık zamanında, servetlerinden bir kısmını Allah için harcarlar. Kızdıkları zaman öfkelerine hâkim olurlar ve kendilerine karşı kusurlu davranmış olsalar bile, insanları bağışlarlar.

Allah da iyilik eden böyle dürüst ve fedakâr kimseleri sever. [44]
134
وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Yine onlar, çirkin ve yüz kızartıcı bir iş yaptıkları yahut bir başka şekilde günah işleyerek kendilerine zulmettikleri zaman, hemen Allah'ı hatırlayıp günahlarının bağışlanması için O'na yalvarırlar; günah olduğunu bile bile yaptıklarında ısrar etmezler. Öyle ya, günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir?
135
اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ
İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanmak ve sonsuza dek içerisinde kalmak üzere, ağaçlarının altından ırmaklar akan cennet bahçelerinegirmektir.

Ancak bu nimetler öyle kuru temennilerle elde edilemez. Bunları kazanmak için çaba harcamak, gayret ve fedakârlık göstermek gerekir. Çalışanların mükâfatı gerçekten ne güzeldir!
136
قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ سُنَنٌۙ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ
Ey insanlar! Bunlar, tüm insanlığı kucaklayan evrensel ilkelerdir. Nitekim sizden önce de birçokibret verici olaylar yaşanmış, insanın bireysel ve toplumsal hayatıyla ilgili nice ilâhî kanunlar uygulanmış, yani nice sünnetler gelip geçmiştir. Nice toplumlar, sahip oldukları kudret ve servetle şımarıp ilâhî iradeye başkaldırmış, fakat sonunda mahvolup gitmişlerdir. Zalimler zaman zaman geçici üstünlükler elde etseler de, nihai zafer ve başarı inananların olmuştur. Bunu bizzat gözlerinizle görmek ister misiniz?

Öyleyse yeryüzünde gezip dolaşın ve geçmiş milletlerin hayatlarını ve akıbetlerini düşünerek insanlık tarihini araştırın da, gerek sözleriyle ve gerek ortaya koydukları hayat tarzıyla Allah'ın âyetlerini yalan sayanların sonu nice olmuş, bir görün!
137
هٰذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ
İşte bu hikmet dolu sözler, tüm insanlığa apaçık bir çağrı, fenalıklardan sakınıp korunanlar için bir yol gösterici ve bir öğüttür.
138
وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Öyleyse zorluklar karşısında gevşemeyin, yılgınlığa kapılmayın; hak uğrunda başınıza gelebilecek bela ve musibetlerden ötürü de üzülmeyin. Çünkü eğer gerçekten inanıyorsanız, Allah katında üstün olan ve dünyada da âhirette de başarıya ulaşacak olan sizlersiniz.
139
اِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُۜ وَتِلْكَ الْاَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِۚ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَٓاءَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَۙ
Eğer siz Uhud Savaşı'nda düşmana yenilip bir yara aldıysanız, o inkârcı topluluk da Bedir Savaşı'nda ağır bir yenilgiye uğrayarak buna benzer bir yara almıştı. Buna rağmen yeniden toparlanıp karşınıza çıkabildiler. O hâlde, sizler nasıl olur da yılgınlığa düşersiniz? Unutmayın ki, sadece başarı ve üstünlükle değil, aynı zamanda yenilgi ve sıkıntılarla da imtihan edileceksiniz.

İşte bunun için biz, bu iyi ve kötü günleri insanlar arasında sürekli çevirip dururuz. Kuvvet ve egemenlik bazen müminlerin elinde olur, kimi zaman da zalimlerin eline geçer.

Böylece Allah, gerçek müminleri ortaya çıkarmak ve sizden hak ve hakikati dile getiren şahitler edinmek için böyle imtihana tabi tutmakta, zulüm ve haksızlık edenleri ise cezalandırmaktadır.

Hiç kuşku yok ki, Allah zulmedenleri sevmez.
140
وَلِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِر۪ينَ
Diğer bir deyişle, Allah, inananları günahlarından arındırıp tertemiz kılmak ve inkâr edenleri de mahvetmek için sizi zorlu imtihanlardan geçirmektedir.
141
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ
Yoksa siz, sizden İslâm yolunda cihad edenleri ve zorluklar karşısında sabredenleri, Allah çetin bir imtihanla seçip belirlemeden öyle kolayca cennete gireceğinizi mi sanmıştınız?

Uhud Savaşı öncesinde bazı kimseler Medine'de kalıp savunma savaşı vermeyi korkaklık olarak değerlendiriyor, düşmanı şehir dışındaki açık arazide karşılamakta ısrar ediyorlardı. Fakat bunların çoğu, savaşın kızıştığı, işlerin zorlaştığı anda paniğe kapılıp geri çekildiler. Allah, yaşadıkları bu acı tecrübeyi hatırlatarak onlara diyor ki:
142
وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُۖ فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟
Hani siz ölümle yüz yüze gelmeden önce, şehit olmak için can atıyordunuz.

Fakat onu karşınızda gördüğünüzde kahramanca çarpışacağınız yerde, korku ve dehşet içinde öylece bakıp duruyordunuz.

Üstelik Peygamberin öldürüldüğünü zannederek nasıl da ümitsizlik ve yılgınlığa kapılmıştınız! Oysa şunu bilmeniz gerekirdi ki:
143
وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ اَفَا۬ئِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْۜ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلٰى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـٔاًۜ وَسَيَجْزِي اللّٰهُ الشَّاكِر۪ينَ
Muhammed insanüstü, ölümsüz bir varlık yahut bir melek değil, ancak bir Elçidir. Nitekim ondan önce de nice elçiler gelip geçmişti. Dolayısıyla, o da diğer peygamberler gibi fânidir ve bir gün mutlaka ölecektir.

Şimdi o ölür veya öldürülürse, onun tebliğ ettiği hak dini terk edip gerisin geriye dönecek misiniz?

Her kim bu yoldan dönecek olursa, şunu iyi bilsin ki, bunu yapmakla Allah'a hiçbir şekilde zarar vermiş olamaz. Yalnızca kendisini ateşe atmış olur, o kadar.

Çünkü Allah, hak yolda mücadeleyi terk ederek nankörlük edenleri cezalandıracak, malını ve canını Allah yolunda feda etmek suretiyle O'na şükredenleri ödüllendirecektir. Öyleyse, Allah yolunda cihadı asla terk etmeyin. Eğer ölümden korkuyorsanız, şunu iyi bilin ki:
144
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَاباً مُؤَجَّلاًۜ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ
Allah'ın izni olmaksızın, hiçbir canlının ölmesi mümkün değildir. Allah, hayatı da ölümü de ezelden belirlenmiş bir yazgıya göre takdir etmiştir. Madem her şey Allah'ın hükmü altındadır, o hâlde can ve mal kaygısıyla mücadeleden geri durup ilâhî gazaba uğramanın bir anlamı yoktur.

Bununla birlikte, her kim bu dünyanın nimetlerini arzu ederve bütün gücünü ve yeteneklerini yalnızca onu elde etmek için sarf ederse, kendisine ondan az veya çok, dünyalık bir şeyler vereceğiz. Fakat onlar, âhirette hiçbir pay elde edemeyeceklerdir. Kim de iyi işler yaparak âhiret nimetlerini arzular ve bu nimetlere nail olabilmek için üzerine düşeni yaparsa, ona da ondan hak ettiği payı vereceğiz.

Evet, kendilerine bahşedilen nimetlere şükredenleri, elbette dünya ve âhiret nimetleriyle ödüllendireceğiz. Bu konuda, Kur'ân'ın birçok yerinde kıssaları anlatılan peygamberleri kendinize örnek almalısınız:
145
وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَث۪يرٌۚ فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ
Nice peygamberler vardır ki, kendilerini Allah'a adamış birçok hak eriyle birlikte zulme ve küfre karşı kıyasıya savaştılar da, Allah yolunda karşılaştıkları sıkıntılardan dolayı ne yılgınlığa düştüler, ne gevşeklik gösterdiler, ne de bâtıl güçlerin baskılarına boyun eğdiler.

Hiç kuşkusuz Allah, zorluklar karşısında direnip sabredenleri sever.
146
وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
En çetin imtihanlarda bile,Allah'ın vaadine olan güven ve bağlılıklarında en ufak bir sarsıntı olmadı. İtiraz etmeden, sızlanmadan, ümitsizliğe kapılmadan mücadeleye devam ettiler. Bu zorlu imtihanlardan geçerlerken, dudaklarından yalnızca şu dualar dökülüyordu:

"Ey Rabb'imiz! Sana layık olduğun şekilde kulluk edemedik; eksiklerimiz, kusurlarımız ve acziyetimizle sana el açıp yalvarıyoruz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla ya Rab! Mücadelemizde dizimize derman, yüreğimize cesaret vererek adımlarımızı sağlamlaştır ve inkâr edenlere karşı bize yardım eyle!"
147
فَاٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟
Ve nihayet Allah, onlara hem bu dünyanın nimetlerini, hem de âhiret nimetlerinin muhteşem güzelliklerini bağışladı. Güzel davrananların mükâfatı güzellikten başka ne olabilir?

Hiç kuşkusuz Allah, güzel davrananları sever.

İşte siz de bu nimetlere ulaşabilmek için zorlu imtihanlardan geçirilecek ve Uhud'da olduğu gibi, zaman zaman zorluk ve sıkıntılara sabretmek zorunda kalacaksınız. İnkârcılar, "Eğer siz doğru yolda olsaydınız, başınıza bunlar gelmezdi." gibi sözlerle inancınızı sarsmaya çalışacaklar. Onun için:
148
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ
Ey iman edenler! Allah'a ve Elçisi'ne iman ettiğini, dolayısıyla Kur'ân'ı ve Sünnet'i hayatın her alanında rehber olarak kabul ettiğini söyleyenler! Eğer Kur'ân'ın talimatlarını gözardı eder de inkârcıların telkin ve propagandalarına uyacak olursanız, sizi gerisin geriye inkârcılığa döndürürler de, dünyada da âhirette de hüsrana uğrayıp kaybedenlerden olursunuz.
149
بَلِ اللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِر۪ينَ
Hayır; sakın o inkârcıların art niyetli tavsiyelerinden, sahte dostluklarından medet ummayın! Sizin gerçek koruyucunuz, efendiniz, yar ve yardımcınız yalnızca Allah'tır ve Allah, yardım edenlerin en hayırlısıdır. Her şeyin sahibi ve yaratıcısı olan Allah'ın desteklediği bir toplum, başkasının yardım ve desteğine ihtiyaç duyar mı? Koruyucusu Allah olan bir toplumun karşısında kim durabilir? Ve Allah'ın yardımsız bıraktığı bir topluma kim yardım edebilir?

İşte Allah'ın müminlere vaad ettiği yardımlarından bazıları:
150
سَنُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناًۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ
Haram helâl sınırlarını belirleme, değer yargıları oluşturma, emirlerine kayıtsız şartsız itaat edilme gibi konularda kendilerine yetki verildiğine dair Allah'ın Kitap veya Elçisi aracılığıyla hiçbir delil göndermediği varlıkları O'na ortak koştuklarından dolayı, kâfirlerin yüreğine korku salacağım. Bundan dolayı, siz Allah yolunda olduğunuz sürece onlar sizinle göğüs göğüse çarpışmaya asla cesaret edemeyecekler.

Birtakım kişi ve kurumları tanrısal niteliklerle yücelterek veya itaat edilecek mutlak otorite kabul ederek yahut servet, güç, makam, şöhret gibi değerleri hayatın biricik ölçüsü hâline getirerek Allah'a ortak koşan bu insanlar, dünyada hep korku ve endişe içinde yaşayacaklar ve sonunda varacakları yer ateş olacaktır. Zalimlerin varacağı yer gerçekten ne kötüdür!

"Madem Allah bize bunca vaatlerde bulunuyor, o hâlde Uhud Savaşı'nda neden bu kadar çok kayıp verdik?" diyorsanız, şunu iyi bilin ki:
151
وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه۪ۚ حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَۜ مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْۚ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ
Hiç şüphe yok ki, Allah Uhud Savaşı öncesinde size müjdelemiş olduğu zafer vaadini yerine getirdi. O size, emirlerine uyduğunuz takdirde kesin zafer ve başarı elde edeceğinizi müjdelemişti. Nitekim savaşın ilk anlarında O'nun yardım ve izniyle düşmanı önünüze katmış, onları kılıçtan geçiriyordunuz. Ne var ki, arzu ettiğiniz zaferi Allah size göstermişken, ganimet sevdasıyla gevşekliğe kapıldınız ve pek çoğunuz Peygamber'in verdiği emre karşı gelerek isyan ettiniz. Öyle ki;

O sırada kiminiz dünyayı istiyordu, kiminiz de âhireti. Dünyanın basit menfaatlerini tercih eden zayıf imanlı müminler, savaşın ortasında mevzilerini terk edip ganimet peşine düştüler; düşmanın karşı saldırıya geçmesiyle zoru görünce de kaçtılar. Âhiretin ebedî nimetlerini tercih edenler ise kahramanca çarpıştılar; şehit oluncaya kadar da yerlerinden ayrılmadılar.

Sonra Allah,bu hatanızdan dolayı sizi bir musibetle imtihan etmek için düşman karşısında yenilgiye uğratarak onlardan geri çevirdi. Böylece, yaptığınız hatanın acı meyvesini size tattırmış oldu. Bu, Allah'ın değişmez yasasıdır. Bu yasaya göre, yeryüzünde kıya­mete kadar zuhur edecek hak bâtıl savaşlarında ne zaman ki Müslümanlar dünyaya meyledip Allah yolunda mücadeleyi terk ederlerse, ilahi yardımdan mahrum kalacak ve bâtıl karşısında savaşı kaybede­ceklerdir. İşte Uhud Savaşı'nda da Allah size böyle bir yenilgi tattırdı. Fakat bununla birlikte, yine de kusurunuzu affederek sizi bağışladı. Şayet sizi affetmemiş olsaydı, ganimete meylederek Peygamber'in emrine karşı gelmenizden dolayı oracıkta helak olurdunuz. Ancak Allah'ın lütuf ve merhameti sayesinde bu büyük felâketten kurtuldunuz.

Zira Allah, müminlere karşı çok merhametli, çok lütufkârdır. O'na kulluk üzere bulundukları, değer ve ölçülerini O'ndan aldıkları, inkâr ve şirkten kaçındıkları sürece müminlerin zaaf, acizlik, sürçme gibi sebeplerden kaynaklanan kusurlarını bağışlar.

Ey müminler! Uhud Savaşı'nda ganimet toplamak için mevzilerini terk eden arkadaşlarınızın gafletini fırsat bilerek aniden hücuma geçen düşman kuvvetleri karşısında yaşadığınız o dehşet anlarını bir hatırlayın:
152
اِذْ تُصْعِدُونَ وَلَا تَلْوُ۫نَ عَلٰٓى اَحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ ف۪ٓي اُخْرٰيكُمْ فَاَثَابَكُمْ غَماًّ بِغَمٍّ لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَٓا اَصَابَكُمْۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Hani Peygamber, "Ey Allah'ın kulları; yanıma gelin, yanıma gelin!" diye sizi arkanızdan çağırıp dururken, siz can derdine düşmüş, hiç kimseye dönüp bakmadan Uhud Dağı'nın eteklerine doğru dehşet ve panik içinde kaçarak uzaklaşıyordunuz.

Bunun üzerine Allah, galibiyet fırsatını elinizden kaçırmanızın burukluğunu ve başınıza gelen felâketlerin üzüntüsünü bastıracak peş peşe keder ve acılarla sizi cezalandırdı. "Peygamber öldürüldü!" dediler. Bu söylenti sizi kalbinizden vurmuş, içiniz kan ağlamıştı. Öyle ki, diğer bütün felâketler bunun yanında pek hafif kalmıştı. Böylece Allah, mümine yakışmayan ihmalkârca davranışlarınızdan dolayı sizi cezalandırıyordu.

Hiç kuşkusuz Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır.

Fakat kusurunuzu bağışladıktan sonra, bakın Rabb'iniz sizi nasıl destekledi:
153
ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاساً يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Derken bu üzüntünün ardından Allah, içinizden ihlas ve samimiyet sahibi bir grubu dalga dalga sarıp kuşatan tatlı bir uyuklama, içinizi okşayan bir huzur ve güven duygusu indirdi. [45] Peygamber (as)'ın bildirdiği ilahi vaade kesin şekilde inanmış olan müminleri bürüyerek korku ve endişe dolu kalplere cesaret ve ümit duyguları bahşeden bu mucizevi uyku, müminlerin yeniden toparlanarak büyük bir yenilgiden kurtulmalarını sağlamıştı. [46]

İmanları henüz kökleşmemiş olan diğer bir grup ise, sırf kendi canlarının derdine düşmüşlerdi. Allah hakkında, İslâm öncesi Cahiliye Devri düşüncesine benzer yalan yanlış düşünceler besliyorlardı. "Muhammed hak Peygamber ise, neden kâfirler karşısında bozguna uğradık?" diyorlardı. Allah'ın müminlere yardım etmeyeceğini, bu davanın artık bittiğini düşünüyorlardı. İşte imanı kökleşmemiş, Allah'a itimatları perçinlenmemiş kimseler her zaman böyle kritik durumlarda sarsıntı geçirirler. Allah yolunda ezi­yetlere katlanamaz, azıcık bir zor karşısında hemen ümitsizliğe kapılıp davalarından dönüverirler.

Şimdi de kendilerinin sebep olduğu yenilgiden dolayı sızlanıp şikâyette bulunarak diyorlar ki:

"Bu işten bize bir pay var mı? Bu savaşta bize vaad edildiği gibi zafer veya ganimet elde edebildik mi? Bırakın zafer kazanmayı, kâfir Kureyş ordusunun elinden canımızı zor kurtardık. Ayrıca savaş ve barış gibi önemli işlerin kararlaştırılmasında bizim hiçbir yetkimiz yok ki. Yetki ve egemenlikte bizim de payımız olsaydı veya en azından savaş taktiği hususunda bizim sözümüz dinlenseydi bu hâllere düşer miydik?"

Ey Peygamber! Onlara de ki:

"Gerçek şu ki, işin tamamı Allah'a aittir. Sizin savaşınızı, barışınızı ve tüm hayat programınızı belirleme hak ve yetkisi sadece Allah'ın elindedir. Allah, Peygamber'ine indirdiği mesajlarla bu konulardaki hükmünü ve kararını size bildirmektedir. Zafer, üstünlük, kudret ve izzet tamamen ve yalnızca Allah'ın elindedir ve Allah bunları kendi yolunda mücadele eden kullarına vaad etmiştir. Fakat Allah'ın ve Elçisinin emirlerine isyan eden, mücadelenin gerektirdiği sabır ve karalılığı gösteremeyen toplumlar bu vaade asla nail olamazlar."

Aslında onlar, sana açıkça söyleyemedikleri kırgınlıklarını ve İslami idareden memnuniyetsizliklerini içlerinde gizliyorlar. Fakat sarf ettikleri bazı sözler onları ele veriyor:

Peygamber'in, ashabıyla yaptığı istişare neticesinde çoğunluğun görüşüne uyarak düşmanı Medine dı­şında karşılama kararının yanlış olduğunu iddia ederek diyorlar ki: "Bu işten bize bir pay olsaydı, burada böyle pisi pisine öldürülmezdik. Yani ülke yönetiminde bizim sözümüz geçseydi ve savaş stratejisini belirleme yetkisi bizim elimizde olsaydı, düşmanı açık alanda karşılamak yerine Medine'de şehir savunması yapardık. Böylece bu savaşta kaybettiğimiz dostlarımız, akraba ve yakınlarımız şimdi hayatta olurlardı!"

Ey Peygamber! Onlara de ki:

"Hayır, öyle değil! Bu savaşta çok kayıp vermenizin sebebi Medine'de savunma savaşını tercih etmemeniz değil, içinizden bazılarının Peygamber'in emir ve talimatlarına karşı gelmiş olmasıdır. Düşmanı açık alanda karşılamak yerine savunma savaşını tercih ederek evlerinizde kalmış olsaydınız bile, içinizdeki disiplinsiz askerlerin sorumsuzca davranışları yüzünden yine benzer bir belaya uğrayacaktınız ve içinizden öldürülmeleri takdir edilenler, o zaman da vurulup yatacakları yere çıkıp gideceklerdi. Peygamber'in kesin emrine rağmen mevzilerini terk edip ganimet toplamaya koşan ve böylece sizi düşman saldırısına açık halde bırakan sorumsuz askerler, şehir savunmasında da isyankârlık edecek ve yine çok sayıda kayıp vermenize sebep olacaklardı. Emirlere uymayan, başına buyruk davranan bir ordu nerede ve hangi taktikle savaşırsa savaşsın, başarısızlığa mahkûmdur. Şayet emirlere harfiyen uysaydınız, Bedir Savaşı'nda olduğu gibi burada da düşmanı ağır bir yenilgiye uğratacaktınız. Nitekim yukarıda 152. âyette ifade edildiği gibi, okçular yerlerini terk edinceye kadar düşman karşısında tam bir üstünlük elde etmiştiniz ve neredeyse savaşı kazanmak üzereydiniz. O halde, yenilgi ve başarısızlığa karşı almanız gereken en güzel tedbir, Allah'ın ve Elçisi'nin bütün emir ve yasaklarına harfiyen riayet etmektir."

"Peki, bunca sıkıntılara katlanmamızın hikmeti nedir?" diye soracak olursanız;

Allah, buraya kadar sayılan hikmet ve sebeplerinin yanı sıra, bir de göğsünüzdeki iman ve samimiyet derecesini ölçüp sınamak ve yüreğinizdeki korkaklık, bencillik, miskinlik gibi kötü duygu ve düşünceleri söküp atarak iç dünyanızı tertemiz yapmak için sizi böyle çetin imtihanlardan geçirmektedir.

Hiç kuşkusuz Allah, kalplerin içindeki gizli niyet ve düşünceleri bilendir. İnsanın iç dünyasına nüfuz edebilecek zaafları, psikolojik hastalıkları ve bunların tedavi yöntemlerini de elbette en iyi bilen O'dur.
154
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۙ اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُواۚ وَلَقَدْ عَفَا اللّٰهُ عَنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَل۪يمٌ۟
İki ordunun Uhud'da karşı karşıya geldiği gün içinizden bozguna uğrayıp kaçanlara gelince: Şeytan onları, ancak kendi yaptıkları hata ve isyankârlıklarından dolayı böyle tökezletmişti. Yoksa onlar fırsat vermeselerdi, şeytan onları zorla günaha sürükleyemezdi. Savaşın başlangıcında sayılarının çokluğuna güvenerek düşmanı hafife alan ve ayrıca Peygamber'in emrine muhalefet eden bu insanlardaki ahlaki zaafiyet, şeytanın onlara korku, ümitsizlik, kararsızlık gibi vesveseler vermesine zemin hazırlamıştı.

Fakat bununla birlikte, Allah tövbelerini kabul etmiş ve onları kesin olarak affetmiştir. Gerçekten Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Uhud tecrübesinden alınması gereken derslere gelince:
155
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ اَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُواۚ لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ حَسْرَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Ey iman edenler! Sakın ola ki, İslam'ı tebliğ etmek için yeryüzünde sefere çıkan veya Allah yolunda savaşa katılan ve bu yolda ölen yahut şehit olan kardeşleri ve yakınları hakkında, "Eğer sözümüzü dinleyip bizim yanımızda kalsalardı ne ölür ne de öldürülürlerdi!" diyen ikiyüzlü inkârcılar gibi olmayın! Uhud Savaşı öncesinde Peygamber'in ordusunu terk edip Medine'ye dönen, bununla da kalmayıp Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad eden müminleri akılsızlıkla suçlayan o münafıklar gibi davranmayın, onlara benzemeyin ve sözlerine asla itibar etmeyin.

Allah bunungibi kuruntu ve saplantıları, onların kalplerinde sürekli kanayıp duran bir pişmanlık yarası yapacaktır. Âhirete inanmayıp tamamen dünyaya bel bağladıkları için, ne zaman acı bir sürprizle karşılaşsalar büyük bir pişmanlık düşüncesi sürekli içlerini kemirecek, hiçbir zaman teselli bulamayacaklar. Dünyaya dalmış lüks bir hayat içinde yaşarken bile içleri kan ağlayacak, gerçek mutluluk ve huzuru asla tadamayacaklar. Ve Hesap Günü müminleri cennet nimetleri içinde, kendilerini de cehennem ateşinde gördükleri zaman, sonsuza dek sürecek bir acı ve pişmanlıkla kahrolacaklar. Çünkü onlar dünyada iken, ölümden korkarak Allah yolunda mücadeleden uzak durmuşlardı.

Oysa yaşatan da öldüren de Allah'tır. Hayat da ölüm de tamamıyla O'nun emir ve iznine bağlıdır. O hâlde, ölüm korkusu sizi O'nun yolunda mücadeleden alıkoymasın.

Unutmayın ki, Allah yaptığınız her şeyi görmektedir.
156
وَلَئِنْ قُتِلْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
Eğer Allah yolunda şehit olur veya şehadeti arzulayarak ölürseniz, en büyük kazancı elde etmiş olursunuz. Zira Allah'ın bağışlaması ve rahmeti, cihadı terk edip mal mülk çoğaltma yarışına girenlerinbiriktirip yığdıkları her şeyden daha hayırlıdır!
157
وَلَئِنْ مُتُّمْ اَوْ قُتِلْتُمْ لَاِلَى اللّٰهِ تُحْشَرُونَ
Zaten Karunlar gibi yaşayıp ölseniz de, İslâm yolunda savaşıp öldürülseniz de, sonuçta hepiniz ister istemez Allah'ın huzurunda toplanacaksınız.

O hâlde, Allah yolunda mücadeleyi aksatan veya terk eden kardeşlerinizi güzelce uyarın, zira kardeşlik bunu gerektirir. Fakat onları, işledikleri bir günahtan dolayı azarlayıp küçük düşürmek yahut dışlamak suretiyle şeytanın kucağına itmeyin. Onlara daima şefkat ve merhametle yaklaşın. Bu gibi konularda, Allah'ın Elçisi sizin için ne güzel bir örnektir:
158
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْۚ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْاَمْرِۚ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ
Ey Peygamber! Allah'ın sana bahşettiğiengin şefkat ve rahmeti sayesindedir ki, Uhud imtihanında başarısız olan arkadaşlarına merhametli ve yumuşak davrandın. Azarlanmayı hak ettikleri durumlarda bile, kusurlarını yüzlerine vurup onları rencide etmedin.

Eğer onlara karşı kaba ve katı yürekli olsaydın, seni terk ederek etrafından dağılıp giderlerdi. Bu ise hem senin için, hem de onlar için en büyük felâket olurdu.

Öyleyse, onları bağışla ve Allah tarafından da affedilmeleri için Rabb'ine yalvar. [47] Yönetimle ilgili olup da, hakkında kesin bir hüküm indirilmemiş olan konularda karar vermeden önce, onlarla fikir alışverişinde bulunarak istişare et ve bu istişare sonucunda oluşan eğilimi dikkate alarak karar ver.

İstişare sonucunda belli bir yönde karar verdiğin zaman da Allah'a tevekkül et. O'nun kudret ve inayetine güvenerek kararını en ufak bir taviz vermeden uygula. Hiç şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. Üzerine düşeni eksiksiz yapan, fakat sonucun elde edilmesi konusunda yalnızca O'na güvenen, O'na dayanan kullarını sever ve onları yardımıyla destekler:
159
اِنْ يَنْصُرْكُمُ اللّٰهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْۚ وَاِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذ۪ي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Allah size yardım ettiği sürece, hiçbir güç sizi yenemez. Ama eğer sizi yüzüstü bırakacak olursa, size O'ndan başka kim yardım edebilir?

Öyleyse, inananlar yalnızca Allah'a dayanıp güvensinler.

Uhud'da savaşı bırakıp ganimete koşanlar, Peygamber'in ganimetlere el koyup kendilerine haksızlık edeceğini mi sanıyorlardı? Oysa şunu gayet iyi biliyorlardı ki:
160
وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَغُلَّۜ وَمَنْ يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Bir peygamberin emanete ihanet etmesi asla söz konusu olamaz.

Her kim emanete ihanet edecek olursa, Diriliş Günü Allah'ın huzuruna ihanetiyle birlikte çıkacaktır. Sonra da herkese yaptığının karşılığı tam olarak verilecek ve hiç kimseye zerre kadar haksızlık edilmeyecektir.
161
اَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّٰهِ كَمَنْ بَٓاءَ بِسَخَطٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Öyle ya, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışan kimse, O'nun gazabına uğrayan ve barınağı cehennem olan kimseyle bir olur mu? Zalimleri bekleyen o cehennem ne kötü bir duraktır!
162
هُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟
Evet, iyilerle kötüler bir olmaz. İlâhî ölçülere göre her insan, oraya koyduğu tavır ve davranışlara göre yükselir veya alçalır. Onlar Allah katında derece derecedirler. Hiç kuşkusuz Allah, yaptıkları her şeyi görmektedir ve karşılığını mutlaka verecektir. İnsanların en yüksek derecelere ulaşabilmesi için ihtiyaç duydukları bilgileri de onlara göndermiştir:
163
لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Gerçekten Allah, müminlere büyük bir lütufta bulundu. Zira onlara kendi içlerinden öyle bir peygamber gönderdi ki, onlara Allah'ın âyetlerini okuyor, onları günah ve şirk kirlerinden arındırıyor ve onlara Kitabı ve Kitaptaki hükümleri pratik hayata uygulama bilgisi olan hikmeti öğretiyor.

Oysa onlar, bundan önce apaçık bir sapkınlık ve dalâlet içinde idiler.

Böyle ilâhî nimetlerle taltif edilmiş olan bir toplum, Kur'ân'ın ve Peygamber'in emirlerini uyguladığı sürece, kâfirler karşısında asla yenilgiye uğramaz:
164
اَوَلَمَّٓا اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَدْ اَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَاۙ قُلْتُمْ اَنّٰى هٰذَاۜ قُلْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Bedir Savaşı'ndadüşmanlarınıza iki katını tattırdığınız bir musibet Uhud'da sizin başınıza geldi diye, kendi kusurunuzu görmezlikten gelerek, "Madem bizler doğru yoldayız, o hâlde kâfirler karşısında bu yenilgi neden başımıza geldi?" diyorsunuz, öyle mi?

Ey Muhammed, bunu soranlara de ki:

"Bu yenilgi, sizin kendi hata ve eksikliğinizdendir. Peygamber'in emrine uymamakla, yenilgiye bizzat kendiniz sebep oldunuz. Böylece, kazanmak üzere olduğunuz bir savaşı kendi elinizle kaybettiniz. Yoksa Allah, müminlere verdiği zafer ve yardım vaadini elbette yerine getirmişti. Hiç kuşku yok ki, Allah'ın her şeye gücü yeter."
165
وَمَٓا اَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِاِذْنِ اللّٰهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ
İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelenler, Allah'ın izniyle ve aynı zamanda, müminleri münafıklardan ayırt etmesi içindir. Uhud Savaşı'nda yaşadığınız yenilgi her ne kadar kendi hatanızdan kaynaklanmış olsa da, yine de Allah'ın izniyle ve O'nun belirlemiş olduğu toplumsal yasalar çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bu yasalara göre, Allah ve Rasulü'nün talimatlarına aykırı davranan bir toplum –Peygamber'in ashabı bile olsa– yenilgi ve başarısızlığa mahkûm olacaktır. Bu tür yenilgiler, aynı zamanda turnusol kâğıdı gibi insanların kalitesini de ortaya koymaktadır. Bu zor günlerde Allah, fedakârlık gösteren, sabreden, ahdine bağlı kalan samimi müminleri diğerlerinden ayırt edecektir.
166
وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ نَافَقُواۚ وَق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوِ ادْفَعُواۜ قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لَاتَّبَعْنَاكُمْۜ هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ اَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْا۪يمَانِۚ يَقُولُونَ بِاَفْوَاهِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَۚ
Bu zorluk ve sıkıntılar aynı zamanda, Allah'ın, aranıza sızmış olan ikiyüzlülerin maskesini düşürüp gerçek yüzlerini ortaya çıkarması içindir.

Nitekim bu münafıklar, daha savaş başlamadan Peygamber'in ordusunu terk edip gerisin geriye Medine'ye dönmüşlerdi. Onlara:

"Gelin Allah yolunda savaşın yahut hiç değilse çoluk çocuğunuzu, malınızı mülkünüzü düşmanın saldırısından koruyun!" denildiğinde, sizinlealay edercesine:

"Şayet bunun bir savaş olacağını bilseydik, sizinle gelirdik. Sayıca ve silahça sizden birkaç kat üstün olan güçlü bir orduyla meydan savaşına çıktığınıza göre bu bir savaş değil, göz göre göre ölüme gitmektir. Oysabiz Medine'de kalıp savunma savaşı yapmamız gerektiğini söylemiştik. Fakat Peygamber, çoğunluğun görüşüne uyup düşmanı açık alanda karşılamaya karar verdi.Savaş stratejisi konusundaki görüşümüzü ciddiye almadığınıza göre, biz savaşmayı bilmiyoruz demektir. Bu durumda bizi savaşa çağırmaya hakkınız yok." demişlerdi.

Münafıkların bu tavrı, yüzlerindeki maskeyi düşürmüş oldu. O gün onlar bu hâlleriyle, imandan çok inkâra yakın idiler.

Müslümanlıktan dem vururlarken, gerçek niyetlerini içlerinde gizliyor ve ağızlarıyla, kalplerinde olmayan şeyi söylüyorlardı.

Oysa Allah, içlerinde gizlediklerini çok iyi bilmekteydi. Ve bunu, eninde sonunda müminlere de bildirecekti:
167
اَلَّذ۪ينَ قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُوا لَوْ اَطَاعُونَا مَا قُتِلُواۜ قُلْ فَادْرَؤُ۫ا عَنْ اَنْفُسِكُمُ الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Onlar hem savaşa gelmeyip evlerinde oturdular, hem de bu savaşta şehit olan dost ve akrabaları için:

"Yazık şunlara; bir hiç uğruna canlarını verdiler. Eğer sözümüzü dinleyip bizimle geri dönselerdi, bu savaşta öldürülmezlerdi." dediler.

Ey Peygamber! Onlara de ki:

"Eğer bu iddianızda samimiyseniz, haydi ölümü başınızdan savsanıza! Hepiniz eninde sonunda ölüm denen gerçekle yüz yüze gelmeyecek misiniz? Bu savaşta şehit olanlar, sizi dinleyip evlerinde otursalardı bile, mutlaka bir gün ölüp Allah'ın huzuruna gitmeyecekler miydi? Ölüm hepiniz için kaçınılmaz bir son olduğuna göre, zalimlere karşı Allah yolunda savaşıp O'nun rızasını kazanmış bir halde ölmek, savaş­tan kaçarak O'nun gazabına uğramış bir halde ölmekten daha iyi değil midir? Zillet içinde yaşamaktansa, şerefle şehit olmak daha güzel değil midir?"

Kaldı ki, Allah yolunda şehit olanlar aslında ölmüyor; tam tersine, gerçek hayatı kazanıyorlar. Onlar sizin şu içinde yaşadığınız hayatı terk etseler bile, başka bir hayat boyutuna yükselerek kıyamete kadar yaşamaya devam edecekler. Onun içindir ki:
168
وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتاًۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ
Ey insan! Allah yolunda can verenleri ölü zannetme! Aksine, onlar Rablerinin katında, senin bilmediğin bir âlemde, farklı bir hayat boyutunda ve sonsuz nimetler içerisinde yaşamaktadırlar.
169
فَرِح۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۙ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذ۪ينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْۙ اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۢ
Allah'ın lütfundan kendilerine bahşettiği şehitlik mertebesi ve cennet nimetleri ile coşkun bir gurur ve sevinç duyarlar. Şehadet şerbetini içmek için can atan, fakat henüz kendilerine katılmamış olan kardeşlerine, onlar için Hesap Günü'nde herhangi bir korku ve üzüntü olmadığı müjdesini vermek isterler.
170
يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍۙ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُؤْمِن۪ينَۚۛ ۟
Evet; Allah'ın şehitler için hazırladığı muhteşem lütuf ve nimetlerini onlara haber vermek ve Allah'ın, inananların çabalarını boşa çıkarmadığını, onların mükâfatını asla zayi etmediğini müjdelemek isterler.

Kureyş ordusu, Uhud Savaşı'nın ardından Mekke'ye dönmek üzere yola çıkmış, fakat yolda karar değiştirerek Müslümanları topyekün imha etmek üzere yeniden Medine'ye yönelmişti. Bu sırada Peygamber (sav) de düşmanın geri dönebileceğini tahmin ederek Müslümanlara Kureyş ordusunu takip emrini verdi. Müslümanlar yorgun, bitkin ve yaralı olmalarına rağmen, büyük bir cesaret ve fedakârlık göstererek Peygamber'in çağrısına uydular ve onun komutası altında, Medine yakınlarındaki Hamrâülesed'e kadar gelip burada düşmanı karşılamak üzere beklediler. Kureyş ordusu bunu haber alınca, savaşı göze alamayarak tekrar Mekke'ye doğru hareket etti. Müslümanlar bir süre daha bekleyip düşmanın artık dönmeyeceğinden emin olunca Medine'ye döndüler.

Allah, kıyamete kadar gelecek bütün müminlere örnek olması gereken bu fedakârca davranışı överek buyuruyor ki:
171
اَلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِلّٰهِ وَالرَّسُولِ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَصَابَهُمُ الْقَرْحُۜۛ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا مِنْهُمْ وَاتَّقَوْا اَجْرٌ عَظ۪يمٌۚ
O inananlar ki, Uhud Savaşı'nda ağır bir yara almış olmalarına rağmen, yaralarından akan kan henüz kurumadan, Allah'ın ve Peygamber'in çağrısına kulak veripdüşmanı takibe yöneldiler.

Onlardan güzel davranış gösteren ve fenalıklardan titizlikle sakınıp korunanlara, Rableri katında büyük bir mükâfat vardır.

Müşrikler Uhud'dan ayrılmadan önce, bir panayır yeri olan Küçük Bedir'de bir yıl sonra tekrar karşılaşmak üzere Müslümanlardan söz almışlardı. Fakat panayır mev­simi geldiğinde, müşrikler savaşa cesaret edemediler. Bununla birlikte, itibarlarını korumak amacıyla, sözleştikleri yere Müslümanların da gelmemesi için Medine'ye casuslar gönderdiler. Bu casuslar, müşriklerin devasa bir ordu hazırladıkları haberini yayarak Müslümanları korkutmaya çalıştılar. Fakat Al­lah'a güvenleri tam olan Müslümanlar, "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!" diyerek düşmanı karşılamak üzere sözleştikleri yere gittiler. Burada panayır kurulduğunu bildiklerinden, ticarete hazırlıklı gelmişlerdi. Bir süre sonra müşriklerin gelmeyeceği anlaşılınca, orada kurulan panayırlarda çok kârlı alışverişler yaptılar. Böylece hem Allah'ın rızasını kazanmış, hem de büyük bir maddi kazanç elde etmiş olarak Bedir'den geri döndüler. Uhud Savaşı'ndan bir yıl sonra nazil olan aşağıdaki üç ayet, bu olaylara işaret etmektedir:
172
اَلَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَاناًۗ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ
Onlar öyle yürekten inanmış kimselerdir ki, düşman yurdundan haber getiren kötü niyetli insanlar, kendilerine:

"Düşmanlarınız size karşı büyük bir ordu hazırlamış, o hâlde onlardan korkun da Allah yolunda cihadı terk edin!" dediklerinde, bu tehditkâr sözler o yiğitleri yıldırmak şöyle dursun, aksine, onların imanını artırdı ve şöyle dediler:

"Bütün tehlike ve korkulara karşı bize Allah'ın yardımı yeter! O ne güzel yardımcı, ne güvenilir vekildir!"
173
فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَظ۪يمٍ
Böylece müminler,Allah'a tam bir güven ve teslimiyetle savaş meydanına çıktılar. Fakat o sözde büyük ordular, onların karşısına çıkmaya cesaret edemedi. Sonuçta, Allah'ın lütuf ve nimeti sayesinde, başlarına hiçbir kötülük gelmeden sağ salim ve üstelik yaptıkları kârlı ticaretlerle zengin olarak yurtlarına geri döndüler. En önemlisi de, böylece Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış oldular.

Hiç kuşkusuz Allah, mümin kullarına karşı büyük lütuf sahibidir.

Ey müminler! Savaşta karşınızda duramayan düşman, yalan haber ve propagandalarla sizi yıldırmaya, Müslümanlar arasında korku ve panik havası yaymaya çalışırlar. Ama şunu iyi bilin ki:
174
اِنَّمَا ذٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ اَوْلِيَٓاءَهُۖ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
İşte o şeytan, yani kalbinize türlü vesveseler vererek sizi korkutmaya çalışan cin şeytanları ve sinsice aranıza sızarak kâfirleri olduğundan güçlü gösterip cesaretinizi kırmaya çalışan düşman casusları, gerçek müminleri asla yıldıramazlar. Onlar ancak kendi dostlarını, yanikendilerine değer veren ve kendilerigibi imansız olan kâfirleri ve münafıkları korkutabilir. O hâlde, gerçek müminler iseniz onlardan değil, benden gelecek azaptan ve benim sevgimi kaybetmekten korkun!
175
وَلَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ اِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Ey Peygamber!Allah'ı ve âyetlerini inkâr etmekte birbirleriyle yarışan veMüslümanlara saldırmak, zarar vermek, onları üzmek için fırsat kollayan kâfirler ve münafıklar, sakın seni endişelendirip üzmesin!

Korkma, onlar Allah'a ve O'nun dinine asla zarar veremezler. Öyle ki, bütün insanlar inkârda birleşmiş olsalar bile, bu Allah'ın mülkünden hiçbir şey eksiltmez. Ayrıca Allah'ın ve Rasulü'nün emirlerine uyduğunuz sürece, onlar size karşı da asla üstünlük elde edemezler. Onlara geçici olarak verilen dünyevi nimetler seni aldatmasın:

Eğer bu kâfirler derhâl helâk edilmiyor ve hâlâ nimetler içinde yaşıyorlarsa, bunun sebebi şudur: Allah, o zalimlerin sahip oldukları bütün güzellikleri ve fırsatları bu dünyada harcamalarını, böylece kendilerine âhirette hiçbir pay kalmamasını istiyor. İşte onlara, cehennemde korkunç bir azap vardır!
176
اِنَّ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Gerçek şu ki, imana karşılık inkârcılığı tercih edenler, Allah'a ve O'nun bizzat korumayı üstlendiği dinine hiçbir şekilde zarar veremezler.

Olsa olsa, kendilerini ateşe atmış olurlar, o kadar: Onlara, can yakıcı bir azap vardır!
177
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ خَيْرٌ لِاَنْفُسِهِمْۜ اِنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ لِيَزْدَادُٓوا اِثْماًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ
Allah'ın âyetlerini inkâr edenler sanmasınlar ki, onlara mühlet vermemiz kendi iyilikleri içindir.

Hayır! Biz onlara, ancak günaha iyice batsınlar diye süre veriyoruz. Fakat onlar kendilerine tanınan bu süreyi fırsat bilip tövbe edecekleri yerde, daha büyük günahlara yöneliyorlar. İşte onlara, alçaltıcı bir azap vardır!

Bazı müminler, "Sürekli fitnelere sebep olan bu münafıkları Allah neden bize ismen bildirmiyor yahut onları neden aramızdan çıkarıp atmıyor?" diye soruyorlardı. Allah bu konudaki toplumsal yasayı bildirerek buyurdu ki:
178
مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ
Allah, siz müminleri şu içinde bulunduğunuz müminlerle münafıkların iç içe olduğu sıkıntılı durumda ilelebet bırakacak değildir. İslâm toplumu gerekli güç ve olgunluğa ulaştığında, toplumu ifsad eden münafıkları müminlerin arasından ayıklamak suretiyle elbette pis ile temizi birbirinden ayıracaktır. Bunun için de, iyilerle kötüleri ortaya çıkarmak üzere bazen bela ve musibetlerle, kimi zaman da zenginlik ve refah ile sizleri imtihan edecektir. Fakat İslâm toplumu henüz toparlanmamış ve yeni Müslüman olanların kalplerine iman henüz iyice yerleşmemiş olduğundan, şimdilik sizi ayrıştırıcı imtihana tâbi tutmamaktadır. Çünkü bu dönemde böyle bir imtihan, İslâm toplumunun sarsıntıya uğrayıp parçalanmasına sebep olabilir.

Allah size, kendisinden başka hiç kimsenin bilemeyeceği sırlar âlemi olan gayb'ı bildirecek de değildir. Yani hiç imtihana gerek kalmadan münafıkları belirlemeniz için size insanların kalbinden geçen gizli düşünceleri bilme kudreti verecek değildir. Zira bu, imtihan hikmetine aykırıdır. Bunun yerine Allah, ihtiyaç duyduğunuz kadar gayb bilgisini size öğretmek üzere elçilerinden dilediğini seçer ve bu bilgileri ona vahyeder. İşte Kur'ân böyle vahiy ürünü bir kitaptır. Onu doğru okuyup içindeki yasaları bireysel ve toplumsal hayatınıza uyguladığınız takdirde, her türlü tehlike ve saldırıya karşı kendisini koruyabilen güçlü ve sağlıklı bir toplum oluşturabilirsiniz.

O hâlde, ey insanlar! Allah'a ve göndermiş olduğu bütün elçilerine iman ve emirlerine itaat edin. Eğer bu şekilde inanır ve kötü davranışlardan titizlikle sakınıp korunursanız, size ebedî cennet yurdunda muhteşem bir ödül vardır.

Münafıkların en belirgin özelliği, yalan söylemek, emanete ihanet etmek, verdiği sözü tutmamak, saldırganlık, cimrilik gibi ahlaki zaaflara sahip olmalarıdır:
179
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ هُوَ خَيْراً لَهُمْۜ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَهُمْۜ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا بِه۪ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلِلّٰهِ م۪يرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ۟
Allah'ın lütfundan kendilerine cömertçe sunduğu nimetlerle övünen, ancak bunları yoksullara harcamakta cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu ve kendilerine kazanç sağlayacağını sanmasınlar.

Hayır; bu cimrice davranışları, onların dünyada da âhirette de zararınadır.

Çünkü cimrilik edip yoksullardan esirgedikleri şeyler, Diriliş Günü'nde bir ateş halkası olup o münafıkların boyunlarına geçirilecektir.

Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Sahip olduğunuzu zannettiğiniz servet ve zenginlikler, aslında size geçici olarak verilmiş birer emanetten ibarettir. Gün gelecek, bu emanet sizden geri alınacak ve gerçek sahibi olan Allah'a dönecektir. Sonra da hepsinin hesabı bir bir sorulacaktır. Öyleyse, aslında Allah'a ait olan malınızı ve servetinizi O'nun emrettiği yere, emrettiği şekilde harcamalısınız.

Unutmayın ki, Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.

Her şeyden haberdar olduğu içindir ki, "Allah'ın kat kat fazlasıyla geriye ödeyeceği güzel bir borcu O'na verecek olan kimdir?" [48] (Bakara, 2/245) âyetindeki o muhteşem mecazi anlatımı göz ardı ederek âyetin anlamını çarpıtan ve onu alay konusu edinen zalimleri de görmektedir:
180
لَقَدْ سَمِـعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ فَق۪يرٌ وَنَحْنُ اَغْنِيَٓاءُۢ سَنَكْتُبُ مَا قَالُوا وَقَتْلَهُمُ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّۙ وَنَقُولُ ذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ
"Müslümanların inandığı Allah fakirdir; baksanızakullarından borç istiyor. Oysa biz zenginiz, Allah'ın göndereceği kitaba da yardıma da ihtiyacımız yoktur!" diyen o Yahudilerin sözlerini Allah elbette işitmiştir.

O çok övündükleri atalarının daha önce haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazdığımız gibi, onların bir peygamberi öldürmek kadar büyük bir günah olan bu sözlerini de yazıp suç dosyalarına kaydedeceğiz. Sonra da Diriliş Günü onlara:

"Yaptıklarınızın karşılığı olarak, tadın şu yakıcı ateşin azabını!" diyeceğiz.
181
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۚ
"Bu azap, bizzat kendi ellerinizle işlediğiniz kötülüklerin karşılığıdır. Çünkü Allah, ödülü de cezayı da sadece hak edenlere verir; kullarına hiçbir şekilde haksızlık etmez."
182
اَلَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ عَهِدَ اِلَيْنَٓا اَلَّا نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتّٰى يَأْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَأْكُلُهُ النَّارُۜ قُلْ قَدْ جَٓاءَكُمْ رُسُلٌ مِنْ قَبْل۪ي بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذ۪ي قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Kur'ân'a ve Peygamber'e iman etmemek için türlü bahaneler öne sürenYahudiler, bu sefer de dediler ki:

"Allah'ın Tevrat'ta bizimle yaptığı antlaşmaya göre, gökten mucize olarak inen ateşin yakıp kül edeceği bir kurban getirmediği sürece, biz hiçbir peygambere iman etmeyeceğiz."

Ey Peygamber! Onlara de ki:

"Benden önce nice peygamberler size apaçık deliller ve sözünü ettiğiniz o kurban mucizesini getirmişlerdi. Eğer sözünüzde samimi iseniz, onları niçin inkâr ettiniz ve birçoğunu öldürdünüz? O çok övündüğünüz atalarınız, kendilerine apaçık mucizeler getiren —Zekeriya ve Yahya başta olmak üzere— birçok peygamberi öldürmediler mi? İlyas'ı, İsa'yı ve daha nicelerini öldürmeye teşebbüs etmediler mi? Siz de bugün Son Elçi'yi inkâr etmekle, peygamberlere hayat hakkı tanımayan atalarınızın işlediği suça iştirak etmiş oluyorsunuz. Demek ki, inkârınız ikna olamamaktan değil, inat ve azgınlığınızdan kaynaklanıyor. Ayrıca Allah, "Yakılan kurban mucizesi getirmedikçe, hiçbir peygambere inanmayın." diye emretmemiştir. Tevrat'a göre, mabede bırakılan kurban etlerinin gökten gelen bir ateş ile yakılması, onun Allah tarafından kabul edildiğini gösteren bir alamettir. (Hâkimler, 6:20-21, 13:19-20; Levililer, 9:24; II. Tarihler, 7:1-2) Fakat Tevrat'ın hiçbir yerinde, böyle bir kurban getirmenin peygamberliğin işaretlerinden olduğu söylenmemiştir. Gerçi Allah dileseydi, istediğiniz şeyleri bugün de gönderebilirdi. Fakat O, insanların kuruntu ve heveslerine göre değil, sonsuz ilim ve hikmetine göre hüküm verir."
183
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ جَٓاؤُ۫ بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ
Ey Muhammed! Bu insanlar seni yalanladılarsa, bundan dolayı üzülme, ümitsizliğe kapılma. Unutma ki, senden önce de apaçık mucizeler, hikmet dolu sahifeler ve aydınlatıcı kitaplar getiren nice elçiler yalanlanmıştı. İlâhî hikmet gereğince, her peygamber böyle zorluklarla imtihan edilegelmiştir. Fakat Allah elçilerini desteklemiş ve nihai zafer daima inananların olmuştur.

O hâlde, ey müminler! Bu yolda karşılaşabileceğiniz sıkıntılara sabredin, iyiliklerinizin karşılığının hemen bu dünyada verilmesini de beklemeyin:
184
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
Her canlı, yeri ve zamanı geldiğinde mutlaka ölümü tadacaktır. Kazandığınız ödüller ise, size ancak Diriliş Günü'nde eksiksiz olarak verilecektir.

İşte o gün kim ateşten kurtarılıp cennete konulursa, ebedî mutluluğu kazanarak gerçek anlamda kurtuluşa ermiş demektir.

Yoksa şu dünya hayatı, insanı cezbeden, ama peşinde koşanları felakete sürükleyen aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir. O halde, basit ve gelip geçici zevklere değil, ebedî cennet nimetlerine talip olun. Ama şunu da bilin ki, bu nimetleri elde etmenin bir bedeli vardır:
185
لَتُبْلَوُنَّ ف۪ٓي اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَذًى كَث۪يراًۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ
Ey iman edenler! Bu dünya hayatında, mallarınızla ve canlarınızla mutlaka imtihan edileceksiniz. Allah sizi eğitip üstün ahlaki özelliklere sahip örnek bir toplum haline getirmek ve aynı zamanda iman, ihlas ve samimiyet derecenizi ortaya koymak üzere kimi zaman zenginlik, refah, güç, sağlık gibi nimetlerle; kimi zaman da hastalık, ölüm, fakirlik, açlık, korku, sıkıntı gibi bela ve musibetlerle imtihan edecektir.

Ayrıca, hem sizden önce kitap verilen Hristiyan veYahudilerden, hem de Allah'a açıkça ortak koşan müşriklerden iftira, alay, hakaret gibi incitici sözler işiteceksiniz.

Eğer zorluk ve sıkıntılar karşısında yılmayıp dayanır, direnir, sabreder ve kötülüklerden, günahlardan titizlikle sakınıp korunursanız, ne mutlu sizlere! Zira bu, gerçekten azim ve kararlılıkla yapılmaya değer işlerdendir.

Bugün Kur'ân'ı ve Peygamber'i inkâr eden Yahudiler ve Hristiyanlar, daha önce kendilerine gönderilen peygamberler ve kitaplar aracılığıyla Allah'a şöyle söz vermişlerdi:
186
وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُۘ فَنَبَذُوهُ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ
Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Bu kitabı bütün hükümleriyle insanlığa bildirecek, onu asla gizlemeyeceksiniz! Özellikle de,geleceği müjdelenen Son Elçi geldiğinde ona mutlaka iman edeceksiniz!" diye söz almıştı.

Fakat onlar, antlaşmayı hiçe sayarak onu kaldırıp arkalarına atıverdiler ve Allah'a verdikleri sözü;servet, makam, şan, şöhret gibi basit menfaatlerle değiştirdiler.

İmana karşı inkârı, cennete karşı cehennemi tercih etmekle ne kötü bir alışveriş yapıyorlar!
187
لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Yaptığı utanç verici işlerle övünç duyan, yapması gerektiği hâlde yapmadığı işlerle ve sahip olmadığı üstün ahlâkî niteliklerle övülmekten hoşlanan bu ikiyüzlü, yalancı insanların azaptan kurtulacaklarını sanma!

Aksine, onlar için cehennemde can yakıcı bir azap vardır!

Bu azaptan kurtulmak ve ilâhî nimetlere kavuşmak isteyenler, şu hakikate kulak vermelidirler:
188
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
Göklerde ve yerde mutlak egemenlik ve hükümranlık yalnızca Allah'a aittir ve Allah, her şeye kadirdir.

İçinde yaşadığınız kâinata ibret nazarıyla bakarsanız, bu hakikati ayan beyan görebilirsiniz:
189
اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ
Doğrusu, göklerin ve yerin o muhteşem yaratılışında ve gece ile gündüzün mükemmel bir uyum ve düzen içerisinde birbiri ardınca gelişinde, aklı, vicdanı ve sağduyusu olanlara Allah'ın sonsuz kudret, adalet ve merhametini gösterennice deliller vardır.
190
اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلاًۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
O sağduyu sahipleri, ayaktayken, otururken ve hatta dinlenmek için uzanıp yatarken, sürekli olarak Allah'ı anar ve göklerle yerin akıllara durgunluk veren o muhteşem yaratılışındaki hikmet ve anlamı üzerinde derinlemesine tefekkür ederekRablerine şöyle niyaz ederler:

"Ey Rabb'imiz! Elbette sen bunları boş yere yaratmadın. Bu muhteşem kâinat ve içindekiler, hikmet ve adaletten yoksun, anlamsız ve amaçsız olarak yaratılmış olamaz. Çünkü sen, abesle iştigal etmekten uzaksın, yüceler yücesisin! Evrendeki bu mükemmel sistem, senin her şeyi hikmet ve adalet ölçülerine göre yarattığına, bu hikmet ve adalet gereğince insanın yapıp ettiklerinin hesabını vereceği, zerre kadar iyilik ve kötülüğün karşılıksız kalmayacağı bir ahiret âleminin varlığına tanıklık ediyor. İnanıyor ve biliyoruz ki, cennet de haktır, cehennem de haktır; bizi cehennem azabından koru ya Rab!"
191
رَبَّنَٓا اِنَّكَ مَنْ تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ اَخْزَيْتَهُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
"Ey Rabb'imiz! Sen inkârı ve zulmü sebebiyle kimi ateşe atacak olursan, onu en büyük mahrumiyete, zillet ve perişanlığa mahkûm etmişsin demektir."

 "İşte böyle azabı hak eden zalimlerin hiçbir yardımcısı olmayacaktır. Âhirette senin yardımından mahrum kalacak olan bu zalimlere biz de dünyada asla destek olmayacağımızı, zulüm ve haksızlıklarının karşısında duracağımızı sana arz ediyoruz ya Rab!"
192
رَبَّنَٓا اِنَّـنَا سَمِعْنَا مُنَادِياً يُنَاد۪ي لِلْا۪يمَانِ اَنْ اٰمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَاٰمَنَّاۗ رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّـَٔاتِنَا وَتَوَفَّـنَا مَعَ الْاَبْرَارِۚ
"Ey Rabb'imiz! Biz, "Rabb'inize iman edin!" diyerek insanlığı imana çağıran Muhammed adındaki davetçinin çağrısını işittik ve onun davet ettiği hak dine iman ettik."

"Ey Rabb'imiz, senin engin merhametine sığınıyoruz; günahlarımızı bağışla, bizi daima iyiliğe, güzelliğe yönelterek kötülüklerimizi yok et. Bizi son nefesimize kadar iyilik ve erdem sahibi kullarınla birlikte yaşat, onlarla birlikte canımızı al ve Hesap Günü'nde yine onlarla birlikte haşr eyle ya Rab!"
193
رَبَّنَا وَاٰتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلٰى رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْم۪يعَادَ
"Ey Rabb'imiz! Elçilerin aracılığıyla bize vadettiğin dünyada zafer ve üstünlüğü, âhirette sonsuz cennet nimetlerini bizlere bahşet; Diriliş Günü bizleri mahcup ve perişan eyleme!

Kuşku yok ki, sen asla verdiğin sözden caymazsın!"
194
فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ اَنّ۪ي لَٓا اُض۪يعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰىۚ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ فَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَاُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاُو۫ذُوا ف۪ي سَب۪يل۪ي وَقَاتَلُوا وَقُتِلُوا لَاُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ ثَوَاباً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ
Rableri de müminlerin bu samimi dualarını kabul ederek onlara şöyle cevap verdi: "Elbette ben, gerek erkek gerek kadın olsun, içinizden benim yolumda çaba harcayan hiç kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağım. İlâhî adalet karşısında her insan, ancak göstermiş olduğu gayret oranında ceza veya mükâfat alacak ve kadın-erkek, efendi-köle, siyah-beyaz, zengin-fakir ayrımı yapılmayacaktır.

Çünkü ırkınız, renginiz, cinsiyetiniz, toplumsal statünüz ne kadar farklı olursa olsun, aslında hepiniz birbirinizdensiniz.Aynı özden neşet eden, aynı anne babanın evlatları olan, aynı neslinden türeyen, fakat tüm farklılıklarıyla birbirini tamamlayan, eşit hak ve sorumluluklara sahip yekpare bir ümmetsiniz.

İşte, benim uğrumda vatanını terk edip İslâm diyarına hicret eden, mallarına mülklerine el konulup yurtlarından çıkarılan, işkence ve eziyetlere uğrayan, zalimlere karşı savaşan ve bu yolda can veren kimselerin kusur vegünahlarını mutlaka affedecek ve tarafımdan bir ödül olarak, onları içinde ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğim.

Allah yolunda hicret, kişinin, Müslümanca bir hayatın önünde engel olan her şeyi; içinde yaşadığı toplumu, ülkesini, ailesini, çevresini, arkadaş ortamını, alışkanlıklarını, hayat tarzını terk ederek İslâm'ı özgürce yaşayabileceği yepyeni bir ortama, İslâm diyarına geçiş yapması demektir. İşte Allah, kendi yolunda hicret eden, işkence ve eziyetlere katlanan, zulme karşı müminlerin safında yerini alıp mücadele eden ve bu uğurda malını canını seve seve feda eden müminlerden oluşan bir toplumu daima iyiliğe, güzelliğe yönlendirecek, bireysel ve toplumsal hayatlarında her türlü zulmü, haksızlığı, kötülüğü ortadan kaldırarak günahlarını silip yok edecek ve bizzat kendi katından bir ödül olmak üzere, onları sonsuz mutluluk diyarı olan cennetlere yerleştirecektir.

Öyleyse, bu dünyanın gelip geçici zevkleri için değil, Allah'ın vaad ettiği sonsuz âhiret nimetlerini kazanmak için çalışın. Çünkü ödüllerin en güzeli, Allah katında olandır.
195
لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِۜ
Ey mümin!Allah'ın âyetlerini inkâr edenlerin, her istediklerini serbestçe yaparakyeryüzünde öyle diyar diyar gezip dolaşıyor olmaları sakın seni aldatmasın!
196
مَتَاعٌ قَل۪يلٌ ثُمَّ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ
Çünkü onlara verilen bu nimetler, basit ve gelip geçici bir zevkten ibarettir. Sonunda varacakları yer ise cehennemdir. O ne fena bir yataktır!
197
لٰكِنِ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا نُزُلاً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ لِلْاَبْرَارِ
Rablerinden gelen ilkeler doğrultusunda hayata yön vererek kötü davranışlardan titizlikle sakınanlara gelince, onlara, Allah katından kutlu misafirlere sunulan bir ikram olmak üzere, ağaçlarının altından ırmaklar çağıldayan ve sonsuza dek içerisinde yaşayacakları cennet bahçeleri vardır.

Evet; Allah katındaki ebedî nimetler, dürüst ve erdemli kimseler için dünyadan ve dünyanın bütün nimetlerinden daha hayırlıdır.

Her toplumda, böyle dürüst ve erdemli insanlar vardır. Nitekim:
198
وَاِنَّ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ خَاشِع۪ينَ لِلّٰهِۙ لَا يَشْتَرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Kitap Ehli denilen Hristiyan ve Yahudilerden öyle temiz yürekli kimseler vardır ki, Allah'ın varlığına, birliğine, size indirilen Kur'ân-ı Kerîme ve kendilerine vaktiyle indirilmiş olan kitaplara yürekten inanırlar. Peygamberler arasında ayrım gözetmez, hepsinin aynı kaynaktan geldiğini ve aynı mesajı getirdiği bilerek her birine inanır, her birini severler.

Allah'a karşı derin bir saygı ve ürperti duyarlar. Bu yüzden de, O'nun gerek Tevrat, gerek İncil, gerekse Kur'ân'daki âyetleriniservet, makam, şan, şöhret gibi basit menfaatlere değişmezler.

İşte Rableri katında onlara, hak ettikleri mükâfatları mutlaka verilecektir. Hiç şüphe yok ki, Allah yeri ve zamanı geldiğinde hesabı çabuk görendir. Şu hâlde:
199
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ey iman edenler! Allah yolundaki mücadelenizde karşınıza çıkabilecek zorluk ve sıkıntılara dayanın, direnin, sabredin ve zulme karşı toplumsal direnç göstererek birbirinizle sabırda yarışın! Gerek düşmandan gelebilecek saldırılara, gerek şeytanî vesvese, saptırma ve ayartmalara karşıher anuyanık ve hazırlıklı bulunun. Ve Allah'tan gelen ilkeler doğrultusunda hayatınıza yön vererek günahın, zulmün, kötülüğün her türlüsünden titizlikle sakının ki, böylelikle umduğunuz başarı, zafer ve kurtuluşa erebilesiniz.
200

Sureler

Mealler
Nisâ Suresi
Sonraki